Örnek Resim

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI BÜYÜKADA DAVASI GEREKÇELİ MAHKEME KARARI ÜZERİNE ÖN DEĞERLENDİRMEMİZ

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI BÜYÜKADA DAVASI

GEREKÇELİ MAHKEME KARARI ÜZERİNE ÖN DEĞERLENDİRMEMİZ

4  EYLÜL 2020

Katılımcı örgütlerimizin 8 Nisan 2017 tarihinde gerçekleştirdiği toplantısında insan hakları savunucularının esenliği ve güvenliği konusunda bir çalışma toplantısı yapılması kararı alınmıştı. 3 Temmuz 2017 tarihinde Büyükada’da başlatılan toplantının üçüncü günü olan 5 Temmuz 2017 sabahı, bir ihbar yapıldığı iddiası ile otele baskın düzenleyen polis, toplantıya katılan ikisi eğitici 10 insan hakları savunucusunu gözaltına almıştı. OHAL koşulları altında yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnameler yoluyla değiştirilen gözaltı kurallarına bile aykırı olarak  24 saati aşan bir süre boyunca arkadaşlarımızın yakınlarına haber verilmemiş ve hiç kimseyle bağlantı sağlamalarına izin verilmemişti.

Yaklaşık iki hafta süresince gözaltında tutulduktan sonra çıkartıldıkları İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, 6 arkadaşımızı hemen tutuklamış, 4’ü hakkında da tahliye kararı vermişti. Ancak tahliye edilen 4 arkadaşımızdan ikisi de savcılığın itirazı üzerine tutuklanarak cezaevine konulmuştu. 3 ay sonra haklarında iddianame düzenlenmiş ve bu süre içerisinde belirli odaklarca yönetilen bazı medya organları tarafından casusluk, darbe girişimi ve terör örgütü yandaşlığı gibi ağır ithamlarla yoğun bir karalama kampanyası yürütülmüş, soruşturma hakkında gizlilik kararı verilmiş olmasına rağmen polis tarafından düzenlenen fezlekelerden alınan belgeler “işlenerek” kamusal alana sürülmüştü.

Arkadaşlarımızla ilgili hakikatlerin alenen çarpıtılmasına ve kamuoyunun bilinçli olarak yanıltılmasına yol açan kampanyalardaki bu asılsız yayınlara karşı açılan davalar ise yayınları yapanlar lehine sonuçlandırılmış, tutuklama kararının haksız olduğu yönündeki itirazlar da reddedilmişti.

17 Ekim 2017 tarihinde mahkemenin kabul etmesi sonucu ancak erişilebilen iddianamede ise söz konusu karalama kampanyalarında kullanılan manipüle edilmiş bilgiler suç üretme malzemesi haline getirilmişti.

Öte yandan Büyükada toplantısından yaklaşık bir ay önce, 6 Haziran 2017 tarihinde Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Taner Kılıç İzmir’de gözaltına alınmış ve telefonunda ByLock uygulaması olduğu iddiasıyla 9 Haziran 2017 tarihinde tutuklanarak İzmir-Şakran Cezaevine konulmuştu. 4 Ekim 2017’de Taner Kılıç arkadaşımız da Büyükada’da yapılan toplantıya katılan 10 insan hakları savunucusu aleyhine açılan davanın iddianamesine eklenerek, ilk duruşma günü olan 25 Ekim 2017’de mahkemenin kararıyla davanın 11. sanığı olarak yargılanmıştır. Taner Kılıç’ın dışında davanın sekiz tutuklu hak savunucusu ilk duruşmada serbest bırakıldı. Taner Kılıç ise özgürlüğüne ancak 15 Ağustos 2018 tarihinde, 14 aydan fazla bir süre tutuklu kaldıktan sonra kavuşabildi.

3 yıl boyunca devam eden ve bu süre içerisinde beş kez savcının değiştiği, mahkeme üyelerinde değişikliklerin olduğu davada, savunma avukatlarının yoğun ve titiz çalışmaları sonucunda iddianamede yer alan suçlamaların her birine karşı güçlü kanıtlar sunuldu ve Taner Kılıç’ın telefonunda ByLock olmadığı soruşturmanın başından itibaren dört bilirkişi ve iki siber şube raporu ile ortaya konuldu.

İlk kez 19 Temmuz 2019 tarihli duruşmada davaya katılan en son savcının 19 Kasım 2019 tarihinde sunduğu mütalaada gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan polis fezlekelerinde yer alan ve daha sonra iddianameye konulmuş suçlamalarda hiçbir değişiklik yapılmadı. Aksine, iddianamede yer almayan ve kovuşturma sürecinde hiç ele alınmayan ek suçlamalara bile yer verildi. Dava süreci boyunca mahkemeye sunulan ve savcılığın mesnetsiz iddialarını çürüten kanıtlar değerlendirilmedi, soruşturma hukukuna ve usulüne aykırı olarak çalakalem yazılan iddianame, bu kez esas hakkındaki mütalaa olarak tekrar mahkemeye sunuldu.

Savcılık mütalaasında, Taner Kılıç’ın “Silahlı terör örgütüne (FETÖ/PDY) üye olma”, Günal Kurşun, İdil Eser, Özlem Dalkıran, Nejat Taştan ve Veli Acu’nun ise “Silahlı terör örgütlerine (FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C) yardım etme” suçlarından 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapisleri istendi. Diğer 5 insan hakları savunucusu arkadaşımız için ise beraat talep edildi.

3 Temmuz 2020 tarihinde görülen 13. ve son duruşmada Taner Kılıç, Günal Kurşun, Özlem Dalkıran ve İdil Eser hakkında savcının mütalaası yönünde oy çokluğuyla mahkûmiyet kararı, diğer savunucular bakımından da beraat kararı verildi. Üç hâkimden oluşan mahkeme heyetinin bir üyesi, yargılanan insan hakları savunucularının tümü için beraat kararı verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy verdi. Bölge Adliye Mahkemesi’ne (istinaf) taşınan bu şerhli karara karşı Savcılık makamı, Nejat Taştan ve Veli Acu’nun beraat kararına itirazda bulundu.

