Örnek Resim

İHOP’un Kuruluşu

İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP), hükümet dışı insan hakları örgütlerinin insan hakları alanında tek başlarına etkili çözüm üretemedikleri alanlarda birlikte hareket etmelerine olanak sağlayacak bir ortam yaratmak üzere 25 Haziran 2005’de Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd), İnsan Hakları Derneği (İHD), İnsan Hakları ve Mazlumlarla Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi tarafından kuruldu.
İHOP’un kuruluş fikri, Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesiyle birlikte başlayan reform sürecinde ortaya çıktı. Türkiye’de hukukun üstünlüğü prensiplerine ve insan haklarına dayalı sağlıklı ve kalıcı bir demokratik sistemin oluşmasında insan hakları örgütlerinin katkısını güçlendirmek amacıyla ortak çalışma yapma ihtiyacından doğdu. 2005 yılında başlayan bu ortak çalışma alanı, zaman zaman küçülerek, zaman zaman genişleyerek bugüne kadar varlığını sürdürdü.

Hukukun Araçsallaştırılmasına, Halk İradesinin Yok Sayılmasına ve Siyasi Tasfiye Operasyonlarına Karşı Demokratik Değerleri ve Özgürlükleri Savunuyoruz. 24.03.2025

Türkiye’de, Mart 2024 yerel seçimlerinde ortaya konan halkın demokratik iradesine yönelik sistematik bir saldırı süreci yaşanmaktadır. Seçim sonuçlarını ortadan kaldırmaya ilişkin bu saldırılarla, önce Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp yerlerine kayyım atanmış; ardından İstanbul’da halkın oylarıyla seçilmiş yöneticiler hedef alınmıştır. Bu baskı sürecinin son halkası, İstanbul Esenyurt ilçesi belediye başkanının tutuklanması ile başlamış bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’ın, “yolsuzluk” suçlaması gerekçesiyle, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan’ın ise terörle mücadele mevzuatı gerekçe gösterilerek tutuklanması ile devam etmiştir.
Adalet sisteminin temel ilkelerinden biri, kişisel özgürlüğün kural, özgürlük kısıtlayıcı tedbirlerin ise istisna ve ancak son çare olmasıdır. Ancak bugün Türkiye’de tutuklama, yalnızca bir cezalandırma ve gözdağı verme aracı olmaktan çıkmış; iktidarın, seçimle göreve gelen kişileri sistematik biçimde devre dışı bırakmak ve halkın iradesini etkisizleştirmek amacıyla başvurduğu bir siyasal tasfiye aracına dönüşmüştür. Ayrıca, yalnızca tutuklama değil; ev hapsi, adli kontrol gibi özgürlük kısıtlayıcı önlemler de hukuki standarttan yoksun şekilde, keyfi biçimde uygulanmaktadır. Bu keyfilik, hukukun öngörülebilirliğini ortadan kaldırmakta, kişisel özgürlükleri tamamen siyasal iktidarın insafına bırakmaktadır.
Başlatılan cezai soruşturmalar, suçun kanıtlanmasına değil, siyasi saikler içeren suçlamalara dayanmaktadır. Ayrıca, Seçilmiş temsilcileri cezaevine koymak ve yerlerine kayyım atamak Anayasanın 127nci maddesine aykırıdır. Ne yazık ki yerleşik bir uygulama haline getirilen seçim sonuçlarının yok sayılması artık istisnai değil; demokrasinin, hukukun ve temel hakların yok sayıldığı bir rejim inşasının parçalarıdır.
Öte yandan, bu hukuksuzluklara karşı çıkmak amacıyla anayasal haklarını kullanarak barışçıl toplantı ve gösteri yapan kişilere karşı idarenin tutumu da hukuka aykırılıklar içermektedir. İstanbul Valiliği olağanüstü dönemlerde bile ölçülülüğü tartışmalı olacak düzeyde, hak ve özgürlüklerin kullanımını kısıtlayan kararlar alarak anayasal hakları fiilen kullanılmaz hale getirmiştir. Valilik, herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın, 19 Mart’tan 27 Mart’a kadar İstanbul’da tüm gösterileri ve şehre giriş-çıkışları kontrole tabi tutulmuştur. Anayasal haklarını kullanmak isteyen yurttaşlara karşı ise, güvenlik güçleri tarafından orantısız güç kullanılmıştır. Bu uygulamalar yalnızca İstanbul ile sınırlı kalmamış; 19 Mart sonrasında birçok ilde valilikler benzer şekilde protesto gösterilerine yönelik yetkilerini aşan yasaklar ve kısıtlamalar getirmiştir. Bu uygulamalar demokrasinin, hukuk devleti normlarının ve temel hakların idari kararlarla ihlal edilmesi ve anayasal hakların ortadan kaldırılmasıdır.
Bütün bunlara rağmen gençler başta olmak üzere toplumun her kesiminden milyonlarca insan, gözaltılar ve baskılar karşısında ifade özgürlüğü ve gösteri hakkını kullanarak iktidarın hukuk dışı uygulamalarına karşı meşru ve kitlesel bir protesto örneği sergilemiştir. Farklı siyasi eğilimlerden milyonlarca insanın bu ihlallere karşı gösterdiği tepkiye kayıtsız kalınmamalıdır.
Bu çerçevede açık çağrımızdır;
• Ekrem İmamoğlu ve ilçe belediye başkanları ile çalışanlarına yönelik hukuka aykırı tutuklama kararları ortadan kaldırılmadır.
• Halkın iradesini yok sayan kayyım uygulaması yasalardan çıkarılmalı ve geçmiş uygulamaların tüm hak ihlalleri giderilmelidir.
• İstanbul’da ve diğer illerde ilan edilen gösteri ve seyahat yasakları kaldırılmalı, anayasal haklara saygı gösterilmelidir.
• Yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü tesis edilmelidir.
Türkiye, başta Anayasa olmak üzere, taraf olduğu insan hakları sözleşmeleri ve Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olarak, demokratik değerlere, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermelidir. Bu taahhütlere uymak, yargı organları dahil tüm devlet kurumları için geçerlidir.
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği – Hak İnisiyatifi Derneği – İnsan Hakları Derneği –
İnsan Hakları Gündemi Derneği – Yurttaşlık Derneği

TÜRKİYE’DE LGBTİ+ KİMLİĞİNİ KRİMİNALİZE EDEN TEKLİF, İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNE AÇIKÇA AYKIRIDIR!

