Örnek Resim

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Etmek Kadınların İnsanlık Onuru ve Eşitliği İçin Mücadele Etmektir!

İnsan Hakları Ortak Platformu

25 Kasım 2019

Türkiye,  1985 yılında “Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni, daha sonra 2014 yılında da kısa adıyla  İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni onaylayarak cinsiyet ayrımcılığının en vahim tezahürü olan kadına karşı şiddetin ortadan kaldırılması ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik önemli bir irade göstermişti. Bu irade, Türkiye’nin kadın hareketinin uzun soluklu, dirençli mücadelesinin sonucunda oluşmuştu. Türkiye’de ilk kez Türkiye’nin taraf olduğu bir sözleşme, İstanbul Sözleşmesi, bir kısım eksikliklerine rağmen 6284 sayılı yasa yoluyla iç hukukta uygulanabilir bir ortamın oluşmasını olanaklı hale getirmişti.

Bugüne geldiğimizde ise gösterilen bu iradenin, aynı irade sahipleri tarafından altüst edildiğine şahit oluyoruz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Opuz-Türkiye kararıyla yarattığı içtihat, tüm Avrupa alanını etkilemiş, İstanbul Sözleşmesinin hazırlanmasının temellerini doğurmuştu. Bu kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak ve önlemek için alınmayan her tedbiri ve her türlü pasifliği de cinsiyete dayalı şiddet olarak tanımlanmıştı. AİHM, Türkiye’yi özellikle adli sistemin genel pasifliğinden çıkaracak tedbirleri almaya ve şiddet faillerinin cezadan muaf olmamasını sağlayacak düzenlemeleri yapmaya davet etmişti.

AİHM kararının uygulanması konusunda henüz yeterli adım atılmamış iken, bir süredir kamuoyunda yürütülen olan İstanbul Sözleşmesi’ne karşı kampanya ve bu kampanyaya verilen sesli ve sessiz destek cinsiyete dayalı şiddeti cesaretlendiren, ayrımcılığı pekiştiren bir içerik taşımaktadır.

Kadına yönelik şiddetin var olduğu ve etkili bir mücadele gösterilmediği ortamlar, kadının insan onuruna ve varlığına yapılmış en ağır müdahaledir.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü vesilesiyle,

  • İnsan hakları sözleşmelerini hayata geçirmekle yükümlü tüm tarafları, insan haklarının temel prensiplerine, Türkiye’nin tarafı olduğu sözleşmelerin uygulanmasındaki sorumluluğu ve rolünü yerine getirmek için İstanbul Sözleşmesine sahip çıkacak bir duruş sergilemeye, gerekli kaynakları ayırmaya ve kadına karşı şiddeti önleyici etki doğuracak çalışmaları yapmaya,
  • Herhangi bir ayrım yapmadan kadınların eşitlik, hak ve özgürlük mücadelesini yürüten sivil toplum örgütlerini süreçlere dahil etmeye,

davet ediyoruz.

İnsan Hakları Ortak Platformu

İfade Özgürlüğünün Suç Sayılmayacaği Bir Gelecek Için İçtihat Yaratacağı Umuduyla Fikret Başkaya’ya Açılan Davanın Beraatle Sonuçlanmasını Bekliyoruz

ORTAK AÇIKLAMA

22 Kasım 2019

Yazdığı bir makale nedeniyle yargılanan Fikret Başkaya’nin aleyhine Terörle Mücadele Yasası’nın 7/2. maddesi uyarınca açılan davanın üçüncü duruşması, 22 Kasım 2019 tarihinde, Ankara 21. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, saat 09:30’da görülecek.

1991 yılında yürülüğe konulan Terörle Mücadele Yasası, ifade özgürlüğünü kısıtlamak düşünceyi baskı altına almak için kullanılan bir cezalandırma aracı olarak Türkiye’nin gündemini oluşturmaya devam etmektedir.  Bu yasanın 6. 7. ve 8. maddelerinin ifade özgürlüğünü kısıtlamak için kullanımı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Venedik Komisyonu ve  diğer insan hakları mekanizmaları tarafından sürekli olarak eleştiriye tabi tutulmuş,Avrupa  İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararlarıyla Türkiye mahkum edilmiştir. Bunun üzerine  yasama organı da bu içtihata uyma amacıyla ilgili maddelerde defalarca değişiklik yapma zorunluluğu hissetmiştir.

