Örnek Resim

Diyarbakır Barosu Başkanı Avukat Tahir Elçi’nin Düşüncelerini İfade Ettiği İçin Maruz Kaldığı Davranışlar Kabul Edilemez!

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin bir televizyon programında ifade ettiği görüşleri nedeniyle hakkında yakalama kararı çıkarılmış ve sabaha karşı saat 02:00’de bulunduğu Diyarbakır Barosundaki ofisinden, “Terör örgütü propagandası  yapmak” suçundan hakkındaki soruşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacı  ile yurt içinde saklandığı; tüm aramalara rağmen Elçi’ye ulaşılamadığı ve tebligat yapılamayacağı anlaşıldığından hakkında yakalama kararı çıkarıldığı belirtilerek, verilen karar gereğince, Terörle Mücadele Ekipleri tarafından alınarak , İstanbul’a götürülmüştür.
Kimliği, görevi ve açık adresi bilinen bir insanın ifade ettiği görüşleri  nedeniyle Terörle Mücadele Yasasının 7/2. Maddesi  hükmünce bu şekilde yakalanıp gözaltına alınarak sorguya alınması kabul edilemez.
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne götürülmüş sayısız ifade özgürlüğü davasına, Mahkemenin bu davalarda  verdiği ihlal kararlarına, ifade özgürlüğü konusunda Avrupa Bakanlar Komitesi’nin izlemesi altında olmasına,  Türkiye’nin bu ihlalleri ortadan kaldırmaya yönelik olarak Avrupa Konseyi ile yürüttüğü ifade özgürlüğü projesine ve 2014 yılında Bakanlar Kurulu tarafından Kabul edilerek Resmi Gazetede yayınlanan “ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının İnfazı için Eylem Programı” olmasına rağmen, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin sadece düşüncesini ifade ettiği için maruz bırakıldığı bu uygulama,  insan haklarına, ifade ve vicdan özgürlüğüne karşı yapılmış ağır bir ihlaldir.
İnsan hakları örgütleri olarak, bu tür hukuk dışı uygulamalar karşısında  ifade özgürlüğü için mücadelemizi sürdüreceğimizin  ve Diyarbakır Baro Başkanlığının yanı sıra, aktif bir insan hakları savunucusu olan Avukat Tahir Elçi’yi yalnız bırakmayacağımızın bilinmesini istiyoruz.
İnsan Hakları Ortak Platformu

Cemal Temizöz Suçsuz ise #21İnsanıKimÖldürdü?

1993-1995 yılları arasında Şırnak’ın Cizre ilçesinde 21 insan öldürüldü. Olayın üzerinden 22 yıl geçti ve açılan dava kapsamında 47 duruşma görüldü.
Bugüne geldiğimizde söz konusu 21 kişinin zorla kaybedilmesi ve yasadışı keyfi infaz edilmesi ile suç işlemek için örgüt kurmak suçlarından 47 duruşmadır yargılanmakta olan davanın en önemli sanığı Emekli Jandarma Kıdemli Albay Cemal Temizöz hakkında, 18 Haziran 2015 tarihli duruşmada beraat talep edildi!
5 Kasım’daki karar duruşmasında bu talep hükme bağlanacak!
Bizler yakıcı bir süreçten geçtiğimiz bugünlerde, kamuoyunun dikkatini 1990’lı yıllarda Şırnak’ın Cizre ilçesinde işlenmiş olan cinayetlerden doğrudan sorumlu tutulan bu şahsın yargılandığı davaya çekmek için soruyoruz:
Cemal Temizöz Suçsuz ise #21İnsanıKimÖldürdü?
Kampanyaya katılmak için tıklayın: #21İnsanıKimÖldürdü?
Türkiye’de kolluk kuvvetleri tarafından işlendiği iddia edilen suçların cezasız kalması geleneği devam ediyor. Cezasız bırakılan her suç bir yenisini çağırırken, 1990’lı yıllarla yüzleşmedikçe ve katliamların faillerini yargı önüne çıkarıp adil bir şekilde yargılamadıkça, aslında faili belli olan faili meçhul cinayetler artmaya devam edecek.
Böyle bakıldığında, kolluk kuvvetlerinin toplumsal olaylarda aşırı/orantısız güç kullanımı, Roboskî, Gezi protestoları; Reyhanlı, Antep, Diyarbakır, Suruç ve Ankara bombalı saldırıları ve Cizre, Diyarbakır Merkez, Lice, Varto, Silvan, Yüksekova, Beytüşşebap ve Nusaybin’de yaşananlar, hesaplaşılmayan ve cezasız kalan bu cinayetlerin devamı olarak okunabilir.
Temizöz davası da dahil bu dönem işlenen devlet suçları ile ilgili açılan bir dizi dava, 1990’lı yıllarda devlet içerisinde gayrı resmi bir statüyle faaliyet gösteren Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birimi’nin (JİTEM) de parçası olduğu kirli savaş operasyonları ile hesaplaşmak için çok önemli bir imkân sunmaktaydı. Fakat son dönemde beraatle sonuçlanan bir dizi davanın da gösterdiği üzere bugün farklı bir siyasi irade söz konusu.
Kısa süre öncesine kadar haklarında güçlü iddianameler hazırlanan ve ağır hapis cezaları talep edilen, insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla yargılanan komutanların bugün teker teker aklandığını görüyoruz. Mardin’de 1992-94 yılları arasında 13 kişiyi yargısız infaz etmek iddiasıyla yargılanan Musa Çitil, Mayıs 2015’te Çorum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2013/50 esas sayılı ve 2014/118 numaralı kararı ile beraat etmiş, ardından geçtiğimiz Ağustos ayında da terfi ettirilerek Diyarbakır ili Jandarma Tugay Komutanı olarak atanmıştı. Keza Silopi’de altı köylünün zorla kaybedilmesiyle ilgili yargılanan Emekli Tuğgeneral Mete Sayar, Temmuz 2015’te beraat ettirilmişti.
Aynı akıbet Temizöz Davası için de kapıda!
Zira davanın sanıkları olan dönemin Cizre İlçe Jandarma Komutanı Emekli Albay Cemal Temizöz, eski Cizre Belediye Başkanı ve korucubaşı Kamil Atağ, Kukel Atağ, Tamer Atağ, Adem Yakin, Fırat Altın (Abdulhakim Güven), Hıdır Altuğ ve Burhanettin Kıyak hakkında, davanın son duruşmasında savcılık tarafından beraatlar istenmiştir.
Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015/47 esas sayılı dosyası üzerinden devam eden davada beraat talebi Cumhuriyet Savcısı Hasan Ali Erkan tarafından yapıldı.
Böylesi bir resmi aklama süreci karşısında bizler sorumluların cezalandırılmasını, mağdur zararlarının giderilmesini ve toplumun hakikati bilmesi için 5 Kasım’a kadar hep beraber ısrarlı olarak bir kez daha devlete soruyoruz:
Cemal Temizöz Suçsuz ise #21İnsanıKimÖldürdü?