Özetleyerek sunduğumuz gerekçelerle, bu dava başından itibaren yersizdir ve hiç açılmamış olması gereken bir davadır. Yargılanan arkadaşlarımızın penceresi ve kapısı açık bulunan bir salonda alenen düzenlediği bir toplantıda konuşulan veya kararlaştırılan hiçbir söz ya da davranış suçlama konusu edilmemiştir. Mahkeme tutanaklarından da anlaşılacağı gibi bu davaya konu olan toplantı ile ilgili herhangi bir suçlama yoktur. Bu itibarla bir kez daha belirtelim ki, bu dava başından itibaren yanlıştır.

Soruşturma ve kovuşturma süreçleri, belirli siyasi odaklarca yönetilen bir takım medya organları tarafından sistematik bir karalama kampanyası etkisi altında sürdürülmüş, hükümetin en yetkili mensuplarınca insan hakları savunucularının suçsuzluk karinesini ihlal eden açıklamalar yapılmış, yargı makamlarının bağımsız hareket etmesi imkânsız kılınmıştır. Keza, soruşturma ve kovuşturma sürecinde “gizli tanık mekanizması” çalıştırılmış, savcılık makamı soruşturma sorumluluğunu yerine getirmemiş, kovuşturma süreci gereksiz biçimde uzatılmış ve sonuç olarak savunma tarafından sunulan ve iddiaları çürüten kanıtlar yok sayılarak mahkûmiyet kararları verilmiştir.

Verilen mahkûmiyet kararının gerekçesinde, üç yıllık süreç içinde ortaya konan delillerle geçersiz kılınan suçlamalar, soruşturma ve kovuşturmanın hiçbir aşamasında tartışılmayan, iddianame ve esas hakkındaki mütalaada bulunmayan ve başka mahkemelerce hakkında beraat kararı verilen, adalet ve hukuk ile bir ilişkisi olmayan hususlarla birlikte mahkûmiyet gerekçesi haline getirilmiştir.

Gerekçeli kararda, uluslararası ve ulusal hukukta meşru olan, hatta korunan insan hakları faaliyetleri ile hak savunucularının toplum üzerindeki etkilerinin bulunmasının suç unsuru sayılması ve bu kanaate dayanarak cezalandırılması, bütün dava sürecinin asıl amacının Türkiye’de insan hakları savunucularının susturulması olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Hem beraat edenler hem de haklarında mahkûmiyet kararı verilenler bakımından gözaltı, tutuklama, iddianame, savcılık mütalaası ve aradan geçen üç yıl sonunda varılan nokta, hukukun üstünlüğü ilkelerinin ve adaletin yok sayıldığı, mesleki saygınlığın ve sorumluluğun ortadan kaldırıldığı kötü bir senaryonun sergilenmesinden ibaret kalmıştır.

Bizler insan hakları savunucuları olarak, sürdürmekte olduğumuz insan hakları mücadelemize ve yolumuza devam edeceğiz. Bu dava bakımından ise tüm ulusal ve uluslararası hukuk yollarına başvurup adaletin gerçekleşmesi için sonuna dek mücadelemizi sürdüreceğiz.

 

İnsan Hakları Ortak Platformu

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Yurttaşlık Derneği

KAPASİTE GELİŞTİRME DERNEĞİ İLE ÇALIŞMAK İSTEYEN UZMANLARA ÇAĞRI

Kapasite Geliştirme Derneği ile Çalışmak İsteyen Uzmanlara Çağrı!

Kapasite Geliştirme Derneği (KAGED) insan hakları konusunda çalışan kuruluşların ve bunların kendi aralarında kuracakları platformların kapasitelerini geliştirmek ve çalışmalarını desteklemek amacıyla kurulmuş bir dernektir. Bu amaç doğrultusunda insan hakları örgütlerinin birlikte hareket etmelerini sağlayacak platformlar ve ağlar oluşturulmuştur ve bu alanda farklı projeler yürütülmektedir. Derneğin desteklediği bu platform ve ağlar sırayla;

  1. İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP),
  2. Cezasızlıkla Mücadelede Güçbirliği (CMG),
  3. Mülteci Hakları Koordinasyonu (MHK),
  4. İnsan Hakları Eğitimi Ağı (İHEA),
  5. İnsan Hakları Okulu (İHO)’dur.

Bu ağlar kapsamında yürütülen çalışmalar için sivil toplum örgütleri, aktivistler ve öğrencilerle birlikte çalışan, hak temelli süreçlere katkı veren uzmanları, uzman havuzumuzda yer almak üzere aşağıda belirtilen uzmanlık alanları için başvurmaya çağırıyoruz.

Aranan Uzmanlık Alanları:

  • Kişisel Siyasal, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar (Kadın, Çocuk, Engelli, Mülteci, LGBTİ+, Azınlıklar vb.)
  • İnsan Hakları Eğitimi
  • Uluslararası İnsan Hakları Mekanizmaları
  • Cezasızlık/Cezasızlıkla Mücadele Alanları
  • İnsan Hakları Hukuku ve Felsefesi
  • Bilgi Teknolojileri
  • Siyaset Bilimi (Siyaset Teorisi ve Karşılaştırmalı Siyaset)
  • İletişim

Başvuru detayları:

Başvurmak istediğiniz, uzmanlık alanınızla eşleşen başlıkları belirtebileceğiniz https://forms.gle/mF1Z38ofPEKGzqYS9 linkinde yer alan başvuru formunu doldurmanız ve özgeçmişinizi referanslarınız ile birlikte kaged@kaged.org.tr adresine göndermeniz gerekmektedir. Başvurularınız için belirlenen son tarih: 18 Eylül 2020’dir.

*Başvurunun konu kısmana “Uzman Havuzu” yazmanız rica olunur.