İnsan Hakları Eylem Programı hazırlıkları içinde olunan bir dönemde ve yakın zamanda onaylanan Yargı Reformu Stratejisi içinde de yer aldığı üzere, ifade özgürlüğünün uluslararası taraf olunan sözleşmelerdeki standartlara uygun hale getirilmesi, hedefi bakımından Fikret Başkaya davası önemli bir kritik eşiktir. Bu eşik, sadece yasalar yoluyla değil aynı zamanda yargı içtihatları ile de aşılabilecektir.

Fikret Başkaya, Terörle Mücadele Yasası’nın mağdur sembollerinden birisidir. 1990’larda yazdığı “Paradigmanın İflası” kitabı ile yargı önüne çıkan  Başkaya, 2010’lu yılların sonunda da halen aynı yasanın mağduru olmaya devam etmektedir.

Fikret Başkaya’nın beraati, Terörle Mücadele Yasası’nın bir baskı aracı olmaktan çıkarılmasının da sembolü olacaktır. Düşünceyi ifade etmenin suç olmaktan çıkarılmasına hizmet edecek bir yargı kararı beklentisi taşımaktayız.

Fikret Başkaya’nın yanındayız.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği – Hak İnisiyatifi Derneği – İnsan Hakları Derneği – İnsan Hakları Gündemi Derneği – Uluslararası Af Örgütü Türkiye – Türkiye İnsan Hakları Vakfı – Yurttaşlık Derneği

Türkiye BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne Koyduğu Çekinceleri Kaldırmalıdır!

Bugün 20 Kasım. BM Çocuk Haklarına Sözleşmesi’nin 30. Yılı.

Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşme çocukların insan hakları konusunda devletlere üç temel yükümlülük vermektedir. Bu yükümlülükler; devletlerin çocukların haklarına saygı göstermesi, onların haklarını koruması ve bu hakların gerçekleşmesi için her türlü olanağı yaratmasıdır. Ancak hem dünyada hem de Türkiye’de devletler çocuklara karşı bu yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Milyonlarca çocuk yerinden ediliyor; savaş ve şiddet sebebiyle yaşamını kaybediyor, işkence, kötü muamele ve istismara maruz kalıyor, ayrımcılığa uğruyor, eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklarına erişemiyor, özgürlüğünden yoksun bırakılıyor ve hayatın eşit ortakları olarak kamusal alana katılamıyor.
1990 yılında Sözleşmeyi imzalayan Türkiye, sözleşmenin üç maddesine çekince koyarak 1995 yılında onayladı. Aradan geçen 24 yıllık süreçte bu çekinceleri kaldırmak için adım atmadı, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini tam olarak yerine getirecek bir politika izlemedi.

Sözleşme’nin 30. yılında Türkiye nüfusunun yüzde 28’ini oluşturan çocukların her birinin sadece çocuk olduğu için BM Çocuk Hakları Sözleşmesinden doğan hak ve özgürlüklerinin yerine getirilmesi, çocuk haklarına saygı duyulması ve bu hakların korunması için devletin tüm organlarını;

Sözleşmede yer alan saygı gösterme, koruma ve sağlama yükümlülüklerini yerine getirmeye ve

Sözleşmenin 17., 29. ve 30. maddelerine konan çekinceleri kaldırmaya çağırıyoruz.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnsiyatifi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Yurttaşlık Derneği

 

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Mekanizmalarının Kararlarının Türkiye’de Uygulanması Çalıştayı

Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) ve İHOP’un AB tarafından desteklenen Adalete Erişim projesi kapsamında 12 Ekim 2019’da BM İnsan Hakları Mekanizmalarının Kararlarının Türkiye’de Uygulanması Çalıştayı düzenlenecektir. Çalıştay’da BM İnsan Hakları Mekanizmalarını işletmenin önemine, mekanizmaların olası avantajları ile eksikliklerine değinilecek, belirli bir konuya ve belirli gruplara yönelik BM sözleşmelerinden, sözleşmelerin onaylanma durumundan, sözleşme organlarının görevlerinden, Evrensel Periyodik İzlemeden, BM Şartı temelli organlar ve özel prosedürlerden, verilen kararlardan ve BM şartı temelli organların verdiği kararların hukuken bağlayıcılığından bahsedilecektir. Çalıştayın son bölümünde katılımcılar gruplara ayrılarak kendilerine BM Çalışma grupları ve İnsan hakları Komitesi kararları dağıtılacak, çalışılan kararlar üzerinden ilgili kararların nasıl uygulanabileceği tartışılacaktır.

Çalıştay Programı

Reform Değil Tadilat!

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnsiyasitifi Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Yurttaşlık Derneği

ORTAK AÇIKLAMA
2 EKİM 2019
Reform Değil Tadilat!

Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanarak 30 Mayıs 2019 tarihinde kamuoyu ile paylaşılan Yargı Reformu Strateji Belgesi çerçevesinde; iktidar partisi milletvekillerinin imzaları ile 30 Eylül 2019 günü Meclis Başkanlığı’na sunulan yasa değişikliği paketine ilişkin görüşlerimizi kamuoyunun dikkatine sunmak istiyoruz.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; biz aşağıda imzası olan Hak temelli örgütler, detaylı olarak incelediğimiz yasa değişiklik metninde REFORM değil, ancak TADİLAT girişimi görüyoruz. Zira; vizyonunu “güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemi” olarak belirlediğini ifade eden bir yaklaşımın, öncelikle özgürlük ve güvenlik hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, adil yargılanma gibi hukuksal korumanın temel yapı taşlarına uygun bir yapı inşa etmesi gerekir ki, gerçek anlamda bir reform olsun. Aksi takdirde maalesef; sağlam olmayan temeller üzerine inşa edilmiş, sıva çatlakları boyalarla kamufle edilen, dolayısıyla amaca ve ihtiyaca cevap vermeyen bir yapı ile karşı karşıyayız demektir.

  • Hakkında soruşturma, kovuşturma ya da kesinleşmiş bir ceza hükmü olmayan KHK mağdurlarına İçişleri Bakanlığınca yeniden pasaport verilebileceği yönünde yapılacak düzenleme, malumun ilanı niteliğindedir. Zira asıl olan özgürlüktür, ancak istisnai olarak ve yasa ile kısıtlanabilir.
  • Olağanüstü Hal döneminde ortaya atılan ve ceza yasalarında yer almayan “iltisak” ve “irtibat” kavramlarının yasa metnine alınmaları, kanun yapım tekniğine uymadığı gibi hukuki de değildir.
  • Olması gereken, KHK’ları kanun haline getiren 7145 sayılı kanunun düzeltilmesi ve gasp edilen hakların doğrudan iadesidir.
  • Getirilmek istenen Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı hiçbir yaraya derman olmayacağı gibi, yeni sorunlara yol açacaktır. Halen 100 civarında Hukuk Fakültesinde 50.000 ‘in üstünde hukuk fakültesi öğrencisi öğrenimine devam etmektedir. Ülke çapında avukat sayısı   100.000’den fazladır. Ancak bir taraftan yeni fakülteler açarken bir yandan sınavla sayıyı sınırlamaya çalışmak doğru değildir.
  • Avukat sayısının artması ya da mesleki kalitenin ölçümlenmesi amacını öne sürenlere anımsatmak isteriz ki; ÖSYM tarafından yapılacak çoktan seçmeli sınavlarla ancak bilgi ölçülebilir, avukatlık becerisi değil. Bu nedenle; var olan Hukuk Fakültelerinin aktif bir şekilde denetlenmesi, öğretim üyesi ve fiziki koşullar bakımından ölçülebilir standartlar belirlenerek bu standartların altında kalan fakültelerin kapatılmaları gerekmektedir.
  • Terörle Mücadele Kanunun 7/2. Maddesine “Haber verme sınırını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” cümlesinin eklenmesi önerilmektedir. Evrensel hukuk çerçevesinde; ifade özgürlüğünün kapsamı zaten budur. Yapılması gereken, demokrasi önünde engel teşkil eden Terörle Mücadele Kanunu’nu kaldırmak, eğer bu yapılamıyorsa, ilgili maddeye “açıkça şiddeti övme ya da destekleme” kıstasını getirmektir.
  • Paketle Türk Ceza Kanunu’nun 75.maddesine ön ödeme kurumuyla ilgili bir ekleme yapılmaktadır. Ön ödemeye tabi suçların kapsamını sınırlı olarak genişleten ve ön ödemede taksitlendirme usulünü getiren bu değişiklik olumlu olarak değerlendirilmektedir.
  • 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılması öngörülen değişiklik ile azami tutukluluk süreleri belirlenmektedir. Ancak asıl olan özellikle “katalog suçlar” olarak bilinen ve CMK m.100’de sayılan kimi suçlar söz konusu olduğunda adeta otomatiğe bağlanmış tutuklama usulünün terkedilmesidir.
  • Tutuklama şartları, her olay özelinde hakim tarafından belirlenmek üzere somut kaçma şüphesi ve delilleri karartma olasılığı ile sınırlanmalı, tutuklama kurumu peşin bir cezalandırma mekanizması olmaktan çıkarılmalı ve ancak zorunlu hallerde başvurulan bir koruma tedbiri şekline kavuşturulmalıdır.
  • Genelde tüm cinsel suçlar, özelde ise cinsel saldırı ve cinsel istismar mağduru kadın ve çocuklarda ikincil travmalara neden olan ifade alma hususunda CMK m.236 bağlamında getirilmesi düşünülen düzenlemeler, amaçsal olarak olumlu bulunsa da kadın hakları ve çocuk hakları alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin görüşleri mutlaka alınmalı, uygulamadaki muğlaklık giderilmelidir.
  • CMK m.250 ve 251’de yapılacak değişiklikler ile getirilmesi düşünülen seri ve basit yargılama usulleri konusu da dikkat çekici niteliktedir. Her ne kadar, bu yargılama usulleri ile görece basit suçlar açısından yargı makamlarının yükünün azaltılması ve yargılama sürelerinin kısaltılması amaçlanmışsa da; bu değişikliklerin adil yargılanma hakkı bağlamında savunma hakkının kısıtlanması sonucu doğurmamasına özen gösterilmelidir.
  • İstinaf ve temyiz dengesi de taslağın dikkat çeken hükümlerinden biridir. İstinaf incelemesini, Yargıtay’ın iş yükünü azaltan ara formül olarak lanse eden ve kovuşturma sürelerinin azaltılmasını hedeflediğini iddia eden siyasi yaklaşımla mevcut uygulamalar birbiri ile çelişmektedir.
  • Cumhuriyet Gazetesi davası örneğinden hareketle, aynı davada yargılanan sanıklardan daha az ceza alanların, temyiz sınırının altında kalması nedeniyle, istinaf denetiminden sonra cezaları kesinleşerek infaz edilmeye başlanmıştır. Buna karşın, daha çok ceza alanlar açısından istinaf denetiminden sonra temyiz denetimine yer verilmesi nedeniyle süreç henüz devam etmektedir. Bu tip durumların yaşanmaması için, usul değişiklikleri apar topar çıkarılmamalı, hukuk kamuoyu ve ilgili sivil toplum örgütlerinin görüş hazırlayabilmesi için yeterli zaman verilmeli, hukukun yap-boz tahtasına çevrilmesi önlenmelidir.
  • 5652 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun çerçevesinde mahkemelerce verilen erişimin engellenmesi kararlarının uygulama alanının genişletilmesi, geç kalsa da olumlu değerlendirilmektedir.

