Silvan ilçesindeki (Türkiye) 3 mahallede terör karşıtı operasyonlar çerçevesinde 2 Kasım itibariyle gün boyu süren sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olduğu ve bunun, 12 günün ardından, 14 Kasım’da sona erdirildiği bilgisini edindim. Türkiye’deki resmi makamlardan talebim karşılığında ulaştığım bilgiye göre, Ağustos 2015’ten bu yana Silvan’da daha önce de 4 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve bunlardan en uzunu 3 gün sürmüştür.
Bu son sokağa çıkma yasağı ilanı kapsamında, en az 6 sivilin yaşam hakkı ihlâli de dahil olmak üzere insan hakları ihlâllerine yönelik oldukça tedirgin edici iddialar tarafıma ulaştı. Tıpkı, 11 Eylül’de tepki gösterdiğim Cizre’deki uzun sokağa çıkma yasağı ve diğer bu tür operasyonlarda olduğu gibi bu süreç boyunca Silvan’la da iletişim büyük ölçüde kesilmiştir. Bu nedenle edinilen bilgiler hâlâ çelişkili ve güvenilmezdir, ancak sokağa çıkma yasağının kaldırılmasının ardından ortaya çıkan fotoğraflar ağır çatışmalar ile ev ve şahsi mülklere yönelen çok ciddi bir tahribata kanıt sunmaktadır. Cizre hakkında yayımlamış olduğum bir önceki açıklamamda da ifade ettiğim üzere, oldukça kalabalık bir nüfusun insan haklarına yönelen olağanüstü ağır müdahale ile neredeyse tam bir bilgi karartmasının birleşimi, gerekli gözetimin de yokluğu dikkate alındığında özellikle endişe vericidir. Bu konuda, Türkiye’deki ulusal insan hakları örgütleri [structures] de dâhil olmak üzere, güvenlik güçlerinin tutumuna ilişkin şüpheleri ortadan kaldırmak adına bağımsız gözlemcilerin denetimine izin verilmesi konusunda yetkililere çağrıda bulunmuştum. Bildiğim kadarıyla, hiçbir sokağa çıkma yasağı sırasında bu gerçekleştirilmedi.
Cizre’de Eylül ayında ilân edilen sokağa çıkma yasağı neticesinde pek çok insan hakları alanında çalışan sivil toplum örgütü, yasak boyunca güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen insan hakları ihlâllerine yönelik raporlar sunmuştur. Bu raporlarda, ilde yaşayan yerleşik halkın yaşamlarını sürdürmelerine yönelik tam bir engelin olduğu ve güvenlik güçlerinin bazı eylemlerinin vatandaşlar tarafından “toplu cezalandırma” olarak algılanmakta olduğu savunulmuştur. Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun da sokağa çıkma yasakları neticesindeki iddiaları incelemek üzere Cizre ve Şırnak’a ziyarette bulunması ve bu ziyarete ilişkin bir rapor hazırlamakta olduğu bilgisini memnuniyetle karşıladım.
Türkiye Devleti’nin terörle mücadele etmeye hakkı ve görevi olduğunu vurgulamakla beraber, bu mücadelede kullanılan yöntemlerin başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere, uluslararası standartlarca teminat altına alınan insan haklarına saygı duymak zorunda olduğunu belirtmeliyim. Mahallelerin veya ilçelerin genelinde ikinci bir emre kadar açık uçlu ve gün boyu süren sokağa çıkma yasaklarının ilânı, çok geniş bir nüfusun kimi en temel insan haklarına yönelen muazzam bir sınırlandırmayı temsil etmektedir. Bu yasakların Ağustos’tan bu yana Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’ndeki sık ve yaygın kullanımı demokratik bir toplumun gereği olan orantılılık ve zorunluluk ilkelerini yerine getirmemektedir. Bu nedenle, Türkiye’deki yetkili makamların bu uygulamayı yeniden gözden geçirmesini ve gelecekteki terörle mücadele operasyonlarının daha sınırlı bir kapsamda ve gözetilen amaçlarla orantılı bir biçimde toplumsal yaşamın kati suretle bozulmamasını garanti altına alacak biçimde gerçekleştirilmesini ısrarla tavsiye ediyorum.
Ayrıca, geçtiğimiz aylar içerisinde ilan edilen bu ve diğer sokağa çıkma yasakları süresince doğrudan veya dolaylı olarak güvenlik güçlerince neden olunduğu iddia edilen çok sayıda insan hakları ihlalinin Türkiyeli yetkililer tarafından aydınlatılması zorunluluğunun da altını çiziyorum. Bu bağlamda, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’ye ilişkin içtihatları hem de kendi makamımın raporları ile belgelenmiş olan güvenlik güçlerinin eylemlerine yönelik kronik cezasızlık sorunu, büyük bir kaygı kaynağıdır. Bu bağlamdaki mevcut soruşturmalara ilişkin bilgi edinmek üzere yaptığım başvuruya binaen, yetkililer beni yalnızca 2015’in Ekim ayında Şırnak’ta zırhlı bir polis aracının arkasına bağlanarak yerde sürüklenen bir cenazenin görüntülerinin yarattığı öfke sonucunda, iki güvenlik personeli hakkında süren soruşturma sebebiyle görevlerinden uzaklaştırılmış olduklarına dair bir vaka konusunda bilgilendirmede bulunmuştur. İddiaların çokluğu ve boyutlarının ciddiliği karşısında süren soruşturma sayısının yokluğu umutsuzluk vericidir.
