Radikal Gazetesi’nde 10 Haziran 2007 tarihinde İnsan Hakları Ortak Platformu üyesi örgütler tarafından yayımlanan makaleyi okumak için tıklayınız.
Endişeliyiz!
Bugün artık 1999-2004 döneminden farklı olarak, demokrasinin geliştirilmesinden, insan haklarının tam olarak korunmasından ve özgürlüklerin genişletilmesinden söz edilmiyor. Yasa değişikliklerinde ve uygulamada geriye gidişin belirtileri var.
Askerin sivil siyasete müdahaleleri giderek artıyor. Milliyetçilik üzerine tehlikeli oyunlar oynanıyor, linç kültürü destekleniyor. Dış siyaset “etnik milliyetçilik” söylemi üzerinden yürütülüyor. Halkın yüzde 45 oyunu parlamento dışında bırakan bir seçim sistemi ile genel seçimlere hazırlanılıyor. Bağımsız olarak seçimlere katılmayı engellemek için iktidar ve muhalefet el ele verip yasa çıkarıyor. Türkiye demokrasi ve insan haklarının iyice geri plana itildiği bir seçim süreci yaşıyor.
Demokrasi ve insan hakları açısından, 1999 Helsinki Zirvesi Türkiye için, 11 Eylül 2001 saldırısı da dünya için birer dönüm noktası oldu. Bu nedenle Türkiye için yapılacak bir değerlendirmede, 1999-2004 dönemi ile 2004 sonrasını ayırmakta yarar var.
1999-2004 dönemini ayrıntılara girmeden özetlemek gerekirse;
a) Zaman zaman isteksizlik, duraksama ve geriye gidişler olmasına karşın genel olarak Kopenhag Siyasi Kriterlerinin yerine getirilmesi konusunda hükümetlerin kısmi siyasi iradeye sahip oldukları bir dönemdi.
b) İnsan hakları ve demokrasi söylemi sürekli olarak gündemdeydi. Süreç içerisinde baskı ve engellemelerle karşılaşsalar dahi insan hakları kuruluşlarının etki ve önemlerinin arttığı bir dönemdi.
c) İlişkilerde insan hakları ve demokrasi alanındaki gelişmelerin önplanda olduğu bu dönemde AB’nin Türkiye üzerindeki etkisi belirleyici oldu.
d) Bu dönemde demokrasi karşıtlarının göreceli olarak etkisizleştiği, bir anlamda sindiği tespiti yapılabilir.
e) Bir başka önemli olgu, 1999-2004 arasında Kürt bölgelerindeki silahlı çatışmaların neredeyse yok denecek noktaya gelmiş olmasıydı.
f) 2004 sonuna kadar yapılan Anayasa ve yasa değişiklikleri ile çıkarılan yeni yasalar Türkiye’nin demokratik ortamına pozitif etkiler yapmış, oldukça önemli düzenlemeler olmakla birlikte, devlette yapısal değişikliklere yol açacak düzenlemeler değildi. Örneğin, sivilleşme, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, azınlık ve kültürel haklar, üniversitelerin özerkleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi, bölgeler arası farklılıkların azaltılması, toplumun çoğulcu yapısının yasama ve yönetime yansıtılması, Kürt sorununa barışçıl politik çözümler bulunması alanlarında neredeyse hiç değişiklik yapılmadı.
2004 sonrası
2004 yılı sonuna gelindiğinde, süreci olumsuz etkileyecek birçok faktör biraraya geldi ve Türkiye için neredeyse yeni bir süreç başladı.
a) Öncelikle Türkiye, AB üyelik süreci için siyasi kriterler bakımından yapacaklarının sınırına gelmişti. Gelinen nokta sadece devletin hakim politikaları açısından değil, hükümetin kendi programı ve ideolojisi açısından da