Yukarıda belirtilen tüm bu noktalardan hareketle, kamuoyuna bir “reform” olarak sunulan  taslağın, aslında insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesinde bir reform olmadığı, olsa olsa geçici birtakım çözümler üretme gayesiyle sınırlı bir “tadilat” girişimi olduğu, gerçek bir reformist atmosferin acilen yaratılması ve buna uygun adımların atılması zorunluluğu, insan haklarını temel alan bir bakışın acilen Adalet Bakanlığı bürokrasisine yerleştirilmesi ve insan hakları temelli olmayan hiç bir  reform girişiminin başarılı olma olasılığının bulunmadığı, kamuoyunun takdirine sunulur.

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği | Hak İnisiyatifi Derneği | İnsan Hakları Derneği |
| İnsan Hakları Gündemi Derneği | Yurttaşlık Derneği |

Söyleşi 2 | Aşikar Sırlar: 90’lı Yıllarda JİTEM Olgusu ve Adalet Arayışı

Tarih: 19 Eylül 2019, Ankara

Türkiye’de ağır insan hakları ihlallerinde devlet görevlilerinin/paramiliter güçlerin rolü her zaman inkar edildi. Geçmişle yüzleşme iddiasıyla başlayan ve Ergenekon yargılamalarıyla devam eden süreçte perde kısmen aralandı, hem resmi yetkililerin konuşmalarında hem de hazırlanan bazı iddianamelerde ‘beyaz toros olgusu’ ve JİTEM’in varlığı dolaylı ve doğrudan şekilde kabul edildi.

Yıllarca sürüncemede bırakılan soruşturmalar canlandırıldı, zamanaşımı sürelerinin dolmasına günler kala davalar açıldı. “Umut verici” iddianamelerin hazırlanması ile açılan bu davalar, mağdur yakınları için adaletin nihayet tecelli edeceği beklentisi doğurdu fakat beklentiler hızla yerini hayal kırıklığına bıraktı.