Son olarak, vatandaşların insan haklarına yönelik ihlalleri gerçekleştiren kaynağa bakılmaksızın, devletin terörist eylemleri veya güvenlik güçlerinin kendilerinin gerçekleştirdiği eylemleri önlemekteki başarısızlığı nedeniyle yetkililer, mağdurların maruz kaldıkları zararlara ilişkin adil, uygun ve zamanında tazminat almalarını sağlamakla yükümlüdür. Bu, sokağa çıkma yasakları süresince yaşamını yitirenler, yaralananlar ve geniş kapsamda gerçekleşen şahsi mülklerin tahribatı göz önünde bulundurulduğunda zorlu bir görev olacaktır.
Terörle mücadeleden sorumlu ve olağanüstü güç şartlar altında vatandaşlarının güvenliğini sağlamakla yükümlü Türkiyeli yetkililer ve güvenlik güçlerinin içerisinde bulunduğu açmazı kabul ediyorum. Fakat buna rağmen, Türkiyeli yetkililerin ve Türkiye mahkemelerinin yukarıda özetlenmiş olan kaygıları büyük bir önem atfederek ele alacağını umuyorum. Bu konuda başarısız olunması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yönelen yeni bir başvuru dalgasını kuvvetle muhtemel kılacaktır.
Yetkim ölçüsünde durumu yakından takip etmeye ve kaygı ve tavsiyelerimi Türkiyeli yetkililerle paylaşmayı sürdüreceğim.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri
Nils Muižnieks 18.11.2015
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks tarafından 18 Kasım 2015 tarihinde yapılan bu resmi açıklama kendi izinleri dâhilinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
AVRUPA KONSEYİ İNSAN HAKLARI KOMİSERİ NILS MUIZNIEKS TARAFINDAN TÜRKİYE’DE SON AYLARDA YAYGIN BİR BİÇİMDE UYGULANMAKTA OLAN SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARINA İLİŞKİN 18.11.2015 TARİHLİ RESMİ AÇIKLAMA
Paris Katliamını Kınıyoruz!
13 Kasım 2015 Cuma akşamı tüm dünya Fransa’nın Başkenti Paris’te 6 farklı yerde gerçekleştirilen silahlı ve bombalı saldırı ile sarsıldı. Bu insanlık dışı, vahşi saldırı sonucunda 132 kişinin yaşamını yitirdi 99’u ağır olmak üzere 349 kişi de yaralandı. Ölü sayısının daha da artmasından kaygı duyuluyor.
Henüz bu katliamın şokunu atlatabilmiş değiliz. Daha da ötesi yaklaşık bir ay önce Ankara’da, daha da öncesinde Suruç’ta yaşadığımız benzer vahşetin travmatik anı ve etkileri yeniden alevlenmiş durumda. Bu nedenle Paris halkının, Fransa halklarının neler hissettiğini çok iyi biliyoruz. Acılarına ortak oluyor, ölenlerin yakınlarına başsağlığı ve sabır, yaralılara da acil şifalar diliyoruz.
Tarifi imkânsız büyük bir üzüntü ve kaygı içindeyiz. Çünkü bu saldırılar, insanlık değerlerini, yıllardır mücadelesini verdiğimiz insan hakları ve demokrasi ilkelerini yok etmeyi amaçlamaktadır.
Ancak çok iyi biliyoruz ki, hiç bir kutsallık ve inanış sistemi, hiç bir ideoloji, insanlık ailesinin binlerce yıldır birlikte üretip geliştirdiği ortak değer ve ilkeleri ayaklar altına alma hak ve yetkisine sahip değildir. Yine çok iyi biliyoruz ki, tarih boyunca insanın insan olma mücadelesini durdurmaya yönelik tüm çaba ve saldırılar hep sonuçsuz kalmıştır. Bugün de hiç bir şekilde başarıya ulaşamayacaktır. Dünya halkları metanetle yaralarını saracak ve ortak mücadelesiyle insanlığı topyekün karanlığa sürüklemek isteyenlere izin vermeyecektir.
Bu arada şu da unutulmalıdır ki, emperyal çıkarlar, ideolojik kaygılar ya da kâr ve iktidar hırsıyla bu vahşi saldırıların ardındaki insanlık dışı karanlık zihniyetin büyüyüp gelişmesine doğrudan ya da dolaylı sebep olanlar da insanlığa karşı işledikleri bu büyük suçun hesabını er ya da geç ama mutlaka vereceklerdir.
Ortadoğu’da ve dünyada IŞİD/DAİŞ, El Kaide, El Nusra gibi cihatçı yapılanmaların gerçekleştirdiği ağır insan hakları ihlalleri bir an önce Uluslararası Ceza Mahkemesi önüne getirilmeli, insanlığa karşı suç işleyen bu örgütlerin ve onları destekleyen ülkelerin yöneticileri yargı önünde hesap vermelidir.
Bu duygu ve düşünceler ile herkesi amasız ve fakatsız bu katliamı kınamaya, Fransa halklarıyla dayanışmaya, insan onuruna, insan hakları ve demokrasi ilkelerine sahip çıkmaya davet ediyoruz.
