Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks, 1-5 Temmuz 2013 tarihleri arasında Türkiye’ye yaptığı çalışma ziyaretinin raporunu 26 Kasım 2013 tarihinde yayımladı.
(Raporla ilgili bağlantılar: Türkçe – İngilizce – Türkiye yetkililerinin rapora ilişkin görüşleri)
Gezi olayları kapsamında protesto haklarını kullanmak isteyen yurttaşların karşılaştığı polis şiddetinin geçmişten gelen bir uygulama olduğuna dikkat çeken raporda Muižnieks bu durumu “sistemik bir sorun” olarak niteledi. Kolluk görevlilerinin davranışlarının Türkiye’de insan hakları açısından önemli bir endişe kaynağı olduğunu vurgulayan raporda, AİHM içtihatlarına referansla, kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde aşırı fiziksel güç kullanımı ve göz yaşartıcı gaz ve biber gazı kullanımıyla ilgili sorunlara ayrıntılı olarak yer verildi.
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun polise ateşli silah kullanımı ve şiddet uygulama noktasında çok geniş yetkiler devrettiğinin altını çizen Muižnieks, bunun kabul edilemez olduğunu vurguladı. Emniyet teşkilatında görev yapan polislerin profiliyle ilgili bir bölüme de yer verilen raporda Muižnieks, polisin tek tip bir yapıda olduğuna dikkat çekti ve polisin toplumun çeşitliliğini yansıtmadığını belirtti. Muižnieks, “Emniyet teşkilatındaki hakim alt kültürün, milliyetçi muhafazakâr, militarist ve devlet merkezci bir kültür olduğu ve özellikle de farklı kültürel kimliklerini ifade etmek isteyen etnik azınlıkları, sol grupları ve işçi sendikalarını içeren bazı grupları ‘iç düşmanlar’ olarak görebildiğini” söyledi. Bu durumun yargı içindeki devlet merkezci davranışlarla paralellik gösterdiğinin söylenebileceğini belirten Muižnieks, polisin sıklıkla maço, homofobik ve transfobik tavırlar sergilediğine dair bilgilere de işaret etti.
Gezi olayları sırasındaki polis şiddetinin en büyük sebebinin cezasızlık mekanizması olduğunu belirten Muižnieks, örnek olarak Festus Okey davasını gösterdi. Suç işlediğinden şüphelenilen kolluk kuvvetlerinin çoğunlukla soruşturulamadığını, siyasilerinse polisin suç teşkil eden eylemlerini söylemleriyle savunduğunu kaydeden Muižnieks, bu kayıtsızlığın Gezi olaylarında tırmanan şiddetin temel sebebi olduğunu söyledi. Muižnieks, “üst düzey yetkililerin polisin olaylar sırasındaki davranışlarını fark gözetmeksizin övmesi ve yukarıda değinilen iddiaların ciddiyetini önemsemez görünmeleri”ni özel bir endişe konusu olarak dile getirdi. Muižnieks, “… ortada henüz soruşturması tamamlanmamış ciddi insan hakları ihlalleri iddiaları varken, kolluk görevlilerinin davranışlarını genelleme yaparak hoş görmek, hem kolluk görevlilerine hem de genel kamuoyuna yanlış mesaj verebilir” dedi.
Biber gazının aşırı kullanımı, kapalı mekanlarda gaz kullanımı, alıkoyma esnasında kötü muamele ve işkence, polislerin kimliklerini gizlemeleri, basına karşı polis şiddeti gibi olayların Gezi Parkı eylemleri sırasında yaşandığını belirten Muižnieks, toplumla polis arasındaki gerilimin tek çözümü olarak etkin soruşturmayı işaret etti. Raporda, etkili soruşturmayla ilgili ihlallere örnek olarak Festus Okey davasının yanı sıra Hrant Dink, Ali İsmail Korkmaz ve Ethem Sarısülük davaları da örnek gösterildi. Abdullah Aydan’ın Siirt’te bir gösteri sırasında öldürülmesi de raporda yer buldu.