18 Mart 2025

Türkiye’de Anayasa’yı uygulama sorumluluğuna sahip bakanlıklar tarafından hazırlandığı ileri sürülen ve LGBTİ+ ları kriminalize etmeyi amaçlayan yasa taslağı, uluslararası insan hakları hukukuna ve Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere açıkça aykırıdır. Genel ahlak tanımı, herkesin doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlükler ve demokratik devletin bu özgürlükleri koruma yükümlülüğü ile sınırlanır. Demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı, temel hak ve özgürlükleri ölçüsüzce sınırlayan bir genel ahlak tanımlaması yapılması Anayasa’nın 13. Maddesinin de ihlal edilmesidir.

AİHM, Dudgeon Kararı’nda, “genel ahlak bahanesiyle temel hakların ihlal edilmesinin kabul edilemez olduğunu” belirtmiştir. BM İnsan Hakları Komitesi ise Toonen Kararı’nda, genel ahlak kavramının uluslararası insan hakları normları ile uyumlu olarak yorumlanması gerektiğini ifade etmiş ve cinsel yönelim temelinde ayrımcılığın meşru bir gerekçesi olamayacağını açıkça belirtmiştir. Bu teklif, yalnızca temel insan haklarını ihlal etmekle kalmayıp, toplumsal ayrımcılığı ve keyfi cezalandırmayı kurumsallaştırmakta, nefret iklimini körüklemekte, LGBTİ+ ların yaşam hakkını tehdit etmekte ve ayrımcılığı meşrulaştırarak devlet eliyle nefret söylemi üretme riskini taşımaktadır.

Hazırlanan yasa taslağı, başta işkence ve kötü muamele yasağı olmak üzere, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını, özel hayata saygı hakkını ve ayrımcılık yasağını ihlal etmektedir.

İşkence ve Kötü Muamele Yasağı bakımından;

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), LGBTİ+’lara yönelik her türlü kötü muamelenin, insan onuruna saygı ile bağdaşmayan korku, ıstırap ve güvensizlik duygusu uyandırması halinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi kapsamında mutlak bir hak ihlali oluşturduğunu açıkça vurgulamıştır. (Bkz. Aghdgomelashvili ve Japaridze / Gürcistan (2020, § 49),M.C. ve A.C. / Romanya (2016, § 119), Women Initiative Support Group ve Diğerleri / Gürcistan (2021, §§ 60-61), Oganezova / Ermenistan (2022, § 97), Romanov ve Diğerleri / Rusya (2023, § 68)). Bu taslak, LGBTİ+’ları doğrudan hedef alarak onları toplumsal dışlanmaya ve kötü muameleye açık hale getirmektedir. Bu durum, Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine aykırıdır.

Özgürlük ve Güvenlik Hakkı bakımından;

LGBTİ+’ları kriminalize eden düzenlemeler, doğrudan keyfi göz altıları, haksız yargılamaları ve hukuka aykırı tutuklamaları beraberinde getirecektir. Türkiye’nin taraf olduğu Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 9. Maddesi ve AİHS’in 5. maddesi, hiç kimsenin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasını net bir şekilde yasaklamaktadır. BM İnsan Hakları Komitesi, Toonen v. Avustralya (1994) kararında, cinsel yönelim temelinde ceza uygulanmasının keyfi bir müdahale olduğunu ve özgürlük hakkını ihlal ettiğini belirlemiştir.

Özel Hayata Saygı Hakkının İhlali bakımından;

AİHM’in yerleşik içtihadına göre, cinsiyet kimliği, isim, cinsel yönelim ve cinsel yaşam, AİHS 8. maddesi kapsamında özel hayatın gizliliği hakkı ile güvence altına alınmıştır. (Dudgeon/Birleşik Krallık (1981, § 41), B./Fransa (1992, § 63), Smith ve Grady/Birleşik Krallık (1999, § 71), Beizaras ve Levickas/Litvanya (2020, § 109), A.K./Rusya (2024, § 30)).

Anayasa Mahkemesi de, Anayasa’nın 20. Maddesi kapsamında özel hayatın gizliliğini güvence altına alan kararlar vermiştir. Mahkeme, Serdar Erkek Başvurusunda bireyin mahremiyet hakkının özel hayata saygı hakkı kapsamında olduğu belirtilerek “özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel içerikli eylem ve davranışların özel hayata saygı hakkının kapsamında olduğunda kuşku yoktur. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere girebilecekleri özel bir alana işaret eder” tespitinde bulunarak Anayasanın 20. Maddesinin ihlal edildiği yönünde karar vermiştir. ((2014/5393, Karar Tarihi: 15/2/2017)

AİHS madde 8 ve BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi madde 17, bireylerin özel yaşamlarına keyfi ve hukuka aykırı şekilde müdahale edilmesini kesin bir dille yasaklamaktadır. Dudgeon v. Birleşik Krallık (1981) kararı, LGBTİ+ kimliğine sahip olmayı suç sayan yasaların özel hayata yönelik ağır bir ihlal teşkil ettiğini ve AİHS’ açıkça aykırı olduğunu ortaya koymuştur.