Saygılarımızla,
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI
İnsan Hakları Akademisyenlerinden Açık Mektup
22 Ekim 2015
Sayın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Başbakanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu,
Size 25 Temmuz 2015’ten beri Türkiye’nin birçok ilinde PKK üyelerine karşı terörle mücadele kapsamında yapılan operasyonlarda ortaya çıktığı ile ilgili kuvvetli şüpheler bulunan ağır insan hakları ihalleri ile ilgili yazıyoruz.
Anayasa’nın 15. Maddesi uyarınca temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde mümkündür. Ancak olağanüstü halde alınabilecek bir dizi önlem alınmış olmasına rağmen, Türkiye’de Anayasa’ya uygun bir şekilde olağanüstü hal ilan edilmiş değildir.
Bu nedenle, hiçbir kişi ve kurum Anayasa’da ve Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları sözleşmelerinde öngörülen temel hak ve özgürlüklerin olağan zaman için öngörülenden daha fazla sınırlandırılmasına yol açacak önlemler alamaz. Terörle mücadele kapsamında yürütülen tüm operasyonların iç hukuk ve uluslararası hukuktan doğan insan hakları hukuku yükümlülüklerine göre planlanması ve uygulaması gerekir.
İnsan hakları hukuku devletlere, yetki alanındaki insanların hayatlarının ve vücut bütünlüklerinin tüm siyasal amaçların önünde tutulması hukuki sorumluluğunu yükler. Silahlı gruplara karşı yapılan yakalama ve gözaltı operasyonlarında kolluk kuvvetlerinin operasyonel durumun gerektirdiği ölçüde (kendi yaşamını, diğer kolluk kuvvetlerinin yaşamını ya da sivil halkın yaşamını korumak amacı ile) kuvvet kullanma hakkı ve ödevi vardır. Ancak bu hak ve ödev, insan hakları hukuku çerçevesine uygun olarak kullanılmalıdır:
- Silahlı grup ve kişilere yönelik yapılan operasyonların amacı, şüpheli olan kişi veye kişilerin öldürülmesi değil, sağ olarak yakalanmasıdır;
- Yapılacak operasyonlar; sivillerin can güvenliğini riske atacak şekilde organize edilemez;
- Yapılacak operasyonlarda sivillerin ve yakalanmaya çalışılan kişileri birbirinden ayırt etmeyen silah ve yöntemler kullanılamaz;
- Gözaltına alınan kişiler kontrol edildikten sonra vücut bütünlüklerine saldırıda bulunulamaz, özgürlüğünden mahrum bırakılanlara her türlü kötü muamele yasaktır;
- Hayatını kaybetmiş olanlara yönelik, her türlü aşağılayıcı, küçük düşürtücü eylem hukuka aykırıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin insan hakları hukukundan kaynaklanan ikinci bir ödevi ülke topraklarında, sebebi ne olursa olsun, ortaya çıkan bütün ölümleri, işkence ve kötü muamele iddialarını etkili olarak soruşturmaktır. Buna göre:
- Devlet, çatışmalar sırasında ölen veya öldüğünden şüphelenilen tüm güvenlik görevlisi, yurttaş ve silahlı örgüt üyelerinin ölüm nedenlerini etkili bir şekilde soruşturmalı, eğer soruşturma sonucunda bir suç işlendiği tespit edilebilirse, faillerinin adalet önüne çıkarılması için gerekli tüm önlemleri almalıdır;
- Soruşturmalar sırasında; bağımsızlık ve tarafsızlık güvenceleri gözetilmeli, teknik bilgi gereken konularda bağımsız uzmanlardan yararlanılmalıdır;
- Ölüm gerçekleşen durumlarda ölü muayenesinin Birleşmiş Milletler Hukuk Dışı, Keyfi ve Yargısız İnfazların Önlenmesine ve Soruşturulmasına İlişkin El Kılavuzuna (Minnesota Protokolü), işkence ve kötü muamele iddialarında raporlamanın Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzuna (İstanbul Protokolü) uygun yapılması sağlanmalıdır;
- Suça karıştığı tespit edilen veya şüphelenilen kamu görevlileri hakkında ceza soruşturması yanında etkili idari soruşturma açılmalı, soruşturma süresince ilgileler görevden el çektirilmelidir;
- Soruşturmalar, soruşturmanın adilliğine zarar vermeyecek şekilde maktülün yakınları ve toplumun hakikati bilme hakkına riayet ederek şeffaf bir şekilde, hızlı ve etkili bir şekilde yürütülmelidir.
İnsan hakları yükümlülüklerine saygı, hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik rejimlerin temel ve vazgeçilemez unsurudur. Bu yükümlülük, terörle mücadele nedeni ile askıya alınamaz. Nitekim, terörle mücadele kapsamında yapılan operasyonlar ile bağlantılı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine verdiği bağlayıcı çok sayıda karar, benzer vakalarda yukarıda andığımız koşullara uyulmayarak ağır insan hakları ihallerine yol açıldığını göstermektedir. Bu ihlallerin yol açtığı insani dram ve devlete güvensizlik etkilerini günümüze kadar taşımıştır. Benzer bir durumun tekrar etmemesi karar alıcıların elindedir. Bunun, elinde yetki bulunan kişiler açısından insani, ahlaki ve hukuki bir yükümlülük olduğunu hatırlatmak ve yetkilileri gerekli önlemleri almaya çağırmak bizim için tarihi bir sorumluluktur.
