Örnek Resim

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Türkiye’de Etkililiği: Eski ve Yeni Zorluklar Konferansı

Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) ve İHOP’un AB tarafından desteklenen Adalete Erişim projesi kapsamında Ekim-Aralık 2020 döneminde bir dizi uluslararası konferans gerçekleştiriyoruz. 15 Aralık 2020 tarihinde Türkiye saatiyle 14:00-17:30 arasında gerçekleştirilecek konferansın konusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının Türkiye’de etkililiği olacak.

Türkiye, icra edilmeyi bekleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları bakımından Rusya Federasyonu ve Ukrayna’dan sonra üçüncü en yüksek karar sayısına sahip Avrupa Konseyi üyesi devlettir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan ve Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olan Türkiye, AİHM’in tüm kararlarını yerine getirmeyi taahhüt etmiştir. Ancak bu taahhüdün sonuçları gerçekleştirilmiş olmaktan uzaktır. AİHM kararlarının uygulanması, bir ülkenin insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne olan bağlılığının Avrupa’da önemli bir göstergesidir. 

Kararların uygulanamaması, Mahkeme önündeki yargılamanın etkisini zayıflatarak insan hakları ihlallerinin mağdurlarının adalete erişimine ciddi şekilde zarar vermektedir.  İhlale yol açan politikaların, uygulamaların ve yasaların değiştirilmemesi yoluyla kararlarda yer alan genel tedbirlerin uygulanmaması, devletin AİHS kapsamındaki yükümlülüklerinin tekrar ihlal edilmesine yol açmaktadır. Bu sorun Türkiye’de yıllardır mevcut olup, uzun süredir devam eden sistematik insan hakları sorunlarının çözülememesine sebebiyet vermiştir. Yakın zamanda sivil toplum, Türkiye makamlarının AİHM’in bazı yeni kilit kararlarının uygulamasını önleme girişimlerini kınamıştır. Bu konferansta, Türkiye’den ve uluslararası alandan uzmanlar, AİHM kararlarının Türkiye’de ivedilikle ve tam olarak icra edilmesine ilişkin sorunlar ile ulusal mekanizmada AİHM kararlarının uygulanmasının nasıl sağlanacağı konusunu tartışacaklar.

Konferans Programı

TÜRKİYE’DE “HUKUKUK ÜSTÜNLÜĞÜ” TESİS EDİLMEDEN İNSAN HAKLARI VE ÖZGÜRLÜKLERİ KORUNAMAZ!

Türkiye’de “Hukukun Üstünlüğü” tesis edilmeden insan hakları ve özgürlükleri korunamaz!

10 Aralık 2020

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin birinci maddesi der ki, “bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar”. Yani yaşamın olmazsa olmaz koşulu, her insanın barış içinde, özgür ve eşit olarak yaşama hakkının gerçekleştirilmesine bağlıdır ve Hükümetler her koşulda, insan onuruna yaraşır biçimde yaşamın sürdürülmesi için insan hak ve özgürlüklerine saygı ve hukukun üstünlüğüne bağlı kalmakla yükümlüdürler.

Hukukun Üstünlüğü ise, herkesin tüm karar vericiler tarafından insan onuru, eşitlik ve kanunlara uygun olarak muamele görme hakkına sahip olduğu belirli ve öngörülebilir bir hukuk sisteminin mevcudiyeti ile mümkündür.

Yıllar boyunca haklar ve özgürlüklerin genişletilmesi ve hukukun üstünlüğünü hayata geçirecek yeni bir anayasa ve buna uygun reform yasaları vaat edilirken, 2017 yılı Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde keyfi ve hukuk dışı uygulamalara karşı uyarılarda bulunan, öncelikle insan hakları savunucuları olmak üzere, Türkiye’nin bağlı bulunduğu tüm uluslararası sözleşmelere ve içinde yer aldığı pek çok uluslararası kurumun da beklentilerinin aksine problemleri daha da derinleştiren başta Anayasa olmak üzere bir dizi kısıtlayıcı yasal değişiklikler gerçekleştirildi.

Bu değişiklerle birlikte, zaten sorunlu olan yargı kurumunun bağımsızlığı neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış; Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararları görmezden gelinmiş, yasalarda yapılan değişikliklerle terörle mücadele gerekçesi ileri sürülerek ceza ve terörle mücadele kanunları genişletilerek hukukun üstünlüğünün öngörülebilirlik prensibi ortadan kaldırılmıştır.

