Ceza İnfaz Yasası’nda Değişiklik Yapılmasına Yönelik Kanun Teklifi üzerine İHOP Ortak Görüşü
6 Nisan 2020
Bu Yasa Teklifi Toplumun Vicdanını ve Adalet Duygularını Sarsacaktır!
Devletlerin, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanmasından sorumlu olduğu tartışılmaz bir yükümlülüktür. Alıkonulma yerleri, fiziksel, sosyal ve çevresel koşulları bakımından ve korunmak için gerekli olduğu açıklanan “sosyal mesafe” tedbirinin gerçekleşemeyeceği mekânlardır. Bu nedenle, alıkonulma yerlerinin özellikle salgın durumlarında hangi tedbirler alınarak ve nasıl yönetileceği konusu da özel bir önem taşımaktadır.
7 Nisan Salı günü TBMM Genel Kurulunda görüşüleceği açıklanan “Ceza İnfaz Yasası’nda Değişiklik Yapılmasına Yönelik Kanun Teklifi”, içeriği ve kapsamı açısından incelendiğinde, insan hakları örgütleri tarafından ısrarla ifade edilen sorunlara ve taleplere yanıt vermemektedir. Bu teklif insan hakları dikkate alınarak düzenlenmediği gibi, bir salgınla mücadele etmek üzere insanların güvenliğini ve sağlığını esas alan koruyucu tedbirler sağlayacak bir yönetim planından da yoksundur. Keza bir salgın sırasında kapalı infaz kurumlarında gözetilmesi gereken temel koruyucu kriterlerden de yoksundur.
Dünya Sağlık Örgütü, BM İşkenceye Karşı Sözleşme Organları, Avrupa Konseyi İşkenceye Karşı Komite gibi kuruluşlar tarafından da açıkça ifade edilen temel kriterler, bu teklifin ne gerekçelerinde ne de maddelerinde yapılan düzenlemeler de gözetilmemiştir.
Bu teklif ile cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlüler arasında ayrımcılık yapılmaktadır. Yaşanan salgın riski nedeniyle bu ayrımcılık, yaşam hakkı bakımından cezaevindeki insanlar arasında tercih yapmaktadır. Oysa devletin görevi herkesin yaşam hakkını eşit bir biçimde korumaktır.
Uzun yıllardır Türkiye’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gündeminde yer alan hasta mahpuslar, yaşlı mahpuslar, çocukları ile birlikte özgürlüğünden alıkonulmuş kadın mahpusların öncelikle ve ayrımsız olarak tahliye edilmeleri ve salgından korunmaları sağlanmalıdır.
Öte yandan, başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları olmak üzere, uluslararası insan hakları kuruluşları ve Türkiye’deki insan hakları örgütleri tarafından yıllardır ısrarla ifade ettiği gibi Türkiye, ifade özgürlüğünün en hoyratça ve keyfi olarak ihlal edildiği ülkelerin başında gelmektedir.
Türkiye’nin bir diğer insan hakları sorunu da yargılama öncesi ya da yargılama sırasındaki tutuklulukla ilgilidir. Uzun tutukluluk uygulamalarının bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığına dair çok güçlü emareler bulunmaktadır. Terör kavramının son derece muğlak olduğu, hoşa gitmeyen ifadelerin bile kolaylıkla terör suçuyla ilişkilendirildiği Türkiye’de ceza ve tutukevleri, gazeteciler, siyasetçiler, sanatçılar, insan hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşu mensupları ile doludur.
Çıkarılan yargı reform paketleri, yapılmaya çalışılan insan hakları eylem planı, aslında Adalet Bakanlığı’nın bu sorunları bildiğini ve kabul ettiğini de göstermektedir. Eğer bazı istisnalar olacak ise bu istisnalar, kamu vicdanını yaralayacak ve adalete olan güveni sarsacak bir ayrımcılık olarak konulan hükümlerle değil, her bir bireyin kendi koşulları üzerinden tanımlanmalıdır.
Bu salgın, Türkiye’nin sadece sağlık tedbirleriyle değil, bu tedbirler münasebetiyle insan haklarına olan saygısını ve bağlılığını da ortaya çıkaracak ciddi bir sınavıdır aynı zamanda. Bu fırsat kaçırılmamalıdır. Bu nedenle, insan onurunu temel alan, insan hakları hukukuna uygun ölçütlerin kullanıldığı, şeffaf ve denetlenebilir bir planın acilen devreye konulmasını ve insan hakları örgütlerinin sesine kulak verilmesini talep ediyoruz.
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği – Hak İnisiyatifi Derneği – İnsan Hakları Derneği –
İnsan Hakları Gündemi Derneği – Yurttaşlık Derneği