Raporun “Sonuç ve tavsiyeler” başlıklı bölümü aşağıda yer almaktadır:
“Sonuç ve tavsiyeler
“193. Komiser, son yıllarda Türkiye’de ulusal düzeyde insan haklarını koruma ve yaygınlaştırma sistemini güçlendirmek için alınan önemli tedbirlerden dolayı Türk yetkilileri takdir etmekte; özellikle, insan haklarına ilişkin iki ulusal yapılanmanın, yani Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumunun oluşturulmasını takdirle karşılamaktadır. Komiser, bu gelişmelerin ve halen değerlendirme aşamasında olan diğer bazı tedbirlerin, Türkiye’nin uluslararası ve Avrupa insan hakları standartlarına daha iyi uyum sağlamasında çok önemli ve olumlu bir rol oynayacağını düşünmektedir.
“194. Komiser, yeni kurulan Kamu Denetçiliği Kurumunun daha verimli işleyebilmesi için ilgili yasalarda küçük değişiklikler yapılması gerektiği halde, bu Kurumunun ülkedeki insan haklarını koruma sistemine önemli derecede katkı sağlayacağını düşünmektedir. İlk kamu denetçilerinin seçimi bazı tartışmalara yol açmış olsa da, Komiser, Kurumun etkililiğinin bundan böyle yapılan somut işlere dayanarak değerlendirilmesi gerektiği kanısındadır. Komiser, bu genç kurumun Gezi olaylarına ilişkin hazırlamayı düşündüğü raporun, hem Türk kamuoyunun gözünde hem de uluslararası ortaklarının gözünde itibar kazanması için eşsiz bir fırsat olduğuna inanmaktadır. Komiser, Kamu Denetçiliği Kurumunun bu fırsatı değerlendirip Türkiye’deki insan hakları yapılanması içindeki önemli rolünü en kısa zamanda yerine getirmeye başlayacağını ümit etmektedir. Komiser ayrıca, bu Kurumun ve başvuru mekanizmasının etkililiğini herkese açıkça gösterebilmek bakımından, Kamu Denetçisinin vereceği, insan haklarını destekleyici kararların, Türk idari makamları tarafından gecikmeksizin uygulanmasını teşvik eder.
“195. Öte yandan Komiser, Paris İlkelerine tam uyumlu hale getirilebilmesi için Türkiye İnsan Hakları Kurumunun kuruluş yasasının daha ayrıntılı olarak incelenmesi gerektiği düşüncesindedir. Bu bağlamda Komiser Türk yetkilileri, TİHK’nın işleyişinde bağımsızlığa (hem yasal hem işlevsel), tarafsızlığa ve sivil toplumun tam katılımının sağlanmasına özellikle dikkat etmeye teşvik etmektedir.
“196. Komiser, İşkencenin Önlenmesine Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi İhtiyari Protokolü (OPCAT) gereğince bir ulusal önleme mekanizmasının; ayrıca, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesinin 33. Maddesinin 2. paragrafı gereğince bu Sözleşmenin uygulanmasını geliştirecek ve izleyecek bir ya da daha fazla bağımsız mekanizmadan oluşan bir yapının belirlenmesi zorunluluğuna dikkat çekmektedir. Komiser Türk yetkilileri, bu iki görevin de, Paris İlkeleriyle tam uyumlu kurumlara teslim edilmesini sağlamaya davet etmektedir. Bu görevlerden herhangi biri için TİHK düşünüldüğü takdirde, Komiser Türk yetkilileri bu tayinden önce yukarıda belirtilen gözden geçirmeyi gerçekleştirmeye teşvik etmektedir.