Hükümet politikalarına ve uygulamalarına muhalif olmanın suç haline getirildiği bir sistem içinde siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, işçiler, meslek örgütleri yönetici ve mensupları, insan hakları savunucuları, çeşitli sivil toplum kuruluşu mensupları suçlanmakta, ifade, örgütlenme, toplanma ve gösteri yapma özgürlüğünün kullanımı terörle mücadele mevzuatı kapsamı adı altında kısıtlanmaktadır.

Resmi istatistiklerden[1] örnekler verirsek, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu tarafından incelenen ve ifade ve medya özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle eleştirilen TCK 314. Maddesinde yer alan silahlı örgüt üyesi olma suçunu işledikleri gerekçesiyle 2016-2019 dönemini kapsayan 4 yıllık sürede Cumhuriyet Savcıları 1 milyon 337 bin 665 kişi hakkında soruşturma yürütmüştür. Yine bu dönemde 380 bin 382 kişi aleyhinde dava açılmıştır. 2016-2019 döneminde karara bağlanan davalarda 221 bin136 kişi suçu işlediği sabit görülüp mahkûm edilmiş, 13 bin35 kişi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş ve 59 bin 277 kişi ise beraat etmiştir.

Toparlarsak, bizler insan hakları savunucuları ve örgütleri olarak, “Türkiye’de insan hakları, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler önce vardı, şimdi ortadan kalktı” demiyoruz. Önceleri de kısıtlıydı ; düzeltilmesi, iyileştirilmesi ve insan onuruna yakışır, yaşanabilir bir hayat ortamına ulaşılması için mücadele etmekteydik ve kısıtlı da olsa birtakım iyileştirmelerle geleceğe umutla bakıyorduk.

Ne yazık ki, yukarıda da sıraladığımız gerekçelerle;  son birkaç yıl içerisinde geleceğimize dair umutlarımızı canlı tutacak herhangi bir iyileştirmeden söz edemediğimiz gibi, tersine; var olan haklarımızın da kısıtlandığına tanık olmaktayız. İnsan hakları örgütlerinin ve savunucularının zaman zaman yapmış olduğu çalışmalara ve açıklamalara göre, yaşanmış ve yaşanmakta olan insan hakları ihlallerine baktığımızda, 2020 yılında Türkiye’nin insan hakları alanında önceki kötü karnelerinden çok daha kötü bir karneye sahip olduğunu belirtmek isteriz.

Ancak sürmekte olan gidişata seyirci ve tanık olarak kalmayı düşünmediğimizi; çok daha zor şartlar altında da olsa haklarımızın ve onurumuzun her şeyden daha önemli olduğunu ve bunlar için mücadele etme azmimizin kırılmadığının bilinmesini isteriz.

İnsan Hakları Ortak Platformu:
Eşit Haklar için İzleme Derneği
Hak İnisiyatifi Derneği
İnsan Hakları Derneği
İnsan Hakları Gündemi Derneği
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Yurttaşlık Derneği

[1] Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan Adalet İstatistikleri kullanılmıştır.

TAHİR ELÇİ’SİZ 5 YIL OLDU

Dostumuzu, yol arkadaşımızı, insan hakları avukatını, barış elçisini özlüyoruz…

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR

Kadına Yönelik Şiddet ve Eviçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesine Sahip Çık!

İstanbul Sözleşmesinin temel yaklaşımı:

  • Şiddeti önleme
  • Şiddetten koruma
  • Şiddet faillerini cezalandırma
  • Şiddete karşı eş güdümlü politikalar geliştirme

İstanbul Sözleşmesi Bağlamında Kadına Karşı Şiddet Konferansı

Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) ve İHOP’un AB tarafından desteklenen Adalete Erişim projesi kapsamında Ekim-Aralık 2020 döneminde bir dizi uluslararası konferans gerçekleştiriyoruz. 23 Kasım 2020 tarihinde Türkiye saatiyle 12:00-14:30 arasında gerçekleştirilecek konferansın konusu İstanbul Sözleşmesi Bağlamında Kadına Karşı Şiddet olacak. Konferansta Polonya ve Türkiye örnekleriyle İstanbul Sözleşmesinden çekilme tartışması ve kadına karşı şiddetin artışı konuşulacaktır. 