Cezasızlıkla Mücadelede Güçbirliği bileşenleri:
Adli Tıp Uzmanları Derneği
Batman Barosu
Diyarbakır Barosu
Şırnak Barosu
Helsinki Yurttaşlar Derneği
Hakikat Adalet ve Hafıza Çalışmaları Derneği
İnsan Hakları Derneği
İnsan Hakları Gündemi Derneği
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Türkiye İnsan Hakları Vakfı
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı
Destekleyen:
Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye Masası)

5. İnsan Hakları Yaz Okulu Protesto Hakkını İşleyecek

İnsan Hakları Ortak Platformu ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezinin 2006 yılından bu yana sürdürdüğü İnsan Hakları Yaz Okullarının beşincisi 2-6 Eylül 2015 tarihleri arasında Ankara’da “Protesto Hakkı” temasıyla gerçekleştirilecek. Yaz Okulu, Raoul Wallenberg İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk Entitüsü ve İsveç Kalkınma Ajansının katkılarıyla gerçekleştiriliyor.
Yaklaşık 400 kişinin başvurduğu Programa olanaklar dahilinde öğrenci, insan hakları aktivisti ve avukatlardan oluşan 55 kişi katılacak.  Programın bütünü teknik olanaklarımızın elverdiği ölçüde SBF İnsan Hakları Merkezinin www.ihmpolitics.org adresinde yer alan İnsan Hakları Web TV kanalından yayınlanacak.
Programa pdf formatında ulaşmak için tıklayın Program_Yazokulu
Programda yer alan seminer konuları ve içeriklerine aşağıda verilmiştir:
2 EYLÜL 2015, ÇARŞAMBA
Seminer: Protesto Hakkı: Kavram ve Sorunlar, Yrd. Doç.Dr. Ahmet Murat Aytaç            
AMA
Protesto hakkı, daha temel haklara referansla tarif edilebilecek olan bileşik ve türetilmiş bir haktır. Bu bakımdan, protestonun kavramsal mahiyeti ile toplumsal ve kültürel dayanaklarını açıklanması konunun anlaşılması açısından öncelik taşımaktadır. Protestonun politik süreçler için yarattığı sorunlar ancak bu aşamadan sonra, “düzen” ve “değişme” gerilimi çerçevesinde bir insan hakkı olarak protestonun bileşenleri sistematik bir şekilde ortaya konulabilecektir. Siyasal düzenin koruyucuları ile değişim talep edenlerin karşılaşmalarının yarattığı çatışmanın ne ölçüde şiddet içerdiği protestonun niteliği ve etkisini büyük oranda belirler. Bu bakımdan protestonun farklı çeşitlerinin tasnifi ve sayısının ne olduğu, “barış” kavramı merkeze alınarak çözülmeye çalışılacaktır. Son olarak,  Türkiye’de protesto kültürünün tarihsel kaynakları ve evriminin açıklanması yoluyla, günümüz hukuk düzeninde “barışçıl protesto” kavramının olmamasının ne anlama geldiği tartışılarak, protesto hakkının ihlal edilmesinin içerdiği sorunlar ortaya konmaya çalışılacaktır.
Panel: Gezi ve Kobane sonrasında Türkiye’de Protestoyu Yeniden Düşünmek, Yrd.Doç.Dr. Kerem Altıparmak, Prof.Dr. Nilgün Toker, Tanıl Bora
NT    TB
Gezi Parkı Protestosu; gerek beklenmedik niteliği gerek yaygınlığı itibarıyla Türkiye’de öncesi görülmemiş büyüklükteki yaygınlığı ve uzunluğu ve gerekse de katılımcıların farklı profilleri nedeniyle ülkedeki protesto kavramının anlamına büyük bir yenilik getirmiştir. Gezi protestosunun insan hakları açısından ilgi çekici maddi yanı, son zamanlarda ağırlıklı olarak kolektif hakları savunmak için bir araya gelinme örneklerinden farklı olarak Gezi sırasında birey özerkliğini savunmak için çok farklı kesimlerden insanların zayıf bir örgütlülük halinde sokağa çıkmasıdır. Gezi eylemcileri, Devlet baskısına ve keyfiyetine karşı bireysel özgürlüklerini savunmak için protestoya başvurmuştur. Gezi protestosu, kullandığı