Saygılarımızla,
İmzacılar
Doç. Dr. Başak Çalı,
Yard. Doç Dr. Kerem Altıparmak
Prof. Dr. Gökçen Alpkaya
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Aytaç
Profesör Dr. Osman Doğru,
Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı
Prof. Dr. Ümit Biçer
Prof. Dr. Melek Göregenli
Dr. Esra Demir-Gürsel
Profesör Dr. İbrahim Kaboğlu
Prof. Dr. Türkan Yalçın Sancar
Dr. Cavidan Soykan
Dr Tolga Şirin
Prof. Dr. Nilgün Toker
Yrd. Doç. Dr. Kıvılcım Turanlı
Dr. Mine Yıldırım
Dr. Cenk Yiğiter
5. İnsan Hakları Yaz Okulu Protesto Hakkını İşleyecek
İnsan Hakları Ortak Platformu ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezinin 2006 yılından bu yana sürdürdüğü İnsan Hakları Yaz Okullarının beşincisi 2-6 Eylül 2015 tarihleri arasında Ankara’da “Protesto Hakkı” temasıyla gerçekleştirilecek. Yaz Okulu, Raoul Wallenberg İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk Entitüsü ve İsveç Kalkınma Ajansının katkılarıyla gerçekleştiriliyor.
Yaklaşık 400 kişinin başvurduğu Programa olanaklar dahilinde öğrenci, insan hakları aktivisti ve avukatlardan oluşan 55 kişi katılacak. Programın bütünü teknik olanaklarımızın elverdiği ölçüde SBF İnsan Hakları Merkezinin www.ihmpolitics.org adresinde yer alan İnsan Hakları Web TV kanalından yayınlanacak.
Programa pdf formatında ulaşmak için tıklayın Program_Yazokulu
Programda yer alan seminer konuları ve içeriklerine aşağıda verilmiştir:
2 EYLÜL 2015, ÇARŞAMBA
Seminer: Protesto Hakkı: Kavram ve Sorunlar, Yrd. Doç.Dr. Ahmet Murat Aytaç
Protesto hakkı, daha temel haklara referansla tarif edilebilecek olan bileşik ve türetilmiş bir haktır. Bu bakımdan, protestonun kavramsal mahiyeti ile toplumsal ve kültürel dayanaklarını açıklanması konunun anlaşılması açısından öncelik taşımaktadır. Protestonun politik süreçler için yarattığı sorunlar ancak bu aşamadan sonra, “düzen” ve “değişme” gerilimi çerçevesinde bir insan hakkı olarak protestonun bileşenleri sistematik bir şekilde ortaya konulabilecektir. Siyasal düzenin koruyucuları ile değişim talep edenlerin karşılaşmalarının yarattığı çatışmanın ne ölçüde şiddet içerdiği protestonun niteliği ve etkisini büyük oranda belirler. Bu bakımdan protestonun farklı çeşitlerinin tasnifi ve sayısının ne olduğu, “barış” kavramı merkeze alınarak çözülmeye çalışılacaktır. Son olarak, Türkiye’de protesto kültürünün tarihsel kaynakları ve evriminin açıklanması yoluyla, günümüz hukuk düzeninde “barışçıl protesto” kavramının olmamasının ne anlama geldiği tartışılarak, protesto hakkının ihlal edilmesinin içerdiği sorunlar ortaya konmaya çalışılacaktır.
Panel: Gezi ve Kobane sonrasında Türkiye’de Protestoyu Yeniden Düşünmek, Yrd.Doç.Dr. Kerem Altıparmak, Prof.Dr. Nilgün Toker, Tanıl Bora
Gezi Parkı Protestosu; gerek beklenmedik niteliği gerek yaygınlığı itibarıyla Türkiye’de öncesi görülmemiş büyüklükteki yaygınlığı ve uzunluğu ve gerekse de katılımcıların farklı profilleri nedeniyle ülkedeki protesto kavramının anlamına büyük bir yenilik getirmiştir. Gezi protestosunun insan hakları açısından ilgi çekici maddi yanı, son zamanlarda ağırlıklı olarak kolektif hakları savunmak için bir araya gelinme örneklerinden farklı olarak Gezi sırasında birey özerkliğini savunmak için çok farklı kesimlerden insanların zayıf bir örgütlülük halinde sokağa çıkmasıdır. Gezi eylemcileri, Devlet baskısına ve keyfiyetine karşı bireysel özgürlüklerini savunmak için protestoya başvurmuştur. Gezi protestosu, kullandığı yöntemler itibariyle de protesto hakkının kullanımı açısından iktidarı zor durumda bırakmıştır. Duran adam eyleminden, annelerin el ele tutuşmasına, sosyal medya kullanımından, müzik kullanımına çok farklı protesto yöntemleri Gezi Protestosu ile gündeme gelmiştir. Nihayet, Gezi protestosu en sağdan en sola siyasi yelpazedeki tüm parti ve görüşleri derinden etkilemiştir. Kobane Protestosu, Gezi’den hem nitelik hem de yoğunluk nedeniyle ayrılmaktadır. Bir halkın, ülke sınırları dışındaki soydaşlarının varlık haklarını savunmak için örgütlü bir şekilde sokağa çıkması 90lara benzeyen ama kimlik vurgusunun çok daha güçlü olduğu bir protesto eylemidir. Her ne kadar siyasi iktidar, Kobane eylemlerini sadece şiddet yönüyle değerlendirmiş ve bastırmak yoluna gitmişse de kısa süren bu Protesto eylemlerinin başta Kürt siyaseti olmak üzere çok geniş etki ve sonuçlarının olduğu açıktır. Bu Panel, son iki yılda gerçekleşen ve protesto kavram ve yöntemleri üzerinde yeniden düşünmemizi sağlayan iki büyük Protestonun değerlendirilmesi ve geleceğe etkisine ayrılmıştır.