Türkiye’de Adalete Erişimin Durumu Konferansı

Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) ve İHOP’un AB tarafından desteklenen Adalete Erişim projesi kapsamında Türkiye’de Adalete Erişimin Durumu başlıklı konferans 10 Temmuz 2020 tarihinde 14:00-18:30 arasında gerçekleştirilecek. Konferansta sivil toplum örgütlerinin adalete erişime ilişkin güncel sorunlara yönelik olarak sahaya ilişkin tecrübeleri aktarılacak ve Türkiye’de adalete erişime yönelik mevcut sorunların uluslararası alandan bakışla bir değerlendirmesi yapılacaktır.

Konferans Programı

GÜVENLİK SORUŞTURMASI VE ARŞİV ARAŞTIRMASI KANUN TEKLİFİ ÇEVRİM İÇİ PANELİ SONUÇ BİLDİRGESİ

YİNE YENİDEN GÜVENLİK SORUŞTURMASI:
ZORUNLU MU? HUKUKİ Mİ?

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 64 milletvekili tarafından imzalanan, 19 Haziran 2020 tarihinde TBMM Başkanlığı’na verilen “Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması” kanun teklifi, TBMM Başkanlığı tarafından aynı gün İçişleri ve Adalet Komisyonlarına gönderdi. İçişleri Komisyonu, görüşülmeyi bekleyen onlarca yasa teklifini bir yana bırakarak bu teklife ilişkin olarak görüşme takvimi oluşturdu, 24 ve 25 Haziran tarihlerinde yasa teklifini oy çokluğu ile kabul etti.  Esas Komisyon olarak İçişleri Komisyonu, üyelerine 30 Haziran 2020 tarihine kadar şerhlerini yazmak için süre verdi.

Olağanüstü Hal döneminde çıkarılan 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin (7070 sayılı kanun) 74’üncü maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun devlet memurluğuna alınma şartlarını düzenleyen 48’inci maddesinde değişiklik yapılarak ek madde getirilmiş ve “güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak” şartı memurluğa alınmada ek şart olarak düzenlenmişti. Bu madde, CHP’nin iptal başvurusunun ardından Anayasa Mahkemesi tarafından 24.07.2019 tarihinde iptal edilmiş[1] ve 29 Kasım 2019 tarihinde Resmî Gazetede yayınlanmıştı.  En son 2020 Şubat ayında yayınlanan AYM kararı da 4405 sayılı yasanın 1. Maddesine yapılan eklemeyi Anayasaya Aykırı bularak iptal etmişti.

Bütün bunlara ek olarak, Anayasa mahkemesinin yakın zamanda ihlal kararı verdiği iki bireysel başvuru bulunmaktadır.

Gerekçesinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararları üzerine hazırlandığı ifade edilen bu yasa teklifi üzerine İnsan Hakları Ortak Platformu 25 Haziran 2020 tarihinde çevrimiçi bir panel gerçekleştirmiş ve yasa teklifini tartışmıştır.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim üyesi Doç. Dr. Burak Öztürk, Avukat Ziynet Özçelik, Dr. Dinçer Demirkent ve Dr. Kerem Altıparmak tarafından yapılan değerlendirmelerin sonucunda İHOP ekteki Panel Sonuç Bildirgesini hazırlamıştır.

SONUÇ BİLDİRGESİ

Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Türkiye’de uzun yıllar boyunca kanunsuz biçimde uygulanmış, 1994’te çıkarılan 4045 sayılı kanun ile yalnızca devletin güvenliği ile ilgili belirli, kanun ile sayılmış devlet güvenliği ile ilgili kurumlarda çalışacak personel için güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacağı düzenlenmiştir. Kanunsuz biçimde kararname ve genelgelere dayanılarak yapıldığı dönemde de 1994’te kanunun çıkmasının ardından da güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmaları ve çoğu zaman bunların dayanağını oluşturan fişlemeler uzun yıllardır insan hakları ihlallerine yol açmaktadır.

Kamu hizmetine girme hakkı, Anayasa’da sınırları serbestlik, eşitlik ve görevin gerektirdiği nitelikler ile çizilmiş, her yurttaşın sahip olduğu temel bir haktır. Anayasa’nın ilgili maddesinde getirilen sınırlamanın ötesinde bir sınırlamanın getirilmesi bu hakkı kullanılmaz bir hale getirecektir. Ayrıca fişlemelerin kaynağı olduğunu bildiğimiz ifade açıklamaları, protesto gösterileri, kişilerin özel yaşamı, dernek üyeliği gibi demokratik toplumun temeli olan hakların kullanımı bu sınırlamalardan çok ağır biçimde etkilenecektir. Türkiye’nin uzun yıllar boyunca üzerinde bir yük olan, demokratik bir hukuk devleti içinde kabul edilmesi mümkün olmayan “sakıncalı” yurttaş kategorisi OHAL uygulamalarıyla yeniden Türkiye’nin ağır bir insan hakları sorunu haline gelmiş, insan onurunu zedeleyecek uygulamaların yolu açılmıştır.

Kamu hizmetine girmede görevin gerektirdiği niteliklerin ötesinde bir sınırlama konması, hem Anayasa’da güvence altına alınmış kamu hizmetine girme hakkının ihlali hem de kamu yararının gözetilmemesi anlamına gelir. Kamu hizmeti, liyakat esasına göre, o hizmeti görmeye en uygun kişilerce yürütülmelidir. Dolayısıyla kamu hizmetine girmede, o hizmetin gerekleriyle bağı kurulmamış hiçbir sınırlama getirilemez. Bu bakımdan kamu hizmetine girmede güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının bir koşul olarak getirilmesi ilke olarak kabul edilemez. Ancak görevle ilgili durumlarda böyle bir soruşturmanın yapılması mümkün olabilir.