yöntemler itibariyle de protesto hakkının kullanımı açısından iktidarı zor durumda bırakmıştır. Duran adam eyleminden, annelerin el ele tutuşmasına, sosyal medya kullanımından, müzik kullanımına çok farklı protesto yöntemleri Gezi Protestosu ile gündeme gelmiştir. Nihayet, Gezi protestosu en sağdan en sola siyasi yelpazedeki tüm parti ve görüşleri derinden etkilemiştir. Kobane Protestosu, Gezi’den hem nitelik hem de yoğunluk nedeniyle ayrılmaktadır. Bir halkın, ülke sınırları dışındaki soydaşlarının varlık haklarını savunmak için örgütlü bir şekilde sokağa çıkması 90lara benzeyen ama kimlik vurgusunun çok daha güçlü olduğu bir protesto eylemidir. Her ne kadar siyasi iktidar, Kobane eylemlerini sadece şiddet yönüyle değerlendirmiş ve bastırmak yoluna gitmişse de kısa süren bu Protesto eylemlerinin başta Kürt siyaseti olmak üzere çok geniş etki ve sonuçlarının olduğu açıktır. Bu Panel, son iki yılda gerçekleşen ve protesto kavram ve yöntemleri üzerinde yeniden düşünmemizi sağlayan iki büyük Protestonun değerlendirilmesi ve geleceğe etkisine ayrılmıştır.
3 Eylül 2015, Perşembe
Seminer: Yeni Toplumsal Hareketler ve Direnişi Yeniden Düşünmek, Dr. Zafer Yılmaz
ZY
Bu dersin bağlamı içerisinde öncelikle,  söz konusu yeni toplumsal hareketleri, kültür/siyaset, toplumsal/siyasal, liderli/lidersiz örgütlü/örgütsüz gibi ikilikler üzerinden ele alan ve toplumsal hareketler kuramında artık hâkim bakış açısı haline gelen yaklaşımlar değerlendirilecek. Bu yaklaşımların eleştirisi bağlamında, direnişin, nasıl temelde “iktidar merkezli” bir bakış açısından anlamlandırıldığı ortaya konulmaya çalışılacak. Yürütülecek tartışma da,  mevcut hakim yaklaşımların, direniş pratiklerinin kendini nasıl anlamlandırdığı, bu pratiklerin yeni özneleşme tarzlarını, duygulanım biçimlerini ve siyasete ilişkin yeni anlamları nasıl ürettiği söz konusu olduğunda, direniş açısından bu temel meseleleri nasıl göz ardı ettiği serimlenecek. Son olarak, reaktif bir karşı oluş hali içerisine sıkışmayan ve kendine yeni ortaklık olanları ve ortaklık biçimleri bulan, bir başka ifadeyle yeni bir dünya “yaratarak” kendini ifade eden yeni meydan hareketlerinin, mevcut değerleri de yeniden değerlendirmenin önünü açarak, direnişi farklı bir şekilde düşünmek için ne tür olanaklar geliştirdiği ele alınacak. Ayrıca direniş karşısında, onu ikilikler üzerinden anlamak suretiyle bir “kapma aygıtı” gibi işlemek yerine, onu yoğunlaştırmayı, direniş ile isyanı ahlakileştirmek ya da basitçe düzen kurucu bir siyasete evriltmek yerine onunla ivmelenmeyi ve isyanı kesintiye uğratmak yerine onu sürekli kılmayı hedefleyen bir entelektüel tutumun, modern düşünce içerisinde kendine nerelerden yeni kaçış hatları açabileceği sorusu da tartışmaya açılacak.
Atölye Çalışması: Protesto Videoları: İzleyelim, Tasarlayalım ve Çekelim!, Prof.Dr Mine Gencel Bek
MGB
Bu atölye çalışmasında videonun protestolarda kullanımı dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı temaları içerecek şekilde örneklerle gösterilecek; protesto ve hak savunuculuğu kampanyası tasarımına videonun nasıl dahil edilebileceği anlatılacaktır. Atölyenin sonunda, sağlanacak pratik bilgilerin de yardımıyla, katılımcılardan küçük üretimler gerçekleştirmeleri ve bunları birlikte izleyerek tartışmaları beklenecektir.
4 Eylül 2015, Cuma
Protesto Hakkının Ulusal Hukuk ve Diğer Yargı alanlarında Korunması/Uygulama Örnekleri, Doç.Dr.Glenn Noel Robinson