3 Eylül 2015, Perşembe
Seminer: Yeni Toplumsal Hareketler ve Direnişi Yeniden Düşünmek, Dr. Zafer Yılmaz
Bu dersin bağlamı içerisinde öncelikle, söz konusu yeni toplumsal hareketleri, kültür/siyaset, toplumsal/siyasal, liderli/lidersiz örgütlü/örgütsüz gibi ikilikler üzerinden ele alan ve toplumsal hareketler kuramında artık hâkim bakış açısı haline gelen yaklaşımlar değerlendirilecek. Bu yaklaşımların eleştirisi bağlamında, direnişin, nasıl temelde “iktidar merkezli” bir bakış açısından anlamlandırıldığı ortaya konulmaya çalışılacak. Yürütülecek tartışma da, mevcut hakim yaklaşımların, direniş pratiklerinin kendini nasıl anlamlandırdığı, bu pratiklerin yeni özneleşme tarzlarını, duygulanım biçimlerini ve siyasete ilişkin yeni anlamları nasıl ürettiği söz konusu olduğunda, direniş açısından bu temel meseleleri nasıl göz ardı ettiği serimlenecek. Son olarak, reaktif bir karşı oluş hali içerisine sıkışmayan ve kendine yeni ortaklık olanları ve ortaklık biçimleri bulan, bir başka ifadeyle yeni bir dünya “yaratarak” kendini ifade eden yeni meydan hareketlerinin, mevcut değerleri de yeniden değerlendirmenin önünü açarak, direnişi farklı bir şekilde düşünmek için ne tür olanaklar geliştirdiği ele alınacak. Ayrıca direniş karşısında, onu ikilikler üzerinden anlamak suretiyle bir “kapma aygıtı” gibi işlemek yerine, onu yoğunlaştırmayı, direniş ile isyanı ahlakileştirmek ya da basitçe düzen kurucu bir siyasete evriltmek yerine onunla ivmelenmeyi ve isyanı kesintiye uğratmak yerine onu sürekli kılmayı hedefleyen bir entelektüel tutumun, modern düşünce içerisinde kendine nerelerden yeni kaçış hatları açabileceği sorusu da tartışmaya açılacak.
Atölye Çalışması: Protesto Videoları: İzleyelim, Tasarlayalım ve Çekelim!, Prof.Dr Mine Gencel Bek
Bu atölye çalışmasında videonun protestolarda kullanımı dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı temaları içerecek şekilde örneklerle gösterilecek; protesto ve hak savunuculuğu kampanyası tasarımına videonun nasıl dahil edilebileceği anlatılacaktır. Atölyenin sonunda, sağlanacak pratik bilgilerin de yardımıyla, katılımcılardan küçük üretimler gerçekleştirmeleri ve bunları birlikte izleyerek tartışmaları beklenecektir.
4 Eylül 2015, Cuma
Protesto Hakkının Ulusal Hukuk ve Diğer Yargı alanlarında Korunması/Uygulama Örnekleri, Doç.Dr.Glenn Noel Robinson
Bu sunumda Birleşik Krallık`ta bulunan İnsan Hakları Kanunu (Human Rights Act 1998) öncesi ve sonrasında kolluk kuvvetlerinin protesto hakkı ve kamu düzeni kavramları çerçevesinde olaylara yaklaşımını karşılaştırmalı olarak inceleyecektir.
Vicdani Ret ve Sivil İtaatsizlik, Dr. Özgür Heval Çınar
Bu sunumda sivil itaatsizlik ve vicdani red kavramları üzerine durulacaktır ki, bu iki kavram arasındaki farklılıklar ve benzerlikler anlatılacaktır. Nitekim, vicdani red bireyin iç dünyası ile ilgili olmakla birlikte sivil itaatsizlikten ayrılmaktadır. Ancak bazı durumlarda vicdani ret politik bir sorgulamayı gerektirmektedir ve şiddetsizlik eylemini içermesinden dolayıda, sivil itaatsizlikle benzer yönleri bulunmaktadır.
Hakikati Bilme Hakkı, Dr. Richard Carver
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Devletlerin yargısız infazlar ve zorla kaybedilmeye gibi ciddi insan hakları ihlallerini soruşturma yükümlülüğüne ilişkin olarak BM İnsan Hakları Komitesinin de genel yorumlarında yerini bulan yerleşik içtihatlar oluşturmuştur. Ancak ciddi insan hakları ihlallerinin mağdurlarının ve mağdur yakınlarının da BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinde yer alan bilgilenme, bilgiye erişme ve bilgiyi yayma hakkının bir parçası olan “hakikate erişme hakkı”nin ayrı bir hak olarak ele alınmasına yönelik güçlü argümanlar bulunmaktadır. Bu hak, “hakikat ve uzlaşma” gibi ortaya çıkacak sonuçlardan bağımsız olarak ve kendi başına bir haktır. Mağdurlar ve mağdur yakınlarının, sonucunda ne yapmayı tercih edelerse etsinler ciddi insan hakları ihlallerine ilişkin bilgiye erişme hakkına sahiptirler.