Anayasa’nın getirdiği güvencelere ve kamu yararının sağlanması için temel ölçüt olan liyakat ilkesine aykırı olarak 2-2972 Sıra Sayılı Kanun Teklifi ile kamu hizmetine girecekler için iki ayrı kategori olarak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması öngörülmektedir. Arşiv araştırması kamu hizmetine girecek herkes için düzenlenmiştir ve memuriyete girme koşulların çok ötesinde bir araştırmayı içermektedir. Adli sicil kaydı ile sınırlı kalmayan araştırma, hukuk aleminde sonuç doğurmaması bir güvence olarak öngörülmüş erteleme ve hükmün açıklanmasının geriye bırakılması kararlarından kişi hakkında devam eden ya da kesinleşmiş soruşturma ya da kovuşturmaların dayandığı olgulara kadar uzanmaktadır. OHAL döneminde binlerce uygulaması görülen soruşturmanın tamamlanmaması ya da beraat kararlarına karşın soruşturmaların dayandığı olguların sonuç doğurması, kamu görevine girecek herkes için uygulanmak istenmektedir.

Güvenlik Soruşturması yapılacak birimler ise kanun teklifinde belirsiz biçimde sayılmıştır. Örneğin kimi özel kurumların da bu kapsama alınıp alınmayacağı belli değildir. Gizlilik dereceli birimlerin belirlenmesi yönetmeliğe bırakılmıştır. Milli güvenlik için stratejik önemi haiz projelerde çalışabilecek herkes için mi yapılacağı belli değildir. Güvenlik soruşturması arşiv araştırmasının çok ötesinde bir soruşturmayı içermektedir. Arşiv araştırması ile birlikte kolluk kuvvetleri ve istihbarat birimlerindeki olgusal veriler, yabancı devlet kurumları ve yabancılarla ilişik, terör örgütleri veya suç işlemek amacıyla kurulmuş örgütlerle eylem birliği, irtibat ve iltisak içinde olup olmadığı ve mahal araştırmasını içerir. Mahal araştırmasında kişinin eşi ve birinci derecede kan ve sıhri hısımları da soruşturmanın parçası yapılacaktır.

Arşiv araştırması olarak kamu görevine girmek isteyen herkese; güvenlik soruşturması olarak da kanunda belirsiz biçimde sayılan ve özel kanunlarında güvenlik soruşturması yer alan kurumlarda uygulanacak bu işlemler sonunda toplanacak bilgilerin sunulacağı değerlendirme komisyonunun hatta atamaya yetkili amirin bu bilgilerle ne yapacağına ilişkin kanun teklifinde hiçbir belirli, öngörülebilir hüküm bulunmamaktadır.

İnsan hakları ihlallerine neden olacak ve insan onurunu zedeleyecek bu teklif kabul edilmemelidir, ÇÜNKÜ;

A. OHAL UYGULAMALARININ DEVAMI NİTELİĞİNDEDİR.

  1. Birçok kurum için güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması düzenlemesi OHAL kararnameleri ile getirilmiştir. Devlet memurları kanununa eklene ve daha sonra AYM tarafından iptal edilen 48.maddesinin 8 bendi de ilk olarak OHAL kararnamesi ile konulmuştur.
  2. Tüm kamu görevlileri için, devlet memurluğuna girişe engel sayılamayacak olguların değerlendirme komisyonunun önüne götürülmesine ve Anayasanın 70. maddesindeki kamu hizmetine girme hakkının özünü ortadan kaldıracak keyfi davranışa olanak sağlamaktadır.
  3. OHAL kararnameleriyle yaratılan iltisak, irtibat, eylem birliği gibi muğlak kavramların yarattığı “sakıncalılık” kategorisini süreklileştirmektedir.

B. ANAYASA’YA AYKIRIDIR.

  1. Anayasa’nın 13. Maddesi, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğini düzenlemiştir. Sınırlama “Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Anayasa’nın 70. Maddesinde yer alan kamu hizmetine girme hakkına ilişkin getirilen tek sınırlama kamu görevinin gerekleridir. Bunun ötesinde bir sınırlama getirilmesi Anayasa’ya aykırıdır.
  2. Anayasanın 128 Maddesinde memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenmesi güvencesi getirilmiştir. Dolayısıyla özlük işlerini düzenleyen kurallar, kanun niteliğini taşımalı; belirli ve öngörülebilir olmalıdır. Mevcut kanun teklifinde, hem hazırlık aşamasına hem de işlem aşamasına ilişkin belirsizdir ve öngörülebilir değildir, esasa ilişkin hususlar yönetmeliğe bırakılmıştır.
  3. Anayasanın 38. Maddesi, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” kuralını getirmiştir. Kesinleşmemiş soruşturma ve kovuşturmaların dayandığı olguların; erteleme ve HAGB kararlarının değerlendirme komisyonuna sunulacak olması Anayasa’nın 38. Maddesine açıkça aykırıdır.

C. ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARLARININ VE İHLAL KARARLARININ GEREKÇELERİ KARŞILAMAMAKTADIR.

  1. Kanun teklifinin gerekçesinde Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun düzenleme yapma amacına atıf yapılmıştır. Ancak teklifin içeriği, AYM’nin verdiği kararlara rağmen AYM ve AİHM içtihatlarına aykırı bir ısrarı göstermektedir.
  2. Değerlendirme komisyonunun yetki ve görevi belirsizdir.
  3. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına itiraz yolu belirtilmemiş, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının süre sınırı konmamıştır.
  4. TCK’da bir güvence olarak getirilmiş erteleme ve HAGB kurallarının getirdiği güvenceler yok sayılmış, bunların sonuç doğuracak şekilde değerlendirme komisyonunun önüne sunulması öngörülmüştür.
  5. Hangi suçların hangi kamu görevine girişte engel olarak görüleceği belirli değildir.
  6. Sonuçlanmamış soruşturmalar ve kovuşturmalar dahil olmak üzere kişinin uğradığı soruşturma ve kovuşturmaların dayandığı olguların değerlendirme komisyonuna sunulması kuralı teklife konmuş ve bunun sonucuna ilişkin hiçbir düzenlemeye gidilmemiştir.

D. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İÇTİHATLARINA AYKIRIDIR.

  1. Kamu görevlilerinin istihdamında Devletlere bir takdir marjı tanımasına rağmen, bunun sınırları da AİHM içtihatlarında belirlenmiştir. Özellikle sınırlamanın görevin gerektirdiği niteliklerle ölçülü olması, araştırılacak verilerin ne kadar geriye gideceğinin yani süresinin belirli olması, (hakkın süresiz olarak engellenmesinin sözleşmeye aykırı olacağı) ve sınırlamanın demokratik bir toplumda gerekli olması gerekleri takdir marjının sınırlarını göstermek üzere belirlenmiştir. Teklif, görevin gerektirdiği niteliklerin yerine kamu hukukumuzda yeri olmayan sadakat esasını getirmekte, bunu da demokratik bir toplumda kabul edilmesi mümkün olmayan, belirsiz, içeriği tanımlanmamış iltisak ya da eylem birliği gibi kavramlar aracılığıyla düzenlemektedir.

E. USUL BAKIMINDAN SORUNLAR YARATACAKTIR.

  1. Güvenlik soruşturması kategorisinin hangi kurumlara ve personele uygulanacağı belirsizdir. Yapılan tanımda kamu kuruluşları dışında kamu hizmeti yürüten özel sektör kuruluşlarının kapsama alınıp alınmayacağı belli değildir. İş sözleşmesi ve çalışma özgürlüğü bakımından da muğlak bir alan yaratmaktadır. Bu muğlak alanın Cumhurbaşkanının çıkaracağı yönetmelikle belirleneceği belertilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili sınırlamalar yönetmelikle yapılmaz.
  2. Güvenlik soruşturmasının yapılması öngörülen gizlilik dereceli birimler teklifte belirli değildir. Bu da Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılacak yönetmeliğe bırakılmıştır.
  3. Kanun teklifinde güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını yapacak birimlerin kuruma yorumsuz olarak bilgileri, ileteceği yazmaktadır. Bilgi sağlayan birimin, bir olgu havuzu içinden seçeceği olguların bizzat kendisi yorumdur. AYM kararlarının gerekçelerinde açıkça vurgulanmış ilkelere rağmen teklif bunun önünü açmaktadır.
  4. Bilgi sağlayıcı birimler tarafından aktarılan bilgilerin nasıl sonuç bağlanacağına ilişkin “Değerlendirme Komisyonu”nu bağlayan genel ve geçerli hiçbir ölçüt kanun teklifinde tanımlanmamıştır. Değerlendirme Komisyonunun hangi ölçütlere dayanarak karar vereceğinin ötesinde bir karar ulaşıp ulaşmayacağı bile belli değildir. Kanun niteliği taşıyan kuralların böyle belirsizlikler taşıması, kanunilik ilkesine aykırıdır.

DEĞERLENDİRME ve SONUÇ

Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Teklifi devasa bir devlet teşkilatına sahip olan Türkiye’de çok geniş bir kesimi etkileyecek, yarattığı sakıncalılık kategorisi ile en temel yurttaşlık haklarından olan kamu hizmetine girme hakkının özünü ortadan kaldıracak niteliktedir.

Kamu hizmetine girecek herkes için yapılması öngörülen arşiv araştırması, Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan koşulların ötesine geçmekte, yurttaşların kesinleşen ve kesinleşmemiş soruşturma ve kovuşturmaların dayandığı olguların, erteleme ve HAGB kararlarının kamu hizmetine girişte sonuç doğuracağını hükme bağlamaktadır. Bu olguların nasıl bir değerlendirmeye tabi tutulacağına ilişkin ise hiçbir güvence bulunmamaktadır. Güvenlik soruşturmasının yapılacağı kişiler bakımından araştırmaya konu olacak olguların yorumdan uzak olması mümkün değildir, mahal araştırmasında kişinin eşi ve birinci derece yakınları ile görevin gerekleri bağının nasıl kurulacağı belirsizdir. Değerlendirme komisyonunun bu olgularla ne yapacağına ilişkin hiçbir hüküm, güvence, belirlilik bulunmamakta; kanun teklifi tamamıyla keyfi bir uygulamanın yolunu açmaktadır.

Kanun teklifi bu haliyle kamu görevlilerin seçiminde partileşmeye kapı açacak bir yolu benimsemektedir.

Kamu hizmetinin amacı kamu yararıdır. Kamu hizmeti görmek üzere görevlendirilecek kişilerin de kamu yararı ilkesi çerçevesinin dışında bir değerlendirmeye tabi tutulmaması gerekir. Anayasa’nın 70. Maddesinde getirilen kamu hizmetine girmede hizmetin gerekleri koşulu da buna yönelik olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla kişinin kusuru ile kamu hizmetinin gerekleri arasında bir bağ kurmadan kamu hizmetine girme hakkına getirilecek her kısıtlama anayasanın sistematik yorumu bakımından anayasaya aykırı olacaktır.

Kamu Barışını tehdit altına alan bu teklif geri çekilmelidir!

[1]http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/5211f235-e50d-4493-a3ed-efde5611f003?excludeGerekce=False&wordsOnly=False

ORTAK AÇIKLAMA- İnsan Hakları Savunucularına Adalet Sağlanana Kadar Durmayacağız.

ORTAK AÇIKLAMA

03 Temmuz 2020, Duruşma Sonrası, İstanbul Çağlayan Adliyesi

 

Başından itibaren hukuk ile hiçbir ilgisi olmayan ve hiç açılmamış olması gereken bu dava yine hukuksuz bir kararla sonuçlandı. Tamamı çürütülmüş asılsız suçlamalara dayanarak verilmiş bu karar, Türkiye’nin hukuk tarihindeki kara lekelerden biridir.