GNR
Bu sunumda Birleşik Krallık`ta bulunan İnsan Hakları Kanunu (Human Rights Act 1998) öncesi ve sonrasında kolluk kuvvetlerinin protesto hakkı ve kamu düzeni kavramları çerçevesinde olaylara yaklaşımını karşılaştırmalı olarak inceleyecektir.
Vicdani Ret ve Sivil İtaatsizlik, Dr. Özgür Heval Çınar
OHC
Bu sunumda sivil itaatsizlik ve vicdani red kavramları üzerine durulacaktır ki, bu iki kavram arasındaki farklılıklar ve benzerlikler anlatılacaktır. Nitekim, vicdani red bireyin iç dünyası ile ilgili olmakla birlikte sivil itaatsizlikten ayrılmaktadır. Ancak bazı durumlarda vicdani ret politik bir sorgulamayı gerektirmektedir ve şiddetsizlik eylemini içermesinden dolayıda, sivil itaatsizlikle benzer yönleri bulunmaktadır.
Hakikati Bilme Hakkı, Dr. Richard Carver
RC
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Devletlerin yargısız infazlar ve zorla kaybedilmeye gibi ciddi insan hakları ihlallerini soruşturma yükümlülüğüne ilişkin olarak BM İnsan Hakları Komitesinin de genel yorumlarında yerini bulan yerleşik içtihatlar oluşturmuştur. Ancak ciddi insan hakları ihlallerinin mağdurlarının ve mağdur yakınlarının da BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinde yer alan bilgilenme, bilgiye erişme ve bilgiyi yayma hakkının bir parçası olan “hakikate erişme hakkı”nin ayrı bir hak olarak ele alınmasına yönelik güçlü argümanlar bulunmaktadır. Bu hak, “hakikat ve uzlaşma” gibi ortaya çıkacak sonuçlardan bağımsız olarak ve kendi başına bir  haktır. Mağdurlar ve mağdur yakınlarının, sonucunda ne yapmayı tercih edelerse etsinler ciddi insan hakları ihlallerine ilişkin bilgiye erişme hakkına sahiptirler.
Cumartesi Anneleri Deneyimi, Leman Yurtsever-Hanım Tosun
Bir sivil itaatsizlik eylemi olarak 1 Ağustos 2015 tarihinde 540. kez oturma eylemlerini yapan ve zorla kaybedilmiş yakınlarını arayan Cumartesi Annelerinin deneyimi doğrudan paylaşılacak
İşkenceye Karşı Mücadele: İstanbul Protokolü, Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı
SKF
İşkence ve kötü muameleye karşı etkin mücadele amacıyla oluşturulan ve 1999 yılı sonunda Birleşmiş Milletler’e sunulan İşkence ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu, “İstanbul Protokolü’’nün (Manual on the Effective Investigation and Documentation of Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, “The Istanbul Protocol”) öyküsü ve sonuçları ele alınacak.
5 Eylül 2015, Cumartesi
Sosyal Medya ve Protesto Hakkının Kullanılması , Prof.Dr. Yaman Akdeniz
YA
Türkiye’deki İnternet ve sosyal medyada sistematik olarak devlet tarafından uygulanan ifade özgürlüğü kısıtlamaları protesto hakkı kapsamında değerlendirilecektir. 2007’de 5651 Sayılı Kanun’la başlayan sansür politikalarının ve uygulamalarının yaklaşık 10 yıllık tarihçesi de Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ilgili içtihadı çerçevesinde tartışılacaktır. Bir çok kullanıcıyı sosyal medya platformlarında yaptıkları yorumlar nedeniyle hedef alan ceza soruşturmaları ve kovuşturmaları da bu dersin kapsamında değerlendirilecektir.
Toplantı ve Gösteri Özgürlüğü Hakkının Kullanımı bağlamında AİHM Kararlarının uygulanması, Doç.Dr. Başak Çalı
BC
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi toplantı ve gösteri yürüyüşünü koruyan Avupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11. madde ile ilgili olarak Türkiye aleyhine periodik olarak ihlal kararları almaktadır. Bu kararlar  2006’da alından ve 2007 yılında kesinleşen Ataman kararına atfen Ataman grubu adında toplanmıştır. AİHM kararlarında hükümetin alması gereken bireysel ve genel tedbirler nelerdir?  Bu ihal kararlarının uygulanması nasıl ilerlemektedir? 2911 sayılı yasanın gözden geçirilmesi yeterli olacak mıdır? Hakim ve savcılara AİHM Ataman Grubu kararlarının uygulanmasında ne tür yükümlülükler düşmektedir? Uygulanmayan AİHM kararları ile ilgili olarak insan hakları örgütleri ne tür stratejiler izlemelidir?
Yaşam alanlarına yönelik müdahalelere karşı Protesto Örnekleri/Doğu Karadeniz HES karşıtı Mücadele, Cemil Aksu
CA
Doğu Karadeniz’de sahil yolu ve hidroelektik santralleri inşaatlarına karşı yerel halkın, kadınların örgütlülüğü, protestoları ve karşı karşıya kaldıkları zorluklar, engeller ve kazanımlara ilişkin deneyim paylaşılacaktır.
6 Eylül 2015, Pazar
Protesto hakkı: Hukuki bir tanımlama, Yrd.Doç.Dr. Kerem Altıparmak
KA
Klasik birinci kuşak haklardan bağımsız, özgün bir protesto hakkının doğduğundan bahsedilebilir mi? Protesto, şüphesiz bir görüşün, düşüncenin aktarılma şeklidir. Bu açıdan bakıldığında ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olduğu düşünülebilir. Aynı şekilde, protesto eylemleri sıklıkla toplanma ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, bireysel protesto eylemleri, teknolojinin kullanımıyla gerçekleşen fiziksel ortamlarda gerçekleştirilmesi mümkün olmayan protesto yöntemleri, protesto eden kişilerin bazen taleplerinin özünün birbirinden farklı olması gibi bir çok özellikle bu klasik hakların ortak paydalarının içinde eridiği yeni bir hak tipinin var olup olmadığı tartışılmalıdır. Bu farklılık salt didaktik açıdan faydalı bir sınıflandırmaya vücut vermez, iktidarın kategorik olarak reddettiği bir hakkın bu şekilde reddinin mümkün olmadığını ancak kısıtlı koşullar altında sınırlandırılabileceğini de ortaya koymayı mümkün kılar. Bu yönüyle, aslında bu hakkın varlığının ve sınırlarının kanıtı bizzat iktidarın protesto hakkını hiçe sayması şeklinde de tezahür etmektedir. Bu derste, bu nedenle klasik haklardan bağımsız bir protesto hakkının var olup olmadığı ve sınırları tartışılacaktır.
Protesto & Gösteri, İfade ve Eylem, Emel Kurma
EK