“197. Komiser Türk yetkilileri ayrımcılıkla mücadele yasasını kabul etmeye ve bir eşitlik kurumu oluşturmaya teşvik eder. Henüz TBMM’nin onayına sunulmamış olan mevcut yasa tasarısı taslağında çok olumlu yönler bulunmaktadır ve Komiser Türk yetkilileri bu yönleri korumaya teşvik eder. Ancak, Türk yetkililerin bu tasarının içeriğini bazı açılardan gözden geçirmeleri gerektiği; milliyete veya milli kökene, cinsel yönelime ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığı yasaklayan ifadelerin tasarı kapsamına alınmamasının, özellikle korunmaya ihtiyacı olan grupları bu yasanın koruyuculuğundan mahrum bırakacağı kanısındadır. Komiser, tasarlanan eşitlik kurumuna dair kanunda bu kurumun tam bağımsızlığının ve etkililiğinin, Komiserin eşitliğin yaygınlaştırılmasına yönelik yapılara ilişkin görüşleri
doğrultusunda güvence altına alınması için de yetkilileri teşvik eder.
“198. Komiser, Türk hükümetinin ilk genel insan hakları eylem planını hazırlama iradesini memnuniyetle karşılamaktadır. Yetkilileri, bundan sonraki insan hakları eylem planlarının hem tasarım hem de uygulama aşamalarına ilgili bütün aktörlerin ve sivil toplumun tam anlamıyla katılımlarını sağlamaya; öncesinde de, ulusal düzeyde insan hakları uygulamalarına dair sistematik çalışmalar hakkında Komiserin Tavsiyeleri doğrultusunda etraflı bir temel değerlendirme araştırması yapmaya teşvik etmektedir. Komiser ayrıca, parlamentonun eylem planına sahip çıkmasını ve planın uygulanmasının takibini üstlenebilmesini sağlamak amacıyla, daha sonraki insan hakları planlarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde de tartışılıp Kabul edilmesinin değerlendirilmesini tavsiye etmektedir.
“199. Komisere göre, ulusal insan hakları yapısının gelişimi açısından genel bir sorun, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının ve özellikle de insan hakları alanında çalışmaları olan STK’ların katılımının yetersiz kalışıdır; bunun da, sivil toplumla yapılacak istişarelere ve ortaklığa gereken dikkati göstermeyen bir idare kültürü ile bağlantılı olabileceği görünmektedir. Komiser Türkiye’de sivil toplumun çok canlı ve muktedir olduğunu düşünmekte, ve yetkililerin bu potansiyeli daha istikrarlı bir şekilde kullanmaları halinde Türkiye’deki insan hakları çerçevesinin bundan büyük yarar sağlayacağı kanaatindedir. Komiser, sürecin başlangıcından itibaren sivil toplumun da görüşlerinin alınmasını öngörerek olumlu bir örnek oluşturmuş olan yeni anayasa hazırlığı sürecini çok olumlu bulmakta ve bu süreçteki bütün aktörleri, bu katılımın sürdürülmesini sağlayarak süreci devam ettirmeye teşvik etmektedir. Komiser ayrıca, sürecin herhangi bir aşamasında ihtiyaç doğduğu takdirde Türk makamlarını, Avrupa Konseyinin uzmanlığından, özellikle de Venedik Komisyonundan yararlanmaya teşvik etmektedir.
“200. Aynı şekilde Komiser, Türk hükümetinin sürmekte olan çözüm sürecinin sivil topluma anlatılması ve geri bildirimlerin hükümete aktarılması için Akil İnsanlar görevlendirme girişimini de memnuniyetle karşılamıştır. Komiser, hükümetin bu istişareler sonucunda insan hakları politikasında ne gibi değişiklikler yaptığını ortaya koymasının önemli olacağını düşünmektedir.
“201. Son olarak Komiser, Türkiye Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru mekanizması aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartlarını Türk adalet sistemine yerleştirmek konusunda ne denli önemli bir rol oynayabileceğini açıkça ortaya koyduğu kanısındadır. Komiser, bu olumlu gidişatın sürdürüleceğine inanmakta ve Türk yargı sistemi ile Avrupa Konseyi arasındaki verimli ortaklığın devam edeceğini beklemektedir.
“202. Komiser, Türk yetkililerle kurduğu yapıcı diyalogu devam ettirme ve yetkililerin Türkiye’de insan haklarının korunması ve yaygınlaştırılmasını daha ileri taşımak için sürdürdükleri çabalara yardım ve desteğini sunma arzusunu vurgulamak ister.”