Ayrımcılık Yasağı bakımından;

AİHS madde 14, tüm bireylerin hukuken eşit olduğunu ve cinsel yönelim temelinde ayrımcılığa uğramalarının yasak olduğunu açıkça düzenlemektedir. Avrupa Konseyi ve BM Komiteleri, LGBTİ+ ‘ları kriminalize eden yasaların ayrımcı, hukuksuz ve keyfi olduğunu defalarca belirtmiştir.

 

Sonuç olarak;

 

LGBTİ+‘ları hedef haline getirecek olan bu taslağın yasalaşması açık bir şekilde ayrımcılığa ve hukuksuzluğa yol açacak, Anayasa’nın ve uluslararası yükümlülüklerini ihlal edilmesi ve Türkiye’nin insan hakları siciline ağır bir ihlal olarak işlenecektir. Türkiye’de hukuk devleti ilkelerinin ve demokratik değerlerin korunması için, bu taslağın yasama süreçlerine hiçbir şekilde sokulmaması gerekmektedir.

Hükümet, Anayasa’nın insan haklarını sınırlamaya ilişkin ilkelerini belirleyen 13. Maddesi ile taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerine tam bağlılık gösterilmeli, ayrımcılığa karşı etkin koruyucu politikalar geliştirilmeli ve LGBTİ+ ’ların temel hakları eksiksiz güvence altına almalıdır.

Biz, insan hakları savunucuları olarak, ayrımcılığa karşı mücadelemizi sürdürecek ve herkes için temel hak ve özgürlüklerin savunucusu olmaya devam edeceğiz.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği – Hak İnisiyatifi Derneği – İnsan Hakları Derneği– İnsan Hakları Gündemi Derneği – Yurttaşlık Derneği

Her yıl aynı tarihte sadece depremde kaybettiklerimizi anmakla yetinmiyoruz, Kayıplarda sorumlulukları bulunanların da adalet önünde hesap vermesini bekliyoruz!

Her yıl aynı tarihte sadece depremde kaybettiklerimizi anmakla yetinmiyoruz,
Kayıplarda sorumlulukları bulunanların da adalet önünde hesap vermesini bekliyoruz!

6 Şubat 2025

Bugün, 6 Şubat 2023’te meydana gelen ve en az 50 binden fazla insanın hayatını kaybettiği depremlerin ikinci yılı da sona erdi. Çoğu zaman insanların hayatına mal olan deprem ve diğer doğal hadiselerin sadece birer doğal felaket olarak görülmeleri doğru değildir; bunlar aynı zamanda kamu idaresinin ihmalleriyle de derinleşen bir insanlık trajedisidir. Geçen iki tam yıla rağmen, görevlerini kötüye kullanmaları ve ihmalleri sonucu can ve mal kayıplarının önlenmesi hususunda sorumlu bulunan kamu yetkilileri hakkında açılmış bulunan dava sayısı son derece sınırlı kalmıştır.

Bu durumun başlıca sebeplerinden biri, ‘4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında’ki kanundur. Ağır kayıplara ve yaralanmalara yol açan ihmal ve hataları bulunan kamu görevlilerinin yargı önüne taşınmasını engelleyerek, adaletin önünde bir duvar oluşturmaktadır. Kamu görevlilerinin hesap vermesini neredeyse imkânsız hâle getiren bu Kanun kaldırılmalıdır.

Depremde yakınlarını ve sevdiklerini kaybeden on binlerce insanın acısı hâlâ tazedir. Devletin görevi, bu acıyı hafifletmek, sorumluları yargı önüne çıkarmak ve bir daha benzer felaketlerin yaşanmaması için hesap verebilir bir yönetim anlayışını hâkim kılmaktır. Ancak bugüne kadar atılan adımlar, ihmallerin üstünü örtme çabalarından öteye geçmemiştir.

Adalet geciktikçe, sorumluluklarını yerine getirmeyenler cesaretlenmekte, kayıplarımızın unutulmaları istenmektedir.

Devlet, pozitif yükümlülüklerini yerine getirene ve sorumlular yargılanana kadar mücadelemiz sürecektir. Hepimizin gözleri önünde yaşanmış olan acılarda ihmalleri olanları da unutmayacağız, unutturmayacağız!

 

Eşit Haklar için İzleme Derneği – Hak İnisiyatifi Derneği – İnsan Hakları Derneği

İnsan Hakları Gündemi Derneği – Yurttaşlık Derneği

Kartalkaya Faciası: İnsan Haklarının İhlali ve Hesap Verme Zorunluluğu

Kartalkaya Faciası: İnsan Haklarının İhlali ve Hesap Verme Zorunluluğu
Açıklama, 23 Ocak 2025
İnsan hakları Ortak Platformu

Grand Kartal Otel’de meydana gelen yangın faciasında sevdiklerini, yakınlarını ve arkadaşlarını kaybedenlere en derin taziyelerimizi iletiyoruz. Bu acı olayın ardından içimizde derin bir üzüntüyle birlikte tarif edilemez bir öfke taşımaktayız. Zira bu yangın, tamamen öngörülebilir ve önlenebilir bir felaketti.

İçlerinde çocukların da bulunduğu tam 79 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan bu trajedinin ardından, şu soruyu sormak zorundayız: Bu kadar vahim bir sonuç neden yaşandı? İnsanların yaşam hakkını hiçe sayarak yapılması gerekenleri yerine getirmeyenler, bu ihmaller zincirinin asli sorumluları ne zaman hesap verecek? “Bir daha olmasın” talebimiz, ne zaman ciddiye alınacak?