Ortak Açıklama

İnsan hakları örgütleri, silahların susması ve çatışmasızlığa geri dönüş için çağrıda bulunuyorlar. İnsan hakları örgütleri, barışı sadece çatışmasızlık olarak algılamadıklarını, barışı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.maddesinde vurgulandığı gibi, insan hakları ve özgürlüklerine dayalı   bir düzen olarak düşündüklerini açıkladılar. 
İlgili tarafların tüm sorunların diyalogla ve müzakere ederek çözüleceğini ilke olarak kabul etmelerini , silaha ve şiddete hiçbir koşulda başvurmamaları konusunda mutabık kalmalarını istediler.

ORTAK AÇIKLAMA

 Barışa Çağrı

18 Ağustos 2015, Ankara


 2013 yılının hemen başından itibaren yaşanan çatışmasızlık hali, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülebileceğine dair beklenti ve inancı güçlendirmiş; Türkiye toplumuna büyük bir rahatlama getirmiş ve insanlar geleceğe umutla bakar hale gelmişti.
Türkiye’nin çatışmalara/anlaşmazlıklara neden olan anayasal ve yasal sisteminin değişmesi ve demokratik sistemin inşa edilmesi gerektiği, sorunların sistemden kaynaklandığı konusunda bir mutabakat oluşmuştu. 2013 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Akil İnsanlar Heyeti’nin Türkiye’nin bütün bölgelerinde yaptıkları incelemeler ve toplumla kurdukları temaslarda da ağırlıkla bu doğrultuda görüşler ortaya çıkmıştı.
bariscagrısı_acıklamaNe yazık ki,  çatışmasızlık halinin oluşturduğu olumlu iklim henüz barışa evrilmemişken, son günlerde, Temmuz 2015 başından itibaren yeniden çatışmalı bir döneme girilmiştir. Çatışmaların yeniden başlamasından, çatışma ve bombalardan asker, polis, korucu, gerilla, kadın, çocuk çeşitli dünya görüşü, yaş, cinsiyet ve etnik köken ya da dinsel inanç grubundan sivil insanların yaşamlarını yitirmesinden ve yitirmekte oluşundan, doğal hayat alanlarının tahribatından derin üzüntü duymaktayız.
Biz insan hakları örgütleri; barışı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde vurgulandığı gibi, insan hakları ve özgürlüklerinin tanındığı, yaşandığı ve korunduğu bir durum/düzen olarak kavrıyoruz. Bildirgenin 28.maddesinde vurgulandığı gibi, bu bildirgede yer alan haklara ve özgürlüklere dayalı ulusal ve uluslararası düzene sahip olmayı, dini, dili, etnik kökeni, cinsiyeti, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi ne olursa olsun herkes için insan hakkı olarak görüyoruz.
Bu bağlamda, silahlı çatışma ya da savaş koşulları yaşanmadan ve zor ve şiddet araçlarına başvurmadan bütün sorunların barışçıl ve demokratik yol ve yöntemlerle, araçlarla çözülmesi gerektiğine dair ilkesel duruşumuzu açıklıyoruz. Bu süreçte yaşanabilecek güvenlik sorunları olur ise buna ancak evrensel hukuk ilkeleri ve temel insan hakları gözetilerek müdahale edilebileceğinin de altını çizmek isteriz.
Bu çözüm araçlarının başlangıç noktası ve temelini diyalog ve müzakere oluşturur. Formatları değişik olabilir ama tarafların konuşmaları, tartışmaları ve anlaşmazlık olduğunda da tekrar silaha, şiddete başvurmamaları esastır. O nedenle tarafları derhal diyaloğa, temasa, müzakereye davet ediyoruz.
Diyalog ve müzakerelerin hedefinde silahsızlanma konusu da dahil olmak üzere bütün sorunlar olabilir. Kesinlikle şiddete, silaha yol açılmamalıdır. Barışçıl usul ve mekanizmalar, dünya deneyimlerinden de yararlanılarak (üçüncü göz, izleme heyetleri, hakikat komisyonları, gibi) oluşturulmalı kadınların sürece katılımı güvence altına alınmalıdır.
Medyaya, siyasi partilere ve toplumun çeşitli kesimlerine de barış dilini kullanmaları, nefret söylemine, ayrımcılığa, savaş kışkırtıcılığı diline son verilmesi çağrısında bulunuyoruz.
Siyaset kurumunu barışa odaklanmaya davet ediyoruz.
Sağlık çalışanlarına yönelik iç hukuka ve insancıl hukuk ilkelerine aykırı yaklaşım ve uygulamalara son verilmelidir. Sağlık çalışanlarının olağanüstü koşullarda yaptıkları çalışma ve verdikleri hizmetler nedeniyle (savaş, iç çatışmalar ve diğer olağanüstü durumlarda) soruşturmaya tabi tutulma, fiili engelleme ve benzeri insan hakları ilkelerine aykırı muamelelere uğratılmalarına son verilmesi çağrısında bulunuyoruz.
Gerek hakikati bilme hakkı çerçevesinde medyanın, gerekse yaşam ve sağlık hakkı çerçevesinde sağlık çalışanlarının ulusalüstü insan hakları belgelerinde yer alan haklarına saygı göstermeye davet ediyoruz.
Demokratik kamuoyunu ve sivil toplum kuruluşlarını savaşın, silahlı çatışmaların sona ermesi ve barışın tesisi için inisiyatif almaya davet ediyoruz.
 YAŞASIN BARIŞ!
Helsinki Yurttaşlar Derneği,
İnsan Hakları Derneği,
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, 
İnsan Hakları Gündemi Derneği,
Türkiye İnsan Hakları Vakfı

BM Irk Ayrımcılığına Karşı Komite Türkiye Raporunu Kasım 2015'de Görüşmeye Başlayacak

2009 yılında yapılan ilk periyodik incelemenin ardından BM Irk Ayrımcılığına Karşı Komitesi Türkiye’ye ilişkin ikinci periyodik incelemesini 28 Kasım – 11 Aralık 2015 tarihleri arasında düzenleyeceği 88. Oturumunda gerçekleştirecek. Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması BM Sözleşmesini onaylayan Devletlerin Irk Ayrımcılığına Karşı Komite’ye her iki yılda bir rapor verme yükümlülüğü olmasına karşın Türkiye, ilk raporunu Sözleşmeyi onayladıktan 6 yıl sonra 2009 yılında, ikinci raporunu da 4 yıl sonra 10 Şubat 2014 tarihinde verdi. İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından Türkçeye tercümesi yapılan rapor, 17 Nisan 2014 tarihinde BM Irka Ayrımcılığına Karşı Komite’nin web sitesinde yayınlandı.
Komite, Hükümet Dışı Kuruluşlarının Bilgisine de başvuracak
Komite 3 Ağustos 2010 tarihinde (77. Oturum) hükümet-dışı kuruluşlarla, hükümet-dışı kuruluşların sürece katılmasının yollarını ve araçlarının görüşüldüğü  bir toplantı düzenledi ve bu toplantının ardından, Taraf Devletlerin raporlarının görüşülmeye başlamasından hemen önce ulusal ve uluslararası hükümet dışı kuruluşların görüşlerini dinleme kararı almıştı. Bu karar uyarınca Türkiye raporu görüşülmeden önce alternatif/gölge rapor hazırlayan hükümet dışı kuruluşlar raporlarını sözlü olarak da Cenevre’de (İsviçre) Komite ile paylaşabilecekler.
Komite, Hükümet-dışı kuruluşların suncağı alternatif/gölge raporların spesifik, güvenilir ve olabildiğince nesnel olmasını, Taraf Devletin raporunda kullanılan sistematiğe uyumlu olmasını tavsiye ediyor. Yerel, ulusal ve uluslararası hükümet dışı kuruluşların tek tek rapor hazırlamasından ziyade mümkün olduğunca koalisyon oluşturarak rapor sunmayı teşvik ediyor.
Bu sürece katılmak isteyen Hükümet-dışı kuruluşların raporlarını İngilizce hazırlamaları ve 2 Kasım 2015 tarihinden önce elektronik kopya olarak ve Komite üyelerine dağıtılmak üzere de 20 basılı kopyayı posta yoluyla aşağıdaki adreslere göndermeleri gerekiyor.
Komite sekreteryasının e-posta adresi:
cerd@ohchr.org
Komite sekreteryasının posta adresi:
CERD Secretariat
8-14 Avenue de la Paix
CH 1211 Geneva 10
Switzerland
Komite’nin Hükümet Dışı Kuruluşlar için hazırladığı bilgi notu için tıklayınız.
 