Cumartesi Anneleri Deneyimi, Leman Yurtsever-Hanım Tosun
Bir sivil itaatsizlik eylemi olarak 1 Ağustos 2015 tarihinde 540. kez oturma eylemlerini yapan ve zorla kaybedilmiş yakınlarını arayan Cumartesi Annelerinin deneyimi doğrudan paylaşılacak
İşkenceye Karşı Mücadele: İstanbul Protokolü, Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı
İşkence ve kötü muameleye karşı etkin mücadele amacıyla oluşturulan ve 1999 yılı sonunda Birleşmiş Milletler’e sunulan İşkence ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu, “İstanbul Protokolü’’nün (Manual on the Effective Investigation and Documentation of Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, “The Istanbul Protocol”) öyküsü ve sonuçları ele alınacak.
5 Eylül 2015, Cumartesi
Sosyal Medya ve Protesto Hakkının Kullanılması , Prof.Dr. Yaman Akdeniz
Türkiye’deki İnternet ve sosyal medyada sistematik olarak devlet tarafından uygulanan ifade özgürlüğü kısıtlamaları protesto hakkı kapsamında değerlendirilecektir. 2007’de 5651 Sayılı Kanun’la başlayan sansür politikalarının ve uygulamalarının yaklaşık 10 yıllık tarihçesi de Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ilgili içtihadı çerçevesinde tartışılacaktır. Bir çok kullanıcıyı sosyal medya platformlarında yaptıkları yorumlar nedeniyle hedef alan ceza soruşturmaları ve kovuşturmaları da bu dersin kapsamında değerlendirilecektir.
Toplantı ve Gösteri Özgürlüğü Hakkının Kullanımı bağlamında AİHM Kararlarının uygulanması, Doç.Dr. Başak Çalı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi toplantı ve gösteri yürüyüşünü koruyan Avupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11. madde ile ilgili olarak Türkiye aleyhine periodik olarak ihlal kararları almaktadır. Bu kararlar 2006’da alından ve 2007 yılında kesinleşen Ataman kararına atfen Ataman grubu adında toplanmıştır. AİHM kararlarında hükümetin alması gereken bireysel ve genel tedbirler nelerdir? Bu ihal kararlarının uygulanması nasıl ilerlemektedir? 2911 sayılı yasanın gözden geçirilmesi yeterli olacak mıdır? Hakim ve savcılara AİHM Ataman Grubu kararlarının uygulanmasında ne tür yükümlülükler düşmektedir? Uygulanmayan AİHM kararları ile ilgili olarak insan hakları örgütleri ne tür stratejiler izlemelidir?
Yaşam alanlarına yönelik müdahalelere karşı Protesto Örnekleri/Doğu Karadeniz HES karşıtı Mücadele, Cemil Aksu
Doğu Karadeniz’de sahil yolu ve hidroelektik santralleri inşaatlarına karşı yerel halkın, kadınların örgütlülüğü, protestoları ve karşı karşıya kaldıkları zorluklar, engeller ve kazanımlara ilişkin deneyim paylaşılacaktır.
6 Eylül 2015, Pazar
Protesto hakkı: Hukuki bir tanımlama, Yrd.Doç.Dr. Kerem Altıparmak
Klasik birinci kuşak haklardan bağımsız, özgün bir protesto hakkının doğduğundan bahsedilebilir mi? Protesto, şüphesiz bir görüşün, düşüncenin aktarılma şeklidir. Bu açıdan bakıldığında ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olduğu düşünülebilir. Aynı şekilde, protesto eylemleri sıklıkla toplanma ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, bireysel protesto eylemleri, teknolojinin kullanımıyla gerçekleşen fiziksel ortamlarda gerçekleştirilmesi mümkün olmayan protesto yöntemleri, protesto eden kişilerin bazen taleplerinin özünün birbirinden farklı olması gibi bir çok özellikle bu klasik hakların ortak paydalarının içinde eridiği yeni bir hak tipinin var olup olmadığı tartışılmalıdır. Bu farklılık salt didaktik açıdan faydalı bir sınıflandırmaya vücut vermez, iktidarın kategorik olarak reddettiği bir hakkın bu şekilde reddinin mümkün olmadığını ancak kısıtlı koşullar altında sınırlandırılabileceğini de ortaya koymayı mümkün kılar. Bu yönüyle, aslında bu hakkın varlığının ve sınırlarının kanıtı bizzat iktidarın protesto hakkını hiçe sayması şeklinde de tezahür etmektedir. Bu derste, bu nedenle klasik haklardan bağımsız bir protesto hakkının var olup olmadığı ve sınırları tartışılacaktır.
Protesto & Gösteri, İfade ve Eylem, Emel Kurma
BM Irk Ayrımcılığına Karşı Komite Türkiye Raporunu Kasım 2015'de Görüşmeye Başlayacak
2009 yılında yapılan ilk periyodik incelemenin ardından BM Irk Ayrımcılığına Karşı Komitesi Türkiye’ye ilişkin ikinci periyodik incelemesini 28 Kasım – 11 Aralık 2015 tarihleri arasında düzenleyeceği 88. Oturumunda gerçekleştirecek. Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması BM Sözleşmesini onaylayan Devletlerin Irk Ayrımcılığına Karşı Komite’ye her iki yılda bir rapor verme yükümlülüğü olmasına karşın Türkiye, ilk raporunu Sözleşmeyi onayladıktan 6 yıl sonra 2009 yılında, ikinci raporunu da 4 yıl sonra 10 Şubat 2014 tarihinde verdi. İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından Türkçeye tercümesi yapılan rapor, 17 Nisan 2014 tarihinde BM Irka Ayrımcılığına Karşı Komite’nin web sitesinde yayınlandı.