Duruşma öncesinde söylediğimiz üzere, bir arkadaşımızın bile ceza almış olmasını kabul etmeyeceğiz. Üst mahkemelere taşındığı süreçte bu davanın takipçisi olmaya devam edeceğiz.

İnsan hakları savunucularına adalet sağlanana kadar durmayacağız.

 

Civil Rights Defenders
Düşünce Suçu(!)na Karşı Girişim
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği
Hak İnisiyatifi
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi
İnsan Hakları Derneği
İnsan Hakları Gündemi Derneği
Kadın Koalisyonu
Kaos GL
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği
Özgürlük için Hukukçular Derneği
Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği
Research Institute on Turkey
Sivil Alan Araştırmaları Derneği
SPoD LGBTİ+
TürkiyeAlmanya KültürForumu
Türkiye İnsan Hakları Vakfı
Uluslararası Af Örgütü
Yurttaşlık Derneği

 

 

JOINT PRESS STATEMENT

3 July 2020, After the Hearing, Çağlayan Courthouse, Istanbul

 

This prosecution, which has nothing to do with the laws and should have never been opened in the first place, is concluded with another unlawful decision. The court decision based solely on trumped-up charges, all of which have already been refuted, is another stain on Turkey’s judicial history.

As we said before the hearing, we won’t accept the conviction of even a single friend of ours. We’ll keep monitoring this case as it goes through the appeal process.

We won’t stop fighting until justice is delivered for the human rights defenders.

 

Amnesty International Turkey
Association of Lawyers for Freedom
Association for Monitoring Equal Rights
Citizens’ Assembly Turkey
Civic Space Studies Association
Civil Rights Defenders
Human Rights Association
Human Rights Agenda Association
Human Rights Foundation of Turkey
Initiative for Freedom of Expression
Kaos GL
Media and Law Studies Association
SPoD LGBTI+
Punto24 Association for Independent Journalism
Research Institute on Turkey
The Rights Initiative Association
Truth Justice Memory Center
Turkish-German Forum of Culture
Women’s Coalition

 

ADALET İÇİN BURADAYIZ!

ADALET İÇİN BURADAYIZ

ORTAK AÇIKLAMA

03 Temmuz 2020, İstanbul Çağlayan Adliyesi

Üç yıl önce Büyükada’da düzenlenen olağan bir sivil toplum toplantısında insan hakları savunucuları gözaltına alındı. Yıllarını insan haklarını korumaya adamış insan hakları savunucuları gerçeklerden uzak iddialarla gazetelerde ve televizyonlarda hedef gösterildi. Yaratılan bu iklimin gölgesinde hiçbir hukuki gerekçe olmadan tutuklandılar.

Hazırlanan iddianamede akla mantığa aykırı bambaşka suçlamalar yöneltildi. Geçtiğimiz üç yıl boyunca görülen duruşmalarda delilleriyle çürütülen bu iddialar, 27 Kasım 2019 tarihinde yapılan duruşmada sunulan mütalaada yer almaya devam etti. Kanun gereği savcılık makamı adil yargılanmayı sağlamak ve sanıkların haklarının korumakla yükümlüyken, çürütülen iddialara dayanarak sanıkların cezalandırılmasını talep etti. Savcıların görevi sanıkların ne olursa olsun cezalandırılması değil, hakikatin ortaya çıkmasına katkı sağlamaktır.

Aslında hiç açılmamış olması gereken bu davanın bugün görülecek duruşmasında hukuka uygun şekilde verilebilecek tek karar 11 hak savunucusunun hiçbir istisna olmadan beraat etmesidir.

Mahkemenin, mütalaanın açık ve kabul edilemez hataları olduğunu dikkate alarak bu davada yargılanan tüm insan hakları savunucuları hakkında beraat kararı vermesini bekliyoruz.

 

Civil Rights Defenders, Düşünce Suçu(!)na Karşı Girişim, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Kadın Koalisyonu, Kaos GL, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Özgürlük için Hukukçular Derneği, Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Research Institute on Turkey, Sivil Alan Araştırmaları Derneği, SPoD LGBTİ+, TürkiyeAlmanya KültürForumu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü, Yurttaşlık Derneği

 

WE ARE HERE FOR JUSTICE

JOINT PRESS STATEMENT

3 July 2020, Çağlayan Courthouse, Istanbul

Three years ago, during a routine civil society workshop in Büyükada island, human rights defenders were detained by police. Human rights defenders who spent many years defending human rights were targeted with baseless allegations and a smear campaign on TV and newspapers. In the shadow of a climate of fear, they were imprisoned without any lawful justification.

The indictment contained a number of absurd allegations. These baseless allegations that were consistently refuted with evidence in the hearings over the past three years were repeated in the prosecutor’s final opinion at the hearing on 27 November 2019. The prosecution, which is responsible by law to ensure the fairness of trials a and the protection of defendants’ rights, have requested instead, convictions for some of the defendants on the basis of disproven allegations. Prosecutors’ obligation is not to have the defendants convicted regardless, but to help reveal the truth.

Today, at the final hearing of this prosecution which should have never been opened, the only fair judgment will be the acquittal of all 11 human rights defenders without exception.

By taking into consideration the explicit and unacceptable flaws in the prosecutor’s opinion, we expect the court to the acquit all human rights defenders on trial in this case.