 

Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite: Cezaevlerinde İşkencenin Önlenmesi

İşkencenin Önlenmesi Alt Komitesi tarafından 20- 24 Şubat 2012 tarihleri arasındaki 60. oturum’da kabul edilen cezaevlerindeki işkencenin önlenmesinde yargısal denetim ve hukuki usullere uygun davranılması şartının rolüne ilişkin muvakkat beyanı

Hukuki usullere uygun davranılması şartının (due process), hükmün verildiği andan itibaren sona ereceği ve fiili alıkonulma koşulları ile alıkonulma rejimine uygulanmayacağı şeklindeki yanlış kanı, alıkonulma yerlerinde ve özellikle de cezaevleri ve ıslahevlerinde işkence ve kötü muamelenin yapılmasını teşvik etmektedir. Bu nedenden ötürü, şikâyet usulleri ve alıkonulma yerlerinin denetlenmesine ilaveten, hem hapis cezasının infazıyla hem de yargılama öncesi tutukluk haliyle ilişkili her türlü alıkoyma tedbirinin yerine getirilmesini izleyecek özelleşmiş bir yargısal ya da benzeri bir organın devletlerce ihdas edilmesi acil bir ihtiyaçtır. İşkencenin Önlenmesi Alt Komitesi, ilerleyen safhalarda, akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan kişiler ve diğer bireylerin kapatıldığı yerler gibi ceza adalet sisteminin dışında yer alan alıkonulma yerlerinde hukuki usullere uygun davranılması şartını ve yargısal denetim meselelerini ele alacaktır.
İHOP tarafından sağlanan çeviri için bkz. Hukuki_usuller_sarti

Kulp Alacaköy Gözaltında Kayıplar Davası Bugün Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinde Görülecek

1993 yılında yapılan bir askeri operasyonda gözaltına alındıktan sonra kendilerinden haber alınamayan 11 sivilin öldürülmesi ile ilgili olarak o dönemin Bolu Tugay Komutanı Yavuz Ertürk aleyhine açılan davanın görülmesine 8 Temmuz 2015 tarihinde Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilecek.  Olay olduktan çok sonra açılabilen soruşturma, 1997 yılında tamamen hareketsiz kalmıştı. 2003 yılında ulaşılan bazı kemiklerin Adli Tıp Kurumu tarafından incelenmesi sonucunda, gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Mehmet Salih Akdeniz’e ve Behçet Tutuş’a ait çıkması üzerine Kulp savcılığının görevsizlik kararı vererek dosyayı “Suç tarihinde Bolu 2′nci Komando Tugay Komutanlığı’nda görevli asker şahısların işlediği askeri suçlarıyla ilgili soruşturma yapmak görev ve yetkisinin” askeri savcılığa ait olduğu gerekçesiyle, askeri savcılığa göndermişti.  2004 yılı Aralık ayında TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından yerinde yapılan incelemeye ilişkin bir rapor yayınlanmış ve heyetin o dönemde Bolu Dağ Komado Tugay Komutanı Yavuz Ertürk komutasında askeri bir operasyon düzenlendiğine ve bazı kişilerin gözaltına alındığına ilişkin kanaat oluşturduğu belirtilmişti.
Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığında bulunan ve herhangi bir işlem yapılmayan dosyaya ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığının yürüttüğü ayrı bir soruşturmada, dönemin Bolu Dağ Komando Tugayı Komutanı Yavuz Ertürk’ün 7 Ekim 2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesinin alınmasının ardından Soruşturma Savcısı Yavuz Ertürk hakkında yakalama kararı çıkartarak zaman aşımı süresini durdurdu. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcıvekilliği tarafından hazırlanan 19 sayfalık iddianame, 2013 yılı Ekim ayında Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildi. İddianamede emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk hakkında 11 kez müebbet ve 25 yıla kadar hapis cezası istendi.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada sanık eski Bolu 2. Komando Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün “güvenlik” gerekçesiyle yargılamanın başka ilde görülmesi yönündeki talebini değerlendirerek davanın Ankara’da görülmesini kararlaştırdı (Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 04/02/2014 tarih, 2013/106 esas 2014/28 sayılı kararı). Dosya önce TMK 10 ile görevli 13. Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. Daha sonra TMK 10. Maddesinin kaldırılması sonucunda dava Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesine devredildi. 25 Mayıs 2014 tarihinden bu yana Ankara’da görülen davada beş duruşma gerçekleşti ve bu süre zarfında bir kez savcı değişikliği, dört kez ise Üye heyetinde değişiklik oldu.
Bu dava bakımından önemli bir unsur da 31 Mayıs 2001 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği karardır (Akdeniz ve Diğerleri/Türkiye, Başvuru No:23954/94). Türkçe’ye çevirisi resmi olarak yapılmayan kararın resmi olmayan çevirisi İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından gerçekleştirilmiştir (bkz.  CASEOFAKDENIZANDOTHERSvTURKEY_TR. ).  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 11 kişinin kaybedilmesi ile ilgili bu davada AİHS’in 2. maddesinin hem esas hem usul yönünden, 3. maddesinin, 5. maddesinin, 13. Maddesinin ve 25. maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Hazırlanan iddianamede AİHM başvurusu yer almakla birlikte, AİHM’in yaşam hakkının korunmasına ilişkin içtihatı değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla bu görev, Mahkemeye düşmektedir.
[box]AİHM’in verdiği ihlal kararları ve dayanakları
Sözleşmenin 2. maddesine aykırı biçimde başvuranların yakını on bir kişinin ölümünden Devletin sorumlu olduğuna (bire karşı altı oyla)
Aradan geçen sürenin uzunluğundan –yedi yılı aşkın süre-, bu kişilerin gözaltı işlemine ilişkin herhangi bir belge bulunamamasından ve bu kişilerin akıbetleri hakkında Hükümetin tatmin edici ve makul bir açıklama getirememesinden çok güçlü sonuçlar çıkartmaktadır.(paragraf:84-89)
Davalı Devletin yetkili makamlarının kayıp on bir kişinin ölümüne ilişkin olaylara dair etkili bir soruşturma yürütmemelerinden ötürü Sözleşmenin 2. maddesinin ihlal edildiğine (bire karşı altı oyla);
Cumhuriyet savcılarının eylemsizliği ve toplanan delillere rağmen güvenlik güçlerini soruşturmaya dahil etme konusundaki isteksizlikleri dikkate alındığında soruşturmanın yaşam hakkı bağlamında hiçbir güvence sağlamaması (Paragraf 90-93)
Kayıp on bir kişi açısından Sözleşmenin 3. maddesinin ihlal edildiğine (bire karşı altı oyla)
On bir kişinin Kepir’de açık havada en az bir hafta boyunca gözaltında tutulması, bağlı tutulmak da dahil önemli sıkıntılar yaşamaları (Behçet Tutuş örneğinde olduğu gibi, dövülme olayları yaşanırken, Abdo Yamuk’un bacağında yara oluşması). Sadece soğuk nedeniyle değil korku ve akıbetlerinin belirsizliği nedeniyle ıstırap çekmelerinin insanlık dışı veonur kırıcı muamele eşiğine ulaşması (paragraf: 94-98)
Sözleşmenin 5. maddesinin 1. Paragrafının ihlal edildiğine (oybirliğiyle)
Kayıp on bir kişinin 5. maddede yer alan güvencelerden bütünüyle yoksun olarak gözaltında tutulması: gözaltı kayıtlarının olmaması, soruşturmanın geç açılması ve etkisiz olması (paragraf 103-108)
Sözleşmenin 13. maddesinin ihlal edildiğine (bire karşı altı oyla)
13. maddeye uygun ve 2. maddenin getirdiği soruşturma yükümlülüğüne nazaran daha geniş kapsamlı olabilecek türden etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesi nedeniyle başvuranların yakınlarının kaybolması ve ölümü bağlamında etkili başvuru yapma haklarından ve tazminat talebi de dahil, kullanabilecekleri diğer iç hukuk yollarına erişimden mahrum bırakılmış olmaları(Paragraf:109-114)
Devletin Sözleşmenin eski 25. maddesinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediğine (bire karşı altı oyla)
Başvuranların Komisyona (AİHM’ne) yaptıkları başvurularla ilgili olarak sorgulanmalarının bireysel başvuru hakkının kullanımını engelleyen, yasadışı ve kabul edilemez bir baskı niteliğinde olması (paragraf 118) [/box]