Konferans Programı

GÖZALTINA ALINAN HAK SAVUNUCULARI, AVUKATLAR VE STÖ TEMSİLCİLERİ SERBEST BIRAKILSIN

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Yurttaşlık Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı

ORTAK AÇIKLAMA

20 Kasım 2020

GÖZALTINA ALINAN HAK SAVUNUCULARI, AVUKATLAR VE STÖ TEMSİLCİLERİ SERBEST BIRAKILSIN

Bugün (20 Kasım 2020), Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2019/63324 sayılı soruşturma kapsamında çok sayıda hak savunucusu, avukat ve STÖ temsilcisi sabahın erken saatlerinde Diyarbakır’da ve çevre illerde evleri basılarak gözaltına alındı. Öğrenebildiğimiz gerekçe ise artık neredeyse rutin hale gelen Demokratik Toplum Kongresi’ne (DTK) yönelik yürütülen soruşturma kapsamındaki iddialar.

Gözaltına alınanlar arasında Özgürlük için Hukukçular Derneği eş genel başkanı Av. Bünyamin Şeker, İHD Adıyaman şube başkanı av. Bülent Temel, ÖHD ve İHD üyesi avukatlar Abdulkadir Güleç, Eshat Aktaç, Serdar Talay, İmran Gökdere, Diyar Çetedir, Serdar Özer, Feride Laçin, Gamze Yalçın, Gevriye Atlı, Resul Tamur, Cemile Turhallı Balsak, Ahmet Kalpak, Devrim Barış Baran, Neşet Girasun, Sedat Aydın, Mahsum Batı, Şivan Cemil Özen ve Haknas Sadak. Bu kişiler dışında TTB eski Merkez Konseyi Üyesi ve halen Onur kurulu üyesi Dr. Şehmus Gökalp,  TİHV Diyarbakır Temsilciliği çalışanı Sosyal Hizmet Uzmanı Serkan Delidere, MED Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuki ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUHAD-FED) yöneticisi Diyar Dilek Özer ve federasyon üyesi Leyla Ayaz, DİVES üyesi Süleyman Okur, Bağlar Belediyesi Meclis üyesi Panayır Çelik, HDP Diyarbakır il eski yöneticisi İlhami Yürek, SES üyesi Ümit Çetinkaya, HABER-SEN üyesi Mehmet Kaçar da gözaltına alınmıştır.

Çağrı üzerine ifade alma, CMK 145. Maddede düzenlenmiştir. DTK gibi neredeyse yüzlerce ve hatta binlerce insanın soruşturma ve kovuşturma altında olduğu bir soruşturma sürecinde CMK 145. Madde uyarınca çağrı üzerine ifade alınmayıp, gözaltı kararı çıkarılarak sabahın erken saatlerinde ev baskını yapılması tipik bir yargı yolu ile baskı politikasıdır.

Gözaltına alınanların neredeyse tamamı hak ve hukuk mücadelesi yürüten avukatlar ve kuruluş temsilcileridir. Bu kişilerin çağrı üzerine ifadeye gitmeleri mümkün iken bunun yapılmaması demokratik kurumlar üzerinde iktidar baskısının yargı eli ile yapıldığını göstermektedir. Özelikle avukatların yargının içinde ve savunmanın temsilcisi oldukları bilinmesine rağmen bu şekilde gözaltına alınması savunma hakkının değersizleştirilmesi ve vatandaşın savunmasız bırakılmak istenmesini de göstermektedir.

Adalet Bakanının bütçe görüşmelerinde CMK kurallarını hatırlatması ve Cumhuriyet Savcıları ile hakimleri uyarmasının yanı sıra tutuksuz yargılamanın asıl, tutuklamanın istisna olduğunu hatırlatmasına rağmen, yargı pratiklerinin güvenlikçi anlayış ekseninde devam ettirilmesi kesinlikle kabul edilemez. Siyasi iktidarın hukukta reform iradesi açıklamasına rağmen savcılıkların eski alışkanlıklarını sürdürmek istemesinin önüne geçilmelidir. Hukuk reformu denilen şey, cezasızlık, temel hak ve özgürlükleri kısıtlamak, hak ve hukuk savunucularına yönelik baskı ve gözaltılar olmamalıdır.

BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi uyarınca da tamamen demokratik faaliyet yürüten hak ve hukuk örgütleri yönetici ve üyelerinin bu şekilde bir muameleye maruz bırakılmaları, bildirgeye de aykırıdır.

Gözaltına alınanların derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Yurttaşlık Derneği

Association for Monitoring Equal Rights, Rights Initiative Association, Human Rights Association, Human Rights Agenda Association, Human Rights Foundation of Turkey, Citizens Association

JOINT STATEMENT

20 November 2020

RELEASE ALL DETAINED HUMAN RIGHTS DEFENDERS, LAWYERS AND CSO REPRESENTATIVES

Today (20 November 2020), within the scope of the Chief Public Prosecutor’s Office’s investigation no.  2019/63324, many rights defenders, lawyers and CSO representatives were detained in Diyarbakır and surrounding provinces in the early hours of the morning. The only detention ground we were able to learn is the set of allegations within the scope of the investigation on the Democratic Society Congress (DTK), which has become almost routine.

Among those detained are Association of Lawyers for Freedom (ÖHD) Co-chair Lawyer Bünyamin Şeker, Human Rights Association (İHD) Adıyaman Branch Head Lawyer Bülent Temel, ÖHD and İHD member lawyers Abdulkadir Güleç, Eshat Aktaç, Serdar Talay, İmran Gökdere, Diyar Çetedir, Serdar Özer, Feride Laçin, Gamze Yalçın, Gevriye Atlı, Resul Tamur, Cemile Turhallı Balsak, Ahmet Kalpak, Devrim Barış Baran, Neşet Girasun, Sedat Aydın, Mahsum Batı, Şivan Cemil Özen and Haknas Sadak. Apart from these people, Turkish Medical Association (TTB) Central Council former Member and current Honorary Board member Dr. Şehmus Gökalp, Human Rights Foundation of Turkey (TİHV) Diyarbakır Representative Office employee and social worker Serkan Delidere, Med Federation of Legal Support and Solidarity Associations of the Families of Prisoners and Convicts (TUHAD-FED) board member Diyar Dilek Özer and member Leyla Ayaz, Workers’ Union of Religious Affairs Presidency and Foundations (DİVES) member Süleyman Okur, Bağlar Municipality Council member Panayır Çelik, People’s Democratic Party (HDP) Diyarbakır Branch former provincial director İlhami Yürek, Healthcare and Social Service Workers’ Union (SES) member Ümit Çetinkaya, Media, Communication and Postal Workers’ Union (HABER-SEN) member Mehmet Kaçar are also detained.

Summons for interview or interrogation is regulated in Article 145 of the Criminal Procedure Law (CPL). In an investigation process such as DTK where almost hundreds and even thousands of people are under investigation and prosecution, making early morning raids with detention orders instead of summoning individuals in line with CPL Article 145, is a typical practice of judicial repression.

Almost all of the detainees are lawyers and representatives of organizations waging a struggle for rights and rule of law. While it is possible for these people to be invited for giving statements by a summons letter, the failure to do so demonstrates that the power pressure on democratic institutions is exerted by the judiciary. Especially, although it is a fact that the lawyers are part of the judiciary and are representatives of the defense, their detention in this way also indicates the devaluation of the right of defense and the desire to deprive the citizens of the right to defense.

Although the Minister of Justice had reminded the CPL rules and warned the public prosecutors and judges by reminding that trial without arrest should be the main practice and detention could only be an exceptional measure during the budget debates, it is absolutely unacceptable to continue judicial practices from a security perspective. Whereas the political power declares its will to reform the law, the prosecution wants to continue with the old habits and this needs to be prevented.  What is called legal reform should not be impunity, restriction of fundamental rights and freedoms or pressures on and detention of rights defenders.

Such a treatment of executives and members of human rights and law associations that solely carry out democratic activities is also against the UN Declaration on the Protection of Human Rights Defenders.

We demand the immediate release of all detainees.