Bu facia, yalnızca bireysel kayıplar değil, aynı zamanda devletin ve ilgili kurumların insan haklarını koruma yükümlülüğünü yerine getirmediğini de açıkça ortaya koymaktadır. Yangın riski konusunda gerekli tedbirlerin alınmaması, denetimlerin yapılmaması ve önleyici mekanizmaların işletilmemesi, bu trajedinin en temel nedenleridir. Bu, bir kazadan öte, bir hak ihlalidir.

İnsan yaşamı ve güvenliği, hiçbir zaman ihmale kurban edilemez! Bu yangının sorumluları, yalnızca vicdanlarda değil, aynı zamanda hukuk önünde de hesap vermek zorundadır. Bizler, bu facianın tüm boyutlarıyla aydınlatılması, sorumluların yargılanması ve gelecekte benzer trajedilerin yaşanmaması için gerekli tüm önlemlerin alınması adına mücadele etmeye devam edeceğiz.

Kartalkaya Faciası, yaşam hakkı ihlalinin ne denli ağır sonuçlara yol açtığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu trajediden ders çıkarmak bir tercih değil, bir zorunluluktur. Adalet, bir daha can kaybı yaşanmaması için derhal harekete geçmelidir!

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği – Hak İnisiyatifi Derneği – İnsan Hakları Derneği –İnsan Hakları Gündemi Derneği – Yurttaşlık Derneği

Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkına ilişkin AİHS’e ek bir Protokolün kabul edilmesi için kampanya

Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek bir Protokolün kabul edilmesi için başlatılan uluslararsı kampanya’ya şimdiye dek 509 kişi/örgüt katıldı. Kampanya’ya katılmak isteyen örgüt ve kişiler için kampanya adresi : https://healthyenvironmenteurope.com/endorsements/

“Dışişleri Bakanlarına ve Daimi Temsilcilerine
Avrupa Konseyi Üye Devletleri

Ekselansları,
Bizler, bu mektubu imzalayan sivil toplum örgütleri, toplumsal hareketler ve Yerli Halk Örgütleri olarak, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’ne ek bir Protokol yoluyla temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreye sahip olma hakkının bir an önce tanınması çağrısında bulunuyoruz. Bu talep, kıta genelinde çocuklar, gençler ve diğer birçok kesim için temel bir önceliği yansıtmaktadır ve insan hakları, çevrenin korunması, toplumsal cinsiyet eşitliği, sosyal içerme için çalışan örgütlerin yanı sıra sendikalar ve inanç temelli örgütlerden oluşan geniş bir koalisyon tarafından desteklenmektedir.

İklim değişikliği, kirlilik ve biyolojik çeşitlilik kaybından oluşan üçlü gezegensel krizin olumsuz etkileri, Avrupa Konseyi Üye Devletlerinde yaşayan tüm insanlar tarafından hissedilmektedir. Kıta genelinde her yıl 300.000’den fazla insan atmosferik kirlilik nedeniyle erken ölmektedir. Hızlanan iklim krizi, benzeri görülmemiş sıcak hava dalgalarını, uzun süreli kuraklıkları, tekrarlanan selleri, deniz seviyesinin yükselmesini ve toplumları ve ekosistemleri tahrip eden feci orman yangınlarını körüklemektedir. Akdeniz’den Kuzey Kutup Dairesi’ne kadar tüm ekosistemler çökmekte ve toplumlar, biyolojik çeşitliliğin geri dönüşü olmayan kaybından, güvenli içme suyu tedarikini etkilemekten, kötü hava kalitesine katkıda bulunmaktan, gıda güvenliğini tehdit etmekten, toplulukların direncini azaltmaktan ve kültürel uygulamaları yok etmekten kaynaklanan sonuçlardan muzdariptir. Sonuç olarak, genç nesiller artık yeni endişe biçimleriyle büyüyor. Bu krizler mevcut eşitsizlikleri daha da kötüleştirmekte ve halihazırda marjinalleştirilmiş durumda olanların insan haklarını en ciddi şekilde etkilemektedir.

Kırk altı Avrupa Konseyi Üye Devletinin kırk ikisinde temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkı, ulusal anayasalar, mevzuat, mahkeme kararları veya bu Devletlerin Aarhus Sözleşmesine Taraf olmaları nedeniyle zaten korunmaktadır. Avrupa’da yaşayan insanlara verilen zararların boyutu ve temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının yorumlanması ve uygulanmasında ortak bir yaklaşıma varılmasının önemi, Avrupa Konseyi’nin temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkını tanıyan ve koruyan bağlayıcı bir yasal çerçevenin kabul edilmesi yönünde acilen kararlı adımlar atmasını zorunlu kılmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek bir Protokolün kabul edilmesi, çevre krizine insan hakları temelli en güçlü ve etkili yanıtı verecek, insan haklarının korunmasındaki bir boşluğu dolduracak, gerekli politikaların netleştirilmesine yol açacak ve mevcut ve gelecek nesillerin korunması için hayati önem taşıyan hesap verebilirliği teşvik edecektir. Avrupa genelinde temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının yasal olarak korunmasını güçlendirecek ve sağlamlaştıracak, tüm insan haklarından yararlanılmasını daha da güvence altına alacaktır. Ayrıca kıtadaki hükümetleri, politikalarını şirket aktörlerinin tecavüzlerine ve istismar edici yargı eylemlerine karşı savunmak için ek yasal normlarla donatacaktır.

Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkı uluslararası ve bölgesel organlar tarafından tanınmıştır. BM İnsan Hakları Konseyi Ekim 2021’de aldığı bir kararla bu hakkı tanımış ve BM Genel Kurulu da Temmuz 2022’de aynı kararı almıştır. Daha da önemlisi, Avrupa Konseyi’nin her bir Üye Devleti BM Genel Kurulu’nun kararı lehinde oy kullanmıştır. Avrupa Konseyi Reykjavik Zirvesi’nde, Konseyin kırk altı Üyesinin tüm Devlet ve Hükümet Başkanları, “temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının bir insan hakkı olarak siyasi olarak tanınması temelinde, çevrenin insan hakları boyutları konusunda Avrupa Konseyi’ndeki çalışmalarını güçlendirmeyi” taahhüt etmişlerdir. Bu insan hakkı, başta Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı ve 1988 tarihli Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokolü olmak üzere diğer bölgelerdeki temel insan hakları anlaşmalarında da tanınmaktadır.

Bu hakkın artan bölgesel ve küresel tanınırlığı ışığında, ek bir Protokolün, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreye yönelik insan hakkına saygı gösterilmesi, bu hakkın korunması ve yerine getirilmesine yönelik mevcut yükümlülükleri pekiştireceğine inanıyoruz. Protokol aynı zamanda daha ileri ve daha ilerici yasama ve politika standartlarına da ilham verecektir. Protokol, bu hakkı henüz yasal olarak tanımamış olan Avrupa Konseyi Üye Devletlerini, bu hakkı tanıdıklarını teyit etmeye teşvik ederek, sağlıklı bir çevrenin korunmasında Devletler arasında adil ve ortak bir sorumluluğu teşvik edecektir.

Üçlü gezegen krizi ve çevresel bozulmanın insan hakları üzerindeki artan etkisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki ilgili davalarda artışa yol açmıştır ve bu eğilimin devam etmesi beklenmektedir. Mahkeme halihazırda Devletlerin yaşam hakkı (madde 2) ve özel ve aile hayatı (madde 8) gibi mevcut insan haklarını çevresel tehlikelere karşı koruma yükümlülüklerini teyit etmiş ve böylece giderek büyüyen bir çevresel insan hakları içtihadı oluşturmuş olsa da, ek bir Protokol Mahkeme’nin içtihadını pekiştirecek ve daha tutarlı hale getirerek daha fazla yasal kesinliğe katkıda bulunacaktır.

Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında açıkça korunması, Devletlerin koruma tedbirleri ve politikaları üstlenme konusundaki pozitif yükümlülüklerini netleştirecektir. Bu durum, Sözleşme’de yer alan yaşam hakkı, özel ve aile yaşamı hakkı, zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağı gibi hakların yanı sıra sağlık, gıda, su ve kültür gibi diğer hakların kullanımını da etkileyen insan hakları ihlallerinin önlenmesine katkıda bulunacaktır. Bu hakkın korunması özellikle çocuklar, gençler, kadınlar, Yerli Halklar, ulusal azınlıklar, yoksulluk içinde yaşayan bireyler, engelliler, yaşlılar, mülteciler ve göçmenler, yerinden edilmiş kişiler ve orantısız bir şekilde etkilenen diğer gruplar gibi çevresel zarara uğrama riski en yüksek olan kişiler için hayati önem taşımaktadır.

Bu kapsayıcı hakkın tanınması, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrenin insan onuru, eşitlik ve özgürlüğün tüm yönleri için temel önemini teyit ederek mevcut yasal çerçeveyi tamamlayacak ve güçlendirecektir. Sözleşme’nin koruma sisteminin ikincil niteliğine uygun olarak, Mahkeme’nin mevcut çevresel içtihat çizgisini sürdürmesini sağlarken, ek Protokolü onaylayan Devletlerle ilgili davalarda ek bir yasal dayanak sağlayacaktır.
Yasal olarak bağlayıcı bir Protokol kapsamında, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının korunması, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde güçlü bir mesaj gönderecek ve Üye Devletlerin üçlü gezegensel krizi ele alma konusundaki kararlılığını gösterecek ve yeniden teyit edecektir. Ayrıca, şu anda savunuculukları için ağır bir bedel ödeyen çevre ve insan hakları savunucularına da kesin bir dayanışma mesajı gönderecektir.

Eşi benzeri görülmemiş krizlerle karşı karşıya olan Avrupa Konseyi’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne bir Protokol kabul etmek suretiyle temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkını tanıyarak ve koruyarak tüm Üye Devletlerde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını teşvik etme görevini yerine getirme ve yeniden teyit etme zamanı gelmiştir.”

 

Milletvekillerine Açık Çağrı

Milletvekillerine Açık Çağrı
Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifine Karşı
Özgür İradenizle 16. Maddeyi Reddetme Hakkınızı Kullanmalısınız!
12 Kasım 2024

“Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin 16. Maddesi ile TCK’nın “Devlet Sırlarına karşı Suçlar ve Casusluk” suçlarının düzenlendiği 7. Bölüme eklenmesi teklif edilen 339/A maddesi ile “Devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine suç işleme” adı altında yeni bir suç türü oluşturulmakta ve ihlal edilmesi durumunda da üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Hukuk prensiplerini bir kez daha aşındırmaya yönelik bu yasa teklifi maalesef Anayasa Komisyonundan geçmiş ve TBMM Genel Kurulu’na sunulmuştur.

Sayın Milletvekilleri,

Bu yasa teklifi; “iç veya dış siyasal yararlar”, “yabancı bir organizasyon”, “stratejik çıkarlar”, “talimat” vb. belirsiz kavramlarla donatılmıştır. Halen kanunlarımızda yer alan casusluk eylemlerinin dışında kalan hangi eylemin bu suça gireceği belirsizdir ve dolayısıyla öngörülemezdir.  Bu nedenle, suç ve cezaların kanuniliği evrensel prensiplerine aykırıdır.