Ağır İnsan Hakları İhlalleri: Temmuz 2015 Duruşma Takvimi

1990’lı yıllarda Olağanüstü Hal Dönemi’nde işlenmiş olan ağır insan hakları ihlallerinin sadece çok azı zaman aşımına uğramaktan kurtarıldı ve davalar açıldı. Bu davaların bir kısmı askeri operasyonlar sırasında gözaltına alındıktan sonra kendilerinden bir daha haber alınamayan, ya da olayların olmasından çok sonra özellikle insan hakları savunucularının ve kayıp yakınlarının olağanüstü gayretiyle açılan mezarlarda kemikleri bulunan sivillerin zorla kaybedilmesi/öldürülme olayları ile ilgili. Bazıları ise yine aynı dönemlerde işlenmiş yargısız infazlar ve faili meçhul(!) cinayetlerle… Bu davalarla ilgili ayrıntılı bilgiler http://failibelli.org/ sitesinde bulunabilir.
Temmuz ayında yapılacak olan duruşmalara ilişkin bilgi aşağıda yer almaktadır.

3 Temmuz 2015, 13.00 Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi 1993 yılında Şırnak’ın Görümlü düzenlenen askeri operasyon sonrasında gözaltına alınan 6 kişinin kaybedilmesi davası

Sanıklar:

Mete Sayar, Hasan Basri Vural, Murat Ali Yıldız, Serdar Tekin, İbrahim Kıraç

3 Temmuz 2015, 09.15 Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi 1990‘lı yılların Kürt siyasetçi ve işadamlarına yönelik işlenen 19 faili meçhul cinayet davası

Sanıklar:

Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve 15 kişi

8 Temmuz 2015, 09.00 Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi 1993 yılında Diyarbakır’ın Kulp ilçesine düzenlenen askeri operasyon sırasında gözaltına alınan 11 kişinin kaybedilmesi davası

Sanık:

Yavuz Ertürk

[gap] Açılabilen davaların bir kısmında, mağdur/kayıp yakınları soruşturmaların etkisiz ve yetersizliği nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptıkları başvuru nedeniyle AİHM kararı da bulunmakta. AİHM bu davalarda genel olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Yaşam Hakkını düzenleyen 2. maddesini esas ve usul bakımından ihlal edildiği sonucuna varmış ve özellikle ispat yükünün Devlete ait olduğunun altını çizmiştir. Olayların olduğu sırada hızla harekete geçilmemiş, delilleri toplanmamış ve şikayetleri takipsizlikle sonuçlandırılmış ağır insan hakları ihlallerinin sorumlularının ortaya çıkarılmasının yolunu açabilecek bu az sayıdaki davada AİHM kararlarında tespit edilen eksikliklerin ve bu konudaki AİHM içtihatlarının rehber olarak kullanılması Anayasa’nın 90. maddesi gereğince de elzemdir.
[gap]GÖRÜMLÜ KAYIPLARI Davasının yeni duruşması  3 Temmuz 2015, Cuma günü saat 13:00 de Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.  1993 yılında gözaltına alındıktan sonra kendilerinden haber alınamayan 6 sivil kişinin kaybedilmesi ile ilgili olarak açılan davada Cumhuriyet Savcısı, mütalaasını verecek.  Bu davanın görülmeye başlandığı sırada AİHM de kendisine yapılan şikayeti 15 Nisan 2014 tarihinde sonuçlandırmıştı (Cülaz ve Diğerleri / Türkiye Davası). AİHM kararının uygulanması ile ilgili olarak  bu dava  Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından da “nitelikli izleme” altına alındı.
Aralarında Namık Erdoğan, Medet Serhat, Mecit Baskın, Savaş Buldan’ın da yer aldığı 19 faili meçhul cinayetin sanığı olarak yargılanan Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın ve 14 kişinin yargılanmasına 3 Temmuz 2015, Cuma günü saat 09:15 de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde devam edilecek.
KULP KAYIPLARI davasının yeni duruşması 8 Temmuz 2015, Çarşamba günü saat 09:00 da Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. 1993 yılında askeri güçler tarafından gözaltına alınan ve sonra kendilerinden haber alınamayan 11 sivil kişinin kaybedilmesinden 10 yıl sonra yapılan bir kazıda bulunan kemiklerin kaybedilenlerden iki kişiye ait olduğu Adli Tıp Kurumu tarafından tespit edilmişti. AİHM’ne de taşınan bu olayla ilgili olarak AİHM 2001 tarihinde verdiği kararda Sözleşmenin 2. maddesinin esas ve usul bakımından, 3. maddesinin, 5. maddesinin ve 13. maddesinin ihlal edildiğine karar vermişti. İHOP tarafından çevirisi yapılan karar için tıklayınız:  Akdeniz ve Diğerleri / Türkiye Davası