Son olarak 9 Eylül 2019 günü cezasılıkla sonuçlanan Kızıltepe JİTEM davasının ardından, geçmişle hesaplaşma zemini sunması beklenen bu az sayıdaki davalardan on tanesi ne yazık ki etkili yürütülmeyen soruşturma/ kovuşturmalar sonucu beraat kararlarıyla sonuçlandı, süreç bu şekilde devam edecek gibi görünüyor. Aileler ve insan hakları savunucuları şu haklı soruya cevap arıyor:  ‘’Madem JİTEM var ama ağır insan hakları ihlallerinde rolü yok, öyleyse ağır insan hakları ihlallerini kim işledi?”

Kızıltepe JİTEM davasının 9 Eylül 2019 tarihinde sanıkların beraatiyle sonuçlanan nihai duruşması sonrasında bu kez de 20 Eylül 2019 tarihinde görülecek Ankara JİTEM davası öncesinde aynı soyuyu tekrar soruyoruz. Bu soruya cevap bulması gereken yargıdır, devlet yetkilileridir.

Sizleri mağdur ailelerin ve vekillerinin hakikat ve adalet arayışına destek olmaya yargılama süreçlerini tartışmaya  davet ediyoruz.


Söyleşi: 17.00 – 18.30

Konuşmacılar: Av. Eren Baskın, Av. Sertaç Ekinci, Av. Selim Okçuğlu, Av. Yunus Muratakan
Moderatörler: Ayşegül Doğan Gazeteci, Gökçer Tahincioğlu, Gazeteci

Toplantı Yeri: Mülkiyeliler Birliği Toplantı Salonu Eski Bina ( Meşrutiyet, Konur Sk. No:1, Ankara)

İfade Özgürlüğü

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

İnsan Hakları Ortak Platformu ifade ve örgütlenme özgürlüğüyle ilgili insan hakları standartlarının mevzuata ve uygulamalara yansıtılması için kamuoyunda bu konularda güçlü bir farkındalık yaratılmasını hedeflemektedir. Bu çerçevede, uygulamaları ve yasal düzenlemeleri yakından takip etmekte ve belirli alanlarda derinlemesine analizler yapılmasına ve tartışma ortamlarının geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır.

Demokratikleşme ve İnsan Hakları Sözleşmelerine Bağlılığın Güçlendirilmesi

DEMOKRATİKLEŞME VE İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMELERİNE BAĞLILIĞIN GÜÇLENDİRİLMESİ

Hukukun üstünlüğü ilkelerine bağlı ve insan hak ve özgürlüklerini temel alan bir demokratikleşme sürecinin geliştirilmesi İHOP üye örgütlerinin ortak hedefidir. İnsan Hakları Ortak Platformu insan hakları alanındaki gelişmeleri ve eğilimleri önceden tespit edebilmek, bu gelişmelerden insan hakları hareketini haberdar edebilmek, insan hakları örgütlerinin ortak savunu alanlarını güçlendirmek ve kamu idaresi üzerindeki sivil denetimi güçlendirmek üzere izleme yöntemleri geliştirmeye yönelik çalışmalar yürütmektedir.

Cezasızlıkla Mücadele

CEZASIZLIKLA MÜCADELE

İnsan Hakları Ortak Platformu’nun temel hedefi, Devletin insan haklarının korunmasına yönelik pozitif ve negatif yükümlülüklerini yerine getirmesinin önündeki engelleri görünür hale getirmek ve bu engellerin ortadan kaldırılmasına yönelik kapsamlı ve kolektif bir mücadelenin sürdürülmesine katkıda bulunmaktır. Cezasızlıkla mücadele de bu hedefin temel unsurunu oluşturmaktadır.

Ayrımcılıkla Mücadele

AYRIMCILIĞIN ÖNLENMESİ
AYRIMCILIĞIN ÖNLENMESİ

Ayrımcılıkla Mücadele İHOP’un temel çalışma alanlarından birini oluşturmaktadır. 2007 yılının aralık ayında Ankara’da gerçekleştirilen ve toplumun farklı kesimlerini temsil eden sivil toplum örgütleriyle bir araya gelen İHOP, yayınlar, çeviriler, toplantılar, raporlar ve yasa önermeleriyle çalışmalarına devam etmektedir.
2015 -2016 döneminde İnsan Hakları Ortak Platformu, bir yandan ayrımcılık yasağının kavranmasına yönelik sivil toplum örgütlerinin kapasitesini güçlendirmek için eğitim çalışmalarını sürdürmüş, diğer yandan “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurumu” oluşturulması sürecini etkilemek, Türkiye’de ayrımcılıkla mücadele edecek bir yapının kuruluş sürecini yakından takip etmek üzere bir dizi faaliyet planlamış ve hayata geçirmeye gayret etmiştir.