Bu tür muğlak düzenlemeler, ifade ve bilgi edinme özgürlüğünü tehdit eder. İnsan hakları hukuku; ifade özgürlüğüne yapılacak kısıtlamaların yasal bir dayanağı olması, belirli bir amaca hizmet etmesi ve demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olması gerektiğini belirtir. “Devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine” gibi geniş ve muğlak bir çerçeve; gazeteciler, medya kuruluşları, insan hakları savunucuları ve sivil toplum örgütleri gibi grupların ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü haklarını ortadan kaldıracak sonuçlar yaratacaktır.

İnsan hakları hukukuna göre, devletlerin güvenlik gerekçesiyle temel hak ve özgürlüklere getirdiği kısıtlamalar, isnat edilen suç ile orantılı olmalı ve minimum düzeyde uygulanmalıdır. Ancak bu düzenleme, yurt içi veya yurt dışı “siyasal yararlara” karşı işlenen fiillerin “stratejik çıkarlar doğrultusunda” yapıldığı iddiasıyla ağır cezalar öngörmekte ve cezalandırmanın kapsamını oldukça genişletmektedir. Bu tür genişletici düzenlemeler, cezaların orantılı ve makul ölçüde olup olmadığı konusunda endişe yaratmaktadır.

Muğlak tanımlar içeren yasaların, hükümet karşıtı görüşleri savunan kişi ve grupların keyfi şekilde yargılanmasına yol açtığı herkesin malumudur. “Yabancı devletin veya organizasyonun talimatı” gibi ifadeler, siyasi iktidarların hoşuna gitmeyen veya çıkarlarına aykırı düşen eleştirilerin kriminalize edilmesinin yolunu açmaktadır. Bu durum, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır. Düzenleme ayrıca demokratik tartışma zemininde yaratacağı caydırıcı etki ile demokratik toplum düzenini sarsacaktır.

Türkiye’deki insan hakları savunucuları önemli bir baskı ve engelleme biçimi olarak yargısal tacizle karşı karşıyadır. Farklı kanunlardaki[1] hükümler üzerinden asılsız ceza soruşturmaları ve kovuşturmalarıyla, hukuksuz ve keyfi gözaltı ve tutuklamalara maruz kalmaktadır.

Türkiye’nin bu düzenlemeye ihtiyacı yoktur. Kötü örnek, örnek olmaz. Rusya ve Gürcistan örnekleri ortadadır. Beklentimiz, bu örnekleri benimsemekten ziyade, bağlı olduğumuz Avrupa Konseyi’nin ve Birleşmiş Milletler’in standartlarını esas alan, hukukun üstünlüğü prensiplerine sahip çıkan ve insan hak ve özgürlüklerini koruyan bir demokratik toplum düzeninin yaratılması için çalışmaktır. Venedik Komisyonu’nun Gürcistan’da 21 Mayıs 2024 tarihinde yürürlüğe giren benzer yasa üzerine hazırladığı ve 24 Haziran 2024 tarihinde kamuoyu ile paylaştığı acil görüşleri doğrultusunda, yasa taslağının kanunilik, meşruiyet, gereklilik, oranlılık ve ayrımcılığın önlenmesi açılarından yürürlükteki Türkiye mevzuatına ve hukuka açıkça aykırı olduğu da görülmektedir. Bu taslak reddedilmelidir.

İnsan Hakları Savunucuları olarak;

14 Kasım tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanacak bu düzenlemenin yasalaşmaması konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olan ve hukukun üstünlüğü prensiplerine sahip çıkan her milletvekilinin öncelikli bir sorumluluğu bulunduğunu hatırlatıyor ve demokratik sorumluluklarının gereği olarak bu yasa maddesini reddetme hakkını özgür iradeleriyle kullanmak için Genel Kurul’da bulunmaya davet ediyoruz.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği-Hak İnisiyatifi Derneği-İnsan Hakları Derneği-

İnsan Hakları Gündemi Derneği- Yurttaşlık Derneği

[1] Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Dezenformasyon Yasası, Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun, Dernekler Kanunu, Yardım Toplama Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu  vb.

Seçmen İradesine İnsan Hakları Savunucularının haklarına Saygı Gösterin!

5 Haziran 2024

Bu hafta başında (3 Haziran 2024) Hakkâri Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın gözaltına alınması ve DEM Partili belediyeye kayyım atanması, demokratik değerlere, anayasal siyasi hak kullanımına ve birlikte yaşama iradesine ağır bir müdahaledir.

Hakkari halkının iradesiyle meşru seçimler sonucu seçilmiş olan yerel yöneticilerin, 10 yıl önce açılmış ve adeta küllenmeye bırakılmış bir soruşturmanın, tam da siyasi ortamda bir yumuşama beklentisi olduğu bir dönemde en radikal bir şekilde devreye sokulması ve belediye başkanının henüz gözaltına alınır alınmaz, davanın sonucu beklenmeden hüküm verilmiş gibi görevden alınması temel bir hukuk ihlalidir ve evrensel insan hakları normlarına aykırıdır. Siyasi haklar, temel insan hakları içinde yer alırlar. Özgür ve demokratik ülkelerde bu haklara müdahale meşru görülmez.

Kayyum atama kararı sonrası birçok ilde ilan edilen yasaklarla yurttaşların anayasal toplanma özgürlüğünü de ortadan kaldırmaktadır. Gelişmeleri izlemek üzere şu anda Hakkari’de bulunan insan hakları savunucularına ve sivillere yönelik olarak  yapılan müdahaleleri, adliye binasının güvenlik güçleri tarafından abluka altına alınmasını ve Platformumuzun üyesi İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban başkanlığındaki insan hakları heyetinin maruz kaldığı polis şiddetini, adliye’ye girmelerine izin verilmemesini kınıyoruz. İnsan Hakları Ortak Platformu olarak, tüm kesimlerle insan haklarını savunmaya devam edeceğiz.

Valilik tarafından duruşmanın aleniyetine yönelik  yapılan müdahaleyi dikkat ve hassasiyetle takip ediyoruz. Devlet organlarının insan hakları savunucularının hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesine ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyoruz!

Eşit Haklar İçin izleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan hakları Derneği, İnsan hakları Gündemi Derneği, Yurttaşlık Derneği

İşkence insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur!

İşkence insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur!

İşkence yapmak ve yapılabilirliğine olanak sağlayan her davranış da suçtur!

İşkence, kim olduğunuza bakılmaksızın ve hangi amaçla yapılırsa yapılsın meşru gösterilemez!

İşkence, zaman aşımı kapsamında değildir ve kalıcı hasarlara yol açtığı için işkence izleri de zaman içinde kaybolmaz!

Devletler bu konuda sorumluluk ve yükümlülük sahibidirler!

İşkence; bilgi alma, cezalandırma, yıldırma, veya korkutma amacıyla bir kişiye kasıtlı olarak ağır acı ve ıstırap veren fiziksel veya psikolojik davranış olarak tanımlanır. Fiziksel şiddet, psikolojik manipülasyon, temel ihtiyaçlardan mahrum bırakma ve cinsel istismar dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere çeşitli şekillerde olabilir.

İşkence ile mücadele insan hakları örgütlerinin ve savunucularının en önemli görevidir. İşkence ile mücadele edenlere yönelik yaftalama, karalama, itibarını zedeleme davranışları ancak ve ancak işkenceyi meşrulaştırmaya yarar. Bu tür meşrulaştırmalardan fayda umanların, kendilerinin de günün birinde bu suçun mağduru olabilmeleri mümkündür.

Saygın bir insan hakları savunucusu ve dünya çapında bir bilim insanı olan Adli Tıp Profesörü Şebnem Korur Fincancı, ülkemizin onurudur. Bilimsel veriler doğrultusunda, mesleğinin ve insan hakları savunucusu olmanın kendisine yüklediği sorumlulukla çalışan, mücadele eden değerli bir yol arkadaşımızdır. Şebnem Korur Fincancı’ya yönelik son günlerde medya üzerinden dolaşıma sokulmuş olan ve tamamen tek taraflı olarak karalayıcı kampanyaya dönüştürülen yayınları esefle kınıyoruz ve bu tür yayınlara son verilmesini istiyoruz.

İnsan hakları savunucularına karşı kasıtlı bir güvensizlik duygusu uyandırmaya yönelik olan sadece anlatılanlara itibar eden bir yayıncılık yaptığı için bu videoyu üretenlerin, başta Şebnem Korur Fincancı olmak üzere işkenceye karşı mücadele yürüten herkese karşı bir özür borcu olduğunu da hatırlatmak isteriz.

İnsan hakları savunucularına yönelik her türlü karalayıcı yayına, faaliyetlere, kampanyalara ve hortlatılmaya çalışılan işkence geleneğine karşı hep birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz.

İşkence ile mücadele en meşru ve en saygın mücadeledir!

13 Şubat 2024

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Yurttaşlık Derneği

Sorumluluğa Çağrı

Depreme karşı dayanıklı bir toplum yaratılması hukukun üstünlüğü ve insan hakları standartlarına bağlılıkla yakından ilgilidir. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, BM Medeni ve Siyasal Haklar ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmelerinin ve Sendai Afet Risklerinin Azaltılması Çerçevesi’nin tarafıdır. Bu sözleşmeler birer kağıt parçası değildir. Bu sözleşmeler, bir devletin kendi egemenlik alanı içinde yaşayan herkesin ayrımcılığa uğramaksızın sağlıklı, güvenli ve temiz bir çevrede yaşamasını sağlamak için devletlerin asgari görevlerine işaret eder ve yol gösterir.

Göçüklerin başında yakınlarının kurtarılmasını bekleyen insanlardan “Çaresizim, ne yapayım?” sözünü duyduğumuzdan bu yana tam bir yıl geçti.  Ama Hatay’da, Malatya’da, Adıyaman’da, K.Maraş’da  “çaresizlik” gündelik yaşamın ifadesi olmaya devam ediyor.

Son resmi bilgilere göre 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremlerde 53 bin 537 kişi hayatını kaybetti, 107 bin 213 kişinin yaralandı. Kaybettiğimiz insanların hiçbiri siyasi inançları, değişik kimlikleri veya siyasi tercihleriyle ilgili olarak ele alınmamalıdır. Yaşam hakkı siyasetin üstünde vazgeçilmez ve herkes için korunması gereken bir haktır. Hayatını kaybedenlerin yakınlarına bir kez daha başsağlığı diliyoruz.

Depremden iki yıl öncesinde, İl Risk Azaltma Planları (İRAP) çalışmaları hazırlanmış ve pilot il olarak belirlenen Maraş başta olmak üzere 6 Şubat 2023 tarihinde depremle sarsılan illerin hepsinde diğer doğa olaylarının yanı sıra deprem olasılığı karşısında ortaya çıkacak risklerin analizi yapılmıştı. Ağırlıkla 7.4 şiddetindeki bir deprem olasılığı baz alınmış, hassas alanlar tespit edilmiş; yerleşime uygun olmayan ve zayıf zemin üzerinde yoğun ve çok katlı yerleşimler olduğu, ruhsatsız binalar ile ruhsat verilmiş olmalarına rağmen çok katlı olup, yapı kalitesi düşük binaların da mevcudiyeti tespit edilmişti.  Ardından illerin mülki amirleri, bu analizleri dikkate alarak alınması gereken acil tedbirler ve bu tedbirlerden sorumlu kurumları da içeren planları yürürlüğe koymuştu.

