Silvan ilçesindeki (Türkiye) 3 mahallede terör karşıtı operasyonlar çerçevesinde 2 Kasım itibariyle gün boyu süren sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olduğu ve bunun, 12 günün ardından, 14 Kasım’da sona erdirildiği bilgisini edindim. Türkiye’deki resmi makamlardan talebim karşılığında ulaştığım bilgiye göre, Ağustos 2015’ten bu yana Silvan’da daha önce de 4 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve bunlardan en uzunu 3 gün sürmüştür.
Bu son sokağa çıkma yasağı ilanı kapsamında, en az 6 sivilin yaşam hakkı ihlâli de dahil olmak üzere insan hakları ihlâllerine yönelik oldukça tedirgin edici iddialar tarafıma ulaştı. Tıpkı, 11 Eylül’de tepki gösterdiğim Cizre’deki uzun sokağa çıkma yasağı ve diğer bu tür operasyonlarda olduğu gibi bu süreç boyunca Silvan’la da iletişim büyük ölçüde kesilmiştir. Bu nedenle edinilen bilgiler hâlâ çelişkili ve güvenilmezdir, ancak sokağa çıkma yasağının kaldırılmasının ardından ortaya çıkan fotoğraflar ağır çatışmalar ile ev ve şahsi mülklere yönelen çok ciddi bir tahribata kanıt sunmaktadır. Cizre hakkında yayımlamış olduğum bir önceki açıklamamda da ifade ettiğim üzere, oldukça kalabalık bir nüfusun insan haklarına yönelen olağanüstü ağır müdahale ile neredeyse tam bir bilgi karartmasının birleşimi, gerekli gözetimin de yokluğu dikkate alındığında özellikle endişe vericidir. Bu konuda, Türkiye’deki ulusal insan hakları örgütleri [structures] de dâhil olmak üzere, güvenlik güçlerinin tutumuna ilişkin şüpheleri ortadan kaldırmak adına bağımsız gözlemcilerin denetimine izin verilmesi konusunda yetkililere çağrıda bulunmuştum. Bildiğim kadarıyla, hiçbir sokağa çıkma yasağı sırasında bu gerçekleştirilmedi.
Cizre’de Eylül ayında ilân edilen sokağa çıkma yasağı neticesinde pek çok insan hakları alanında çalışan sivil toplum örgütü, yasak boyunca güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen insan hakları ihlâllerine yönelik raporlar sunmuştur. Bu raporlarda, ilde yaşayan yerleşik halkın yaşamlarını sürdürmelerine yönelik tam bir engelin olduğu ve güvenlik güçlerinin bazı eylemlerinin vatandaşlar tarafından “toplu cezalandırma” olarak algılanmakta olduğu savunulmuştur. Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun da sokağa çıkma yasakları neticesindeki iddiaları incelemek üzere Cizre ve Şırnak’a ziyarette bulunması ve bu ziyarete ilişkin bir rapor hazırlamakta olduğu bilgisini memnuniyetle karşıladım.
Türkiye Devleti’nin terörle mücadele etmeye hakkı ve görevi olduğunu vurgulamakla beraber, bu mücadelede kullanılan yöntemlerin başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere, uluslararası standartlarca teminat altına alınan insan haklarına saygı duymak zorunda olduğunu belirtmeliyim. Mahallelerin veya ilçelerin genelinde ikinci bir emre kadar açık uçlu ve gün boyu süren sokağa çıkma yasaklarının ilânı, çok geniş bir nüfusun kimi en temel insan haklarına yönelen muazzam bir sınırlandırmayı temsil etmektedir. Bu yasakların Ağustos’tan bu yana Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’ndeki sık ve yaygın kullanımı demokratik bir toplumun gereği olan orantılılık ve zorunluluk ilkelerini yerine getirmemektedir. Bu nedenle, Türkiye’deki yetkili makamların bu uygulamayı yeniden gözden geçirmesini ve gelecekteki terörle mücadele operasyonlarının daha sınırlı bir kapsamda ve gözetilen amaçlarla orantılı bir biçimde toplumsal yaşamın kati suretle bozulmamasını garanti altına alacak biçimde gerçekleştirilmesini ısrarla tavsiye ediyorum.
Ayrıca, geçtiğimiz aylar içerisinde ilan edilen bu ve diğer sokağa çıkma yasakları süresince doğrudan veya dolaylı olarak güvenlik güçlerince neden olunduğu iddia edilen çok sayıda insan hakları ihlalinin Türkiyeli yetkililer tarafından aydınlatılması zorunluluğunun da altını çiziyorum. Bu bağlamda, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’ye ilişkin içtihatları hem de kendi makamımın raporları ile belgelenmiş olan güvenlik güçlerinin eylemlerine yönelik kronik cezasızlık sorunu, büyük bir kaygı kaynağıdır. Bu bağlamdaki mevcut soruşturmalara ilişkin bilgi edinmek üzere yaptığım başvuruya binaen, yetkililer beni yalnızca 2015’in Ekim ayında Şırnak’ta zırhlı bir polis aracının arkasına bağlanarak yerde sürüklenen bir cenazenin görüntülerinin yarattığı öfke sonucunda, iki güvenlik personeli hakkında süren soruşturma sebebiyle görevlerinden uzaklaştırılmış olduklarına dair bir vaka konusunda bilgilendirmede bulunmuştur. İddiaların çokluğu ve boyutlarının ciddiliği karşısında süren soruşturma sayısının yokluğu umutsuzluk vericidir.
Son olarak, vatandaşların insan haklarına yönelik ihlalleri gerçekleştiren kaynağa bakılmaksızın, devletin terörist eylemleri veya güvenlik güçlerinin kendilerinin gerçekleştirdiği eylemleri önlemekteki başarısızlığı nedeniyle yetkililer, mağdurların maruz kaldıkları zararlara ilişkin adil, uygun ve zamanında tazminat almalarını sağlamakla yükümlüdür. Bu, sokağa çıkma yasakları süresince yaşamını yitirenler, yaralananlar ve geniş kapsamda gerçekleşen şahsi mülklerin tahribatı göz önünde bulundurulduğunda zorlu bir görev olacaktır.
Terörle mücadeleden sorumlu ve olağanüstü güç şartlar altında vatandaşlarının güvenliğini sağlamakla yükümlü Türkiyeli yetkililer ve güvenlik güçlerinin içerisinde bulunduğu açmazı kabul ediyorum. Fakat buna rağmen, Türkiyeli yetkililerin ve Türkiye mahkemelerinin yukarıda özetlenmiş olan kaygıları büyük bir önem atfederek ele alacağını umuyorum. Bu konuda başarısız olunması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yönelen yeni bir başvuru dalgasını kuvvetle muhtemel kılacaktır.
Yetkim ölçüsünde durumu yakından takip etmeye ve kaygı ve tavsiyelerimi Türkiyeli yetkililerle paylaşmayı sürdüreceğim.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri
Nils Muižnieks 18.11.2015
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks tarafından 18 Kasım 2015 tarihinde yapılan bu resmi açıklama kendi izinleri dâhilinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.