 

Amnesty International Turkey, Association of Lawyers for Freedom, Association for Monitoring Equal Rights, Citizens’ Assembly Turkey, Civic Space Studies Association, Civil Rights Defenders, Human Rights Association, Human Rights Agenda Association, Human Rights Foundation of Turkey, Initiative for Freedom of Expression, Kaos GL, Media and Law Studies Association, SPoD LGBTI+, Punto24 Association for Independent Journalism, Research Institute on Turkey, The Rights Initiative Association, Truth Justice Memory Center, Turkish-German Forum of Culture, Women’s Coalition

Türkiye’de Hukuk Mesleğinin Bağımsızlığına Yönelik Mevcut Tehditler Konferansı

Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) ve İHOP’un AB tarafından desteklenen Adalete Erişim projesi kapsamında 8 Haziran 2020 tarihinde Türkiye’de Hukuk Mesleğinin Bağımsızlığına Yönelik Mevcut Tehditler Konferansı yapılacaktır. Türkiye’nin bölge barolarının başkanlarının ve temsilcilerinin yanısıra Türkiye’den ve yurtdışından hukukçuların ve uzmanların, uluslararası sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin ve diplomatik temsilcilerin katılımı ile düzenlenecek konferansta baroların kurumsal bağımsızlığının sağlanması, avukatların bağımsızlığı, Türkiye’de hukuk mesleğinin ve baroların düzenlenmesi konusundaki mevcut gelişmeler ile ileriye dönük muhtemel gelişmeler konuşulacaktır. Konferansta ayrıca uluslararası hukuk ve diğer uluslararası standartlar ile karşılaştırmalı deneyimler ışığında bu gelişmelere ilişkin görüşler tartışmaya açılacaktır.

Konferans Programı

HRANT DİNK VAKFI YALNIZ DEĞİLDİR!

 

Günümüzde bir devletin varlığının ve meşruiyetinin vazgeçilmez gerekçesi, bir hukuka sahip olmasının yanı sıra en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korumasını ayrım gözetmeksizin herkes için güvence altına alması ve adaleti tesis etmesidir.

Hrant Dink Vakfı kurucularının, hukukçularının ve tüm çalışanlarının can güvenliklerine yöneltilen tehditler ve nefret söylemleri ivedilikle ve kararlı bir irade ile kınanmalı, bu tehditlerde bulunanların tespit edilmesi ile yetinilmeyip, arka planları açığa çıkarılarak aydınlatılıp cezalandırılmalıdır. Keza bu türden girişimlerin tekrarını önleyecek tedbirlerin bir an önce alınması da sağlanmalıdır.

Hiç kimsenin bir başkasını kendisi ile aynı inançlara ve etnik kökene sahip olmadığı,  düşünmediği ya da davranmadığı için dışlamaya, düşman gibi gösterme ve hele hele yaşam hakkını elinden almaya hakkı yoktur.

Hrant Dink Vakfı kurucularının, hukukçularının ve tüm çalışanlarının yanlarında olacağımızı; İnsan hakları örgütleri ve savunucuları olarak bu ve benzeri olayların aydınlatılarak, adaletin sağlanması sürecini hassasiyetle takip edeceğimizi tüm kamuoyuna duyururuz.  30.05.2020

 

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği

Hak İnisiyatifi

İnsan Hakları Derneği

İnsan Hakları Gündemi Derneği

Uluslararası Af Örgütü-Türkiye Şubesi

Yurttaşlık Derneği

 

 

Dünya Basın Özgürlüğü Günü-Ortak Açıklama

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü

ORTAK AÇIKLAMA

Hükümetler, Covid 19’un yaygınlaşmasını ve insan yaşamını tehdit eden etkilerini azaltmak için mücadele ederlerken, bir dizi olağanüstü tedbirlere başvururlarken, aynı zamanda hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine de bağlı kalmak zorundadırlar.

Bir ülkede temel insan hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmez unsurlarından biri, bilgiye erişime ve ifade özgürlüğüne sahip bağımsız, özgür ve çok sesli bir basının mevcudiyetidir.  Bugün ülkemizin yaşamakta olduğu durum ise gerek insan hakları açısından, gerek basın özgürlüğü açısından son derece kaygı vericidir.

Bütün hükümetlerin program ve vaatlerinde, basın ve ifade özgürlüğü en ön sıralarda yer almasına rağmen, fiiliyatta tersine yaşanmış; medya kuruluşlarını, gazetecileri ve diğer basın çalışanlarını cezalandırmanın ve susturmanın bir aracı olarak Türk Ceza Yasası, Terörle Mücadele Yasası ve diğer yasalar tahkim edilmişlerdir.

Basın ve ifade özgürlüğü ihlalleri karşısında başvurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararlarının gerekleri ise, ya yerine getirilmemekte ya da görmezden gelinmektedir.

Türkiye, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan 2020 Yıllık Basın Özgürlüğü Raporunda, Rusya ve Azerbaycan ile birlikte cezaevlerinde tuttukları gazeteciler bakımından en ön sırada yer almaktadır. Keza, Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda araştırmalar yapan kuruluşların da belirli aralıklarla açıkladıkları verilerde, Türkiye’de basının ne denli iç karartıcı bir durumda olduğu görülmektedir.

Terörü teşvik etme, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte terör örgütüne yaradım yataklık yapma, casusluk” gibi suçlamalardan ötürü mesleklerini icra eden 100 civarında gazeteci, ceza infaz kurumlarında tutulmaktadır. Covid-19 salgını gerekçe gösterilerek Ceza İnfaz Kanununda yapılan son değişikliklerden yararlandırılmamış ve salgının olası olumsuz etkileri bakımından son derece kritik olan cezaevi koşullarında tutularak, ikinci bir cezalandırmaya maruz bırakılmışlardır. Üstelik yasa uygulamasında bazı tutuklular lehine bir yoruma mahal bırakmamak için özel bir hüküm bile ilave edilmiştir.

Yapılan bazı mevzuat değişikliklerinin yanı sıra alınan idari ve yargısal tedbirler sonucu, sadece ulusal ölçekte faaliyet gösteren medya kuruluşları değil, aynı zamanda yerel medya kuruluşlarının da faaliyet koşulları zorlaştırılmış, hatta imkansız hale getirilerek hükümet yanlısı ve tekelci bir medya ortamı güçlendirilmiştir.