Ne yazık ki, o analizler ve önerilen hazırlıkların etkisiz ve yetersiz kalması veya yeterince dikkate alınmaması sonucunda, 6 Şubat 2023 depremlerinde tam da öngörüldüğü gibi hassas olduğu belirlenen mahallelerdeki binalar çökmüş ve resmi açıklamalara göre 50 bini aşkın insanın ölümüne neden olmuştur. 

17 Ağustos 1999 tarihinde ağır hasarlara yol açan Marmara ve Düzce depremlerinin[1] ardından, 2001-2005 yıllarını kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında[2] da ifade edilen bütünlükçü bir yaklaşımın mevcut olmadığına ilişkin görüş, mevzuatta bir dizi düzenleme yapılmış olmasına rağmen bugün de geçerliliğini korumaktadır.

“Doğal olayların afet haline gelmemesi ve afet zararlarının azaltılması amacıyla, afetlere karşı hazırlıklı olunmasını; afet sırasında hızlı ve etkili kurtarma, ilk yardım, geçici barındırma çalışmaları ile afet sonrasında doğru ve sağlıklı yeniden yapılanma çalışmaları yapılmasını, tüm bu çalışmalarda kaynakların iyi yönlendirilmesi ve rasyonel biçimde kullanılmasını sağlayacak etkili ve sağlıklı işleyen geniş kapsamlı bir afet yönetim sistemi oluşturulamamış bunun yerine, afet sonrasında yara sarmak yaklaşımı benimsenmiştir. Bu durumun doğal sonucu olarak, afetlerde can ve mal kaybının yanı sıra, ekonomik, toplumsal ve psikolojik zararların azaltılması sağlanamamaktadır.” (paragraf 1987)

Depremlerin önlenemez doğa olayları olması, devletlerin sorumluluğunu yıkılan binaların ve yaşamını yitiren ya da yaralanan insanların bilançosunu tutmaya indirgemez. Aksine yurttaşlarının can ve mal güvenliklerini korumak ve doğa olaylarının birer felakete dönüşmesini önleyici mevzuatı geliştirmek ve titizlikle uygulamak, olası tüm sonuçlar için gerekli hazırlıkları yapma yükümlülüğünü öne çıkarır. Bu kapsamda merkezi ve yerel makamlar, bilimsel bilgiler doğrultusunda deprem ve diğer doğa olaylarının risklerine dair tedbirleri almakla yükümlüdürler.

1999 Marmara Depreminden sonraki bütün Kalkınma Planlarına eklenen hedefler, hazırlanmış risk azaltma raporları ve eylem planları siyasi iktidarların bu bilgiye sahip olduğunun kanıtıdır. Ne var ki, “Yüzyılın en büyük depremi”, “KADER Planı”, “Yaratanın takdiri” söylemlerinin arkasına gizlenmeye çalışılan hakikat farklıdır.

İnsanların yakınlarını canlı olarak enkazdan çıkarmaları için günlerce bir iş makinasına, yeterli ekipman ve insan gücüne erişememesinin sorumluları kimlerdir? Şikâyetlere, uyarılara rağmen hastanelerin mezara dönüşmesinin sorumlusu kimdir? Sadece yetersiz malzeme kullanan müteahhitler, mühendisler ve fenni sorumlular mıdır? Asıl failler yargılanması izne tâbi olanlar olabilir mi?

Kamu görevlilerinin işledikleri fiillerden dolayı yargılanmalarının önünde engel teşkil eden 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un ivedilikle ele alınması ve bütün yurttaşların tâbi olduğu yargılanma sistemine onların da dahil edilmesi yönünde değiştirilmesi gerekmektedir. Müteahhitten başlayarak denetim mekanizmalarının her kademesini içeren sorumluluk zinciri içindeki tüm yanlışlar, eksiklikler ele alınmaksızın geleceğe güvenle bakmak olanaklı olmayacaktır.

Geleceğe güvenle bakabilmemiz için, karşı karşıya kaldığımız bu ağır sonucun ortaya çıkmasında rolü olan her kişinin ve kurumun bağımsız yargı önünde hesap vereceği bir adalet sistemine ihtiyacımız olduğu aşikârdır. Devleti, olayın gerçekleştiği koşulları ve düzenleyici sistemin işleyişindeki eksiklikleri tespit etmek amacıyla cezai soruşturmalarının söz konusu olaylar zincirinde yer alan kamu görevlileri/yetkililerinin belirlenmesi ve yargı önüne çıkarılması için etkili soruşturma yürütmeye davet ediyoruz.

Türkiye jeolojisinin belirgin unsuru başta depremler olmak üzere diğer doğa olaylarıdır. Depremler sonucunda bu kadar zengin ve çeşitli arkeolojik zenginliğe sahip olan Türkiye’de depremler kaçınılmazdır ve olmaya da devam edecektir.

6 Şubat 2023 tarihinde vuku bulan ağır kayıpların bir daha yaşanmaması için devlet kurumlarını yükümlülüklerini yerine getirmeye, yolsuzluklara, kayırmacı uygulamalara ve cezasızlığa müsamaha etmemeye davet ediyoruz.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Yurttaşlık Derneği

 

[1] 1999 yılında yaşanan ve çok büyük can ve mal kaybına yol açan Marmara ve Düzce depremleri sonucunda, 18.373 kişi hayatını kaybetmiş, 48.901 kişi yaralanmıştı. 93.010 konut, 15.165 işyeri yıkık veya ağır hasarlı hale gelmişti.

[2] BÝRÝNCÝ BÖLÜM (fka.gov.tr)

17 Yıl Oldu… Kalbimizin acısı aynı

Sevgili dostumuz Hrant Dink’i vurduranlar, buna karar verenler, görmezden gelenler bir gün hesap verecek.