Komite, Hükümet Dışı Kuruluşlarının Bilgisine de başvuracak
Komite 3 Ağustos 2010 tarihinde (77. Oturum) hükümet-dışı kuruluşlarla, hükümet-dışı kuruluşların sürece katılmasının yollarını ve araçlarının görüşüldüğü bir toplantı düzenledi ve bu toplantının ardından, Taraf Devletlerin raporlarının görüşülmeye başlamasından hemen önce ulusal ve uluslararası hükümet dışı kuruluşların görüşlerini dinleme kararı almıştı. Bu karar uyarınca Türkiye raporu görüşülmeden önce alternatif/gölge rapor hazırlayan hükümet dışı kuruluşlar raporlarını sözlü olarak da Cenevre’de (İsviçre) Komite ile paylaşabilecekler.
Komite, Hükümet-dışı kuruluşların suncağı alternatif/gölge raporların spesifik, güvenilir ve olabildiğince nesnel olmasını, Taraf Devletin raporunda kullanılan sistematiğe uyumlu olmasını tavsiye ediyor. Yerel, ulusal ve uluslararası hükümet dışı kuruluşların tek tek rapor hazırlamasından ziyade mümkün olduğunca koalisyon oluşturarak rapor sunmayı teşvik ediyor.
Bu sürece katılmak isteyen Hükümet-dışı kuruluşların raporlarını İngilizce hazırlamaları ve 2 Kasım 2015 tarihinden önce elektronik kopya olarak ve Komite üyelerine dağıtılmak üzere de 20 basılı kopyayı posta yoluyla aşağıdaki adreslere göndermeleri gerekiyor.
Komite sekreteryasının e-posta adresi:
cerd@ohchr.org
Komite sekreteryasının posta adresi:
CERD Secretariat
8-14 Avenue de la Paix
CH 1211 Geneva 10
Switzerland
Komite’nin Hükümet Dışı Kuruluşlar için hazırladığı bilgi notu için tıklayınız.
Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite: Cezaevlerinde İşkencenin Önlenmesi
İşkencenin Önlenmesi Alt Komitesi tarafından 20- 24 Şubat 2012 tarihleri arasındaki 60. oturum’da kabul edilen cezaevlerindeki işkencenin önlenmesinde yargısal denetim ve hukuki usullere uygun davranılması şartının rolüne ilişkin muvakkat beyanı
Hukuki usullere uygun davranılması şartının (due process), hükmün verildiği andan itibaren sona ereceği ve fiili alıkonulma koşulları ile alıkonulma rejimine uygulanmayacağı şeklindeki yanlış kanı, alıkonulma yerlerinde ve özellikle de cezaevleri ve ıslahevlerinde işkence ve kötü muamelenin yapılmasını teşvik etmektedir. Bu nedenden ötürü, şikâyet usulleri ve alıkonulma yerlerinin denetlenmesine ilaveten, hem hapis cezasının infazıyla hem de yargılama öncesi tutukluk haliyle ilişkili her türlü alıkoyma tedbirinin yerine getirilmesini izleyecek özelleşmiş bir yargısal ya da benzeri bir organın devletlerce ihdas edilmesi acil bir ihtiyaçtır. İşkencenin Önlenmesi Alt Komitesi, ilerleyen safhalarda, akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan kişiler ve diğer bireylerin kapatıldığı yerler gibi ceza adalet sisteminin dışında yer alan alıkonulma yerlerinde hukuki usullere uygun davranılması şartını ve yargısal denetim meselelerini ele alacaktır.
İHOP tarafından sağlanan çeviri için bkz. Hukuki_usuller_sarti
Kulp Alacaköy Gözaltında Kayıplar Davası Bugün Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinde Görülecek
1993 yılında yapılan bir askeri operasyonda gözaltına alındıktan sonra kendilerinden haber alınamayan 11 sivilin öldürülmesi ile ilgili olarak o dönemin Bolu Tugay Komutanı Yavuz Ertürk aleyhine açılan davanın görülmesine 8 Temmuz 2015 tarihinde Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilecek. Olay olduktan çok sonra açılabilen soruşturma, 1997 yılında tamamen hareketsiz kalmıştı. 2003 yılında ulaşılan bazı kemiklerin Adli Tıp Kurumu tarafından incelenmesi sonucunda, gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Mehmet Salih Akdeniz’e ve Behçet Tutuş’a ait çıkması üzerine Kulp savcılığının görevsizlik kararı vererek dosyayı “Suç tarihinde Bolu 2′nci Komando Tugay Komutanlığı’nda görevli asker şahısların işlediği askeri suçlarıyla ilgili soruşturma yapmak görev ve yetkisinin” askeri savcılığa ait olduğu gerekçesiyle, askeri savcılığa göndermişti. 2004 yılı Aralık ayında TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından yerinde yapılan incelemeye ilişkin bir rapor yayınlanmış ve heyetin o dönemde Bolu Dağ Komado Tugay Komutanı Yavuz Ertürk komutasında askeri bir operasyon düzenlendiğine ve bazı kişilerin gözaltına alındığına ilişkin kanaat oluşturduğu belirtilmişti.
Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığında bulunan ve herhangi bir işlem yapılmayan dosyaya ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığının yürüttüğü ayrı bir soruşturmada, dönemin Bolu Dağ Komando Tugayı Komutanı Yavuz Ertürk’ün 7 Ekim 2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesinin alınmasının ardından Soruşturma Savcısı Yavuz Ertürk hakkında yakalama kararı çıkartarak zaman aşımı süresini durdurdu. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcıvekilliği tarafından hazırlanan 19 sayfalık iddianame, 2013 yılı Ekim ayında Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildi. İddianamede emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk hakkında 11 kez müebbet ve 25 yıla kadar hapis cezası istendi.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada sanık eski Bolu 2. Komando Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün “güvenlik” gerekçesiyle yargılamanın başka ilde görülmesi yönündeki talebini değerlendirerek davanın Ankara’da görülmesini kararlaştırdı (Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 04/02/2014 tarih, 2013/106 esas 2014/28 sayılı kararı). Dosya önce TMK 10 ile görevli 13. Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. Daha sonra TMK 10. Maddesinin kaldırılması sonucunda dava Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesine devredildi. 25 Mayıs 2014 tarihinden bu yana Ankara’da görülen davada beş duruşma gerçekleşti ve bu süre zarfında bir kez savcı değişikliği, dört kez ise Üye heyetinde değişiklik oldu.
Bu dava bakımından önemli bir unsur da 31 Mayıs 2001 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği karardır (Akdeniz ve Diğerleri/Türkiye, Başvuru No:23954/94). Türkçe’ye çevirisi resmi olarak yapılmayan kararın resmi olmayan çevirisi İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından gerçekleştirilmiştir (bkz. CASEOFAKDENIZANDOTHERSvTURKEY_TR. ). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 11 kişinin kaybedilmesi ile ilgili bu davada AİHS’in 2. maddesinin hem esas hem usul yönünden, 3. maddesinin, 5. maddesinin, 13. Maddesinin ve 25. maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Hazırlanan iddianamede AİHM başvurusu yer almakla birlikte, AİHM’in yaşam hakkının korunmasına ilişkin içtihatı değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla bu görev, Mahkemeye düşmektedir.
[box]AİHM’in verdiği ihlal kararları ve dayanakları
Sözleşmenin 2. maddesine aykırı biçimde başvuranların yakını on bir kişinin ölümünden Devletin sorumlu olduğuna (bire karşı altı oyla)
Aradan geçen sürenin uzunluğundan –yedi yılı aşkın süre-, bu kişilerin gözaltı işlemine ilişkin herhangi bir belge bulunamamasından ve bu kişilerin akıbetleri hakkında Hükümetin tatmin edici ve makul bir açıklama getirememesinden çok güçlü sonuçlar çıkartmaktadır.(paragraf:84-89)
Davalı Devletin yetkili makamlarının kayıp on bir kişinin ölümüne ilişkin olaylara dair etkili bir soruşturma yürütmemelerinden ötürü Sözleşmenin 2. maddesinin ihlal edildiğine (bire karşı altı oyla);
Cumhuriyet savcılarının eylemsizliği ve toplanan delillere rağmen güvenlik güçlerini soruşturmaya dahil etme konusundaki isteksizlikleri dikkate alındığında soruşturmanın yaşam hakkı bağlamında hiçbir güvence sağlamaması (Paragraf 90-93)
Kayıp on bir kişi açısından Sözleşmenin 3. maddesinin ihlal edildiğine (bire karşı altı oyla)
On bir kişinin Kepir’de açık havada en az bir hafta boyunca gözaltında tutulması, bağlı tutulmak da dahil önemli sıkıntılar yaşamaları (Behçet Tutuş örneğinde olduğu gibi, dövülme olayları yaşanırken, Abdo Yamuk’un bacağında yara oluşması). Sadece soğuk nedeniyle değil korku ve akıbetlerinin belirsizliği nedeniyle ıstırap çekmelerinin insanlık dışı veonur kırıcı muamele eşiğine ulaşması (paragraf: 94-98)
Sözleşmenin 5. maddesinin 1. Paragrafının ihlal edildiğine (oybirliğiyle)
Kayıp on bir kişinin 5. maddede yer alan güvencelerden bütünüyle yoksun olarak gözaltında tutulması: gözaltı kayıtlarının olmaması, soruşturmanın geç açılması ve etkisiz olması (paragraf 103-108)
Sözleşmenin 13. maddesinin ihlal edildiğine (bire karşı altı oyla)
13. maddeye uygun ve 2. maddenin getirdiği soruşturma yükümlülüğüne nazaran daha geniş kapsamlı olabilecek türden etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesi nedeniyle başvuranların yakınlarının kaybolması ve ölümü bağlamında etkili başvuru yapma haklarından ve tazminat talebi de dahil, kullanabilecekleri diğer iç hukuk yollarına erişimden mahrum bırakılmış olmaları(Paragraf:109-114)
Devletin Sözleşmenin eski 25. maddesinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediğine (bire karşı altı oyla)
Başvuranların Komisyona (AİHM’ne) yaptıkları başvurularla ilgili olarak sorgulanmalarının bireysel başvuru hakkının kullanımını engelleyen, yasadışı ve kabul edilemez bir baskı niteliğinde olması (paragraf 118) [/box]