İçişleri Bakanlığının anlaşılmaz bir yorumla ele aldığı bir siber suç tanımından hareketle, sanal ortamda yer alan yayınları takip etmekle görevlendirilen ve polis bünyesinde organize edilen ekiplerce, basın ve ifade özgürlüğü ilkelerine aykırı olarak erişim engelleme, gözaltına alma ve tutuklamalar gerçekleşmektedir. Bu uygulamalardan kaynaklanan oto-sansür ile de, insanların bilgilenme ve haber alma haklarını ve muhakeme kapasitelerini hiçe sayan bir iklim oluşturulmaktadır. Bu tür eylemleri Anayasaya aykırı bulan Anayasa Mahkemesinin kararları ise etkisiz kılınmaktadır.

Yaşamakta olduğumuz bütün bu zorluklara rağmen, etkisi ve özgür faaliyetleri kısıtlansa ve pek çok engel ve zorlukla karşılaşsa da, toplumun gerçekleri öğrenmesini-bilgilendirilmesini sağlayacak en önemli kurumun basın ve medya olduğu gerçeğinden hareketle kısıtlamaların ve baskıların geçiciliğine inanıyoruz.

Bu vesileyle basın çalışanlarına zorlu mücadelelerinde başarılar diliyor, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günlerini kutluyoruz.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği – Hak İnisiyatifi Derneği – İnsan Hakları Derneği –İnsan Hakları Gündemi Derneği – Uluslararası Af Örgütü – Yurttaşlık Derneği

Ceza İnfaz Düzenlemesine Yönelik İHOP Ortak Görüşü

Ceza İnfaz Yasası’nda Değişiklik Yapılmasına Yönelik Kanun Teklifi üzerine İHOP Ortak Görüşü

6 Nisan 2020

Bu Yasa Teklifi Toplumun Vicdanını ve Adalet Duygularını Sarsacaktır!

Devletlerin, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanmasından sorumlu olduğu tartışılmaz bir yükümlülüktür.  Alıkonulma yerleri, fiziksel, sosyal ve çevresel koşulları bakımından ve korunmak için gerekli olduğu açıklanan “sosyal mesafe” tedbirinin gerçekleşemeyeceği mekânlardır. Bu nedenle, alıkonulma yerlerinin özellikle salgın durumlarında hangi tedbirler alınarak ve nasıl yönetileceği konusu da özel bir önem taşımaktadır.

7 Nisan Salı günü TBMM Genel Kurulunda görüşüleceği açıklanan “Ceza İnfaz Yasası’nda Değişiklik Yapılmasına Yönelik Kanun Teklifi”, içeriği ve kapsamı açısından incelendiğinde, insan hakları örgütleri tarafından ısrarla ifade edilen sorunlara ve taleplere yanıt vermemektedir. Bu teklif insan hakları dikkate alınarak düzenlenmediği gibi, bir salgınla mücadele etmek üzere insanların güvenliğini ve sağlığını esas alan koruyucu tedbirler sağlayacak bir yönetim planından da yoksundur. Keza bir salgın sırasında kapalı infaz kurumlarında gözetilmesi gereken temel koruyucu kriterlerden de yoksundur.

Dünya Sağlık Örgütü, BM İşkenceye Karşı Sözleşme Organları, Avrupa Konseyi İşkenceye Karşı Komite gibi kuruluşlar tarafından da açıkça ifade edilen temel kriterler, bu teklifin ne gerekçelerinde ne de maddelerinde yapılan düzenlemeler de gözetilmemiştir.

Bu teklif ile cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlüler arasında ayrımcılık yapılmaktadır. Yaşanan salgın riski nedeniyle bu ayrımcılık, yaşam hakkı bakımından cezaevindeki insanlar arasında tercih yapmaktadır. Oysa devletin görevi herkesin yaşam hakkını eşit bir biçimde korumaktır.

Uzun yıllardır Türkiye’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gündeminde yer alan hasta mahpuslar, yaşlı mahpuslar, çocukları ile birlikte özgürlüğünden alıkonulmuş kadın mahpusların öncelikle ve ayrımsız olarak tahliye edilmeleri ve salgından korunmaları sağlanmalıdır.

Öte yandan, başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları olmak üzere, uluslararası insan hakları kuruluşları ve Türkiye’deki insan hakları örgütleri tarafından yıllardır ısrarla ifade ettiği gibi Türkiye, ifade özgürlüğünün en hoyratça ve keyfi olarak ihlal edildiği ülkelerin başında gelmektedir.

Türkiye’nin bir diğer insan hakları sorunu da yargılama öncesi ya da yargılama sırasındaki tutuklulukla ilgilidir. Uzun tutukluluk uygulamalarının bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığına dair çok güçlü emareler bulunmaktadır. Terör kavramının son derece muğlak olduğu, hoşa gitmeyen ifadelerin bile kolaylıkla terör suçuyla ilişkilendirildiği Türkiye’de ceza ve tutukevleri, gazeteciler, siyasetçiler, sanatçılar, insan hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşu mensupları ile doludur.

Çıkarılan yargı reform paketleri, yapılmaya çalışılan insan hakları eylem planı, aslında Adalet Bakanlığı’nın bu sorunları bildiğini ve kabul ettiğini de göstermektedir. Eğer bazı istisnalar olacak ise bu istisnalar, kamu vicdanını yaralayacak ve adalete olan güveni sarsacak bir ayrımcılık olarak konulan hükümlerle değil, her bir bireyin kendi koşulları üzerinden tanımlanmalıdır.

Bu salgın, Türkiye’nin sadece sağlık tedbirleriyle değil, bu tedbirler münasebetiyle insan haklarına olan saygısını ve bağlılığını da ortaya çıkaracak ciddi bir sınavıdır aynı zamanda.  Bu fırsat kaçırılmamalıdır. Bu nedenle, insan onurunu temel alan, insan hakları hukukuna uygun ölçütlerin kullanıldığı, şeffaf ve denetlenebilir bir planın acilen devreye konulmasını ve insan hakları örgütlerinin sesine kulak verilmesini talep ediyoruz.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği – Hak İnisiyatifi Derneği – İnsan Hakları Derneği –

İnsan Hakları Gündemi Derneği – Yurttaşlık Derneği