Association for Monitoring Equal Rights, Rights Initiative Association, Human Rights Association, Human Rights Agenda Association, Human Rights Foundation of Turkey, Citizens Association

 

Olağanüstü Hâl Döneminin Adalete Erişim Üzerindeki Bugünkü Etkileri Konferansı

Türkiye’de Olağanüstü Hal döneminde, ihraçlar ve tüzel kişiliklerin kapatılması olmak üzere iki ayrı tedbir yaygın şekilde uygulandı. Bu işlemlere karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle Avrupa Konseyi’nin talebi üzerine 2017 Ocak ayına Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kuruldu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Komisyon’u etkili bir iç hukuk yolu olarak tanısa da Komisyonun kurulmasından bu yana geçen yaklaşık 4 yılda Komisyonun etkili bir başvuru yolu sunup sunmadığı hala tartışmalı. Bu konferansta OHAL Komisyonunun etkili bir başvuru yolu sunup sunmadığı tartışılacaktır.

Konferans Programı

Türkiye’de Cezasızlıkla Mücadelede Adalete Erişim: Geçmiş ve Bugün Konferansı

Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) ve İHOP’un AB tarafından desteklenen Adalete Erişim projesi kapsamında Ekim-Aralık 2020 döneminde bir dizi uluslararası konferans gerçekleştireceğiz. Bunlardan ilki 27 Ekim 2020 tarihinde 14:00-17:30 arasında gerçekleştirilecek. Türkiye’de Cezasızlıkla Mücadelede Adalete Erişim: Geçmiş ve Bugün başlıklı konferansta Uluslararası Hukukta Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Cezasızlığa Karşı Mücadele, AYM ve AİHM Kararları Sonrasında Kapanan Bir Dönem olan 1990’lar ve Türkiye’de Cezasızlığın Hukuki, Siyasi ve Fiili Araçları konuşulacaktır.

Konferans Programı

TAHİR ELÇİ DAVASI CEZASIZLIKLA SONLANMAMALI!

TAHİR ELÇİ DAVASI CEZASIZLIKLA SONLANMAMALI!

20 Ekim 2020

Tahir Elçi 5 yıl önce öldürüldü. O, her ne pahasına olursa olsun barış ve insan hakları için yılmadan mücadele veren ve bu nedenle ‘Barışın Elçisi’ olarak anılan bir hak savunucusuydu. 1990’lardan itibaren işkence gören, zorla kaybedilen, yerlerinden edilen binlerce insanın haklarını savundu. Birçok hak ihlalinde mağdurları yerel mahkemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde korkusuzca temsil etti, haklarını aramaları için çalıştı. Diyarbakır barosu başkanı olduğu yıllarda insan hakları örgütleriyle birlikte çalışarak bu faaliyetlerini sivil toplum içerisinde de devam ettirdi. Aynı zamanda çok sayıda insan hakları örgütünün kurucu üyelerindendi.

14 Ekim 2015’te bir televizyon programında yaptığı konuşmanın ardından hedef gösterilmeye başlandı. Gözaltına alındı, hakkında soruşturma açıldı, hızlıca hazırlanan bir iddianameyle üzerindeki tehdit daha da derinleşti. Ölüm tehditleri almaya başladı.

26 Kasım 2015 günü, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki tarihi Dört Ayaklı Minare yaşanan bir çatışmada zarar gördü. Tahir Elçi, 28 Kasım 2015 günü Diyarbakır Barosu adına bir basın açıklaması yapmak için Dört Ayaklı Minare önüne geldi. Yaptığı açıklamada Tahir Elçi ısrarla süregiden şiddetin sona ermesi çağrısında bulundu:

“Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış, bu kadim bölgede, insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz.”

Açıklaması tamamlandıktan hemen sonra sokakta çatışma çıktı. Tahir Elçi başına isabet eden tek kurşunla hayatını kaybetti. Fakat dava mahkeme önüne ancak 5 yıl sonra geldi. Olay yeri incelemesinin 111 gün boyunca yapılmaması nedeniyle delil bütünlüğünün bozulması, görgü tanıklarının ve olay yerinde silahlarıyla ateş ettikleri kamera kayıtlarıyla sabit olması nedeniyle potansiyel şüpheli olan kolluk görevlilerinin ifadelerinin olayın üzerinden aylar geçtikten sonra alınması ve hatta olayla ilgili bilgi sahibi olabilecek bazı kamu görevlilerinin hiç dinlenmemiş olması soruşturmanın sağlığı ve güvenirliliği açısından şüphe uyandırdı.

Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından, soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmesi için Diyarbakır Barosu’nda kurulan soruşturma komisyonundaki avukatlar, taleplerinin karşılanmaması ve soruşturmanın tıkanma aşamasına gelmesi üzerine 2016 yılında görüntülerin incelenmesi için Goldsmiths Londra Üniversitesi bünyesinde çalışan bir araştırma ajansı olan Forensic Architecture’a başvurdu. Adli incelemeler konusunda uzman olan bu kuruluşun ses ve görüntüler üzerinde yaptığı teknik analizlerin sonuçları 2018 yılının sonunda Diyarbakır Başsavcılığına sunuldu. Farklı açılardan çekilen videolardaki ses ve görüntüleri eşleştirerek Tahir Elçi’nin vurulduğu zaman aralığında kaç atış sesi duyulduğu ve bu seslerinin hangi silahlara ait olduğuna ilişkin tespitler yapan bu çalışma sonucunda olay yerindeki polis memurlarına yönelik kuvvetli suç şüphesine işaret edildi.

Üç şüpheli polis memurunun soruşturmaya dahil edilmesi ve neredeyse 5 yılın ardından iddianamenin Mart 2020’de mahkemeye sunulması adalete erişme yolunda geç de olsa bir başlangıç oldu.

Tahir Elçi, faili meçhuller, işkence, yaşam hakkı ihlalleri ve cezasızlığa karşı yaptığı çalışmalarla Türkiye’nin en değerli insan hakları savunucularından ve hukukçularındandı. Hayatını gerçekleri açığa çıkarmaya adamıştı. Türkiye insan hakları hareketini derinden yaralayan bu cinayetin tüm yönleriyle açığa çıkarılıp cinayette icrai ve ihmali eylemi olan tüm kamu görevlilerinin davaya dahil edilmesi ve Tahir Elçi’nin öldürülmesinin cezasız kalmaması çağrısında bulunuyoruz.

Hayatını cezasızlıkla mücadeleye adayan Tahir Elçi’nin öldürülmesi asla cezasız kalmamalıdır.

İnsan Hakları Ortak Platformu:

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği

Hak İnisiyatifi Derneği

İnsan Hakları Derneği

İnsan Hakları Gündemi Derneği

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

Yurttaşlık Derneği

 

TAHİR ELÇİ CASE SHOULD NOT END UP WITH IMPUNITY

ÇEVRİM İÇİ PANEL: ÇARŞI VE MAHALLE BEKÇİLİĞİ YASASINI ANLAMAK VE İZLEMEK

ÇARŞI VE MAHALLE BEKÇİLİĞİ YASASINI ANLAMAK VE İZLEMEK
19 Ekim 2020
Saat:17.30

Kolaylaştırıcı: Av. Hülya Dinçer

Konuşmacılar:
Av. Aynur Tuncel Yazgan
Noémi Lévy-Aksu
Av. Hasan Kemal Elban

Cezasızlıkla Mücadelede Güçbirliği Ağı’nın 19 Ekim Pazartesi günü saat 17.30’da gerçekleştireceği panel; geçtiğimiz aylarda TBMM’de pek çok tartışmayla birlikte kabul edilen Çarşı ve Mahalle Bekçiliği Yasası’nı konu ediyor. Panelde konuşmacılarla birlikte; “Tarihsel gelişimi içinde bekçilik Türkiye toplumunda hangi ihtiyaç içinden çıktı? Bugün hangi toplumsal ihtiyaca karşılık geliyor?”, “Polis ve güvenlik yapılanması içinde bekçiliğin yeri nedir?”, “Güvenlik ve asayiş algısı; polis teşkilatının yapılanması, insan hakları ile ilişkisi ve polis teşkilatı içinde cezasızlık kültürünün kaynakları nelerdir?”,  “İnsan hakları ve güvenlik dengesini doğru kuran bir polis kültürü oluşturulmasının koşulları var mı? Bekçilik bu anlamda nereye oturuyor?”,  “Polisliğe iliştirilmiş olarak tasarlanan bekçilik yasası ile bekçilere verilen yetkilerin içeriği ve yaratacağı olası sorunlar neler olabilir?”, “Tüm bunlar izlenebilir mi? Nasıl?” sorularına yanıt arıyoruz…

Katılmanız dileğiyle..

Toplantı Linki: https://us02web.zoom.us/j/83566800037