[box]Görümlü ve Kulp kayıpları davaları “güvenlik” gerekçesiyle Ankara nakledilmişti.[/box]

[box type=”custom” bg=”#fcfcfc” fontsize=”12″]Dava Nakillerine İlişkin Görüşümüz:
[gap]Dava nakilleri 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre yapılmaktadır. Anılan kurala göre: “(2) Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa, davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtaydan ister.”
Görüldüğü gibi nakil için karar üç merciin değerlendirmesinden geçmektedir. Davaya bakan Mahkeme, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi.
Sonuç olarak, bu iç merciinin iki hususa karar vermesi beklenmektedir:
a. Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılmasının kamu güvenliği için tehlikeli olduğuna,
b. Bu tehlikenin adil yargılanmaya etkisinin, davanın yetkili ve görevli mahkemenin elinden alınmasından daha büyük olduğu.
Bir başka deyişle, burada yetkili mercilerden bir tartı işlemi yapması beklenmektedir. Kamu güvenliği tehdidi ile yetkili ve görevli mahkemede davanın görülmesinin getireceği fayda arasında bir değer tartısı yapılacaktır. Söz konusu dava bir ağır insan hakları ihlaline ilişkin olduğunda bu tartı işleminin önemi daha da artmaktadır. Şöyle ki; her davanın yetkili ve görevli mahkeme tarafından incelenmesi doğal yargıç ilkesinin bir gereğidir. Bunun yanında, ceza davalarında tarafların yakınlarının, olayın tanıklarının suçun işlendiği yerde bulunması, ifadelerin doğrudan davaya bakan yargıç tarafından dinlenilmesi, delillerin bizzat yargıç tarafından toplanması ve incelenmesi gibi faktörler adil yargılanma açısından hayati önemdedir. Bu nedenle, keyfi olarak bir dava bir yerden alınıp başka bir yere nakledilemez. Bu faydadan daha ağır basan risklerin varlığı gösterilmelidir. Ağır insan hakları vakalarında ise Devlete düşen ispat yükünün daha da ağırlaştığı belirtilmelidir. Ağır insan hakları ihlallerinde, bizzat mağdur yakınlarının davaya katılma hakkı gerek AİHM gerekse AYM kararları ile tanınmıştır. Bunun yanında, toplumun ve özellikle ihlallerin gerçekleştiği yerde yaşayanların hakikati bilme hakkı, davanın serencamını izleme imkanları ile hayata geçirilebilir. Davaların doğal yargıç güvencesinden kaçırılmaları halinde bu imkansız hale gelecektir.
Bugüne kadar, Türkiye’nin bütün kritik siyasi davaları kamu güvenliği gerekçesi ile başka illere aktarılmıştır. Nakil kararlarının hiçbirinde, ne yerel Mahkemenin ne Adalet Bakanlığı’nın ne de Yargıtay Dairesinin gerekçesi açık değildir. Dahası bu kararların hiçbirinde Yargıtay, yukarıda özetlediğimiz temel fayda çatışmasını tartışmış, bir tartı kurmuştur. Bu haliyle gerçek anlamda bir yargı kararının olduğunu söylemek bile güçtür. Kural, devletin adil yargılanmayı sağlayacak güvenliği tesis etmesidir. Bunu istisnası çok özel olaylarda ve somut delillere dayanan gerekçelerle davanın nakil edilmesidir. Kulp davası, yıllar önce gerçekleştirilmiş ağır bir insan hakları ihlaline ilişkindir. Üzerinden bu kadar çok zaman geçmiş, AİHM tarafından ihlal olduğu tespit edilmiş bir vakanın nasıl olup da kamu güvenliğini tehdit ettiğini açıklayan hiçbir gerekçe olmaksızın başka bir ile nakledilmesinin hukuki meşru bir açıklaması yoktur.[/box]

Çocuklara Karşı İşlenen Suçlar ve Cezasızlık Eğitim Semineri

İnsan Hakları Ortak Platformu Cezasızlıkla mücadele programı kapsamında Çocuklar için Çalışan Avukatlar Ağı’na yönelik 2 günlük bir eğitim programı düzenliyor.  27-28 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek olan programa  Türkiye’nin farklı illerinde çocuklar için çalışan avukatlar katılacaklar. Eğitim Programı Avrupa Birliği ve Norveç Büyükleçiliği tarafından destekleniyor. 

Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı İşlenen Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu Raporu Yayınlandı

Avukat Candan Dumrul ve Avukat Huriye Karabacak Danacı tarafından hazırlanan cinsel şiddetin cezalandırılmasında esas alınması gereken uluslararası hukuk standartlarının tanımlnadığı ve bir kontrol listesinin oluşturulduğu, seçilen davaların soruşturma, kovuşturma, cezalandırma ve
giderim süreçlerinin bu uluslararası hukuk standartlara göre analiz edildiği ve aksayan yönlerin ortaya çıkarılarak bu alandaki
cezasızlık sorunun boyutları ortaya konulmaya çalışıldığı “Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı İşlenen Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu” raporu yayınlanmıştır.
Raporun tamamını ulaşmak için tıklayınız: Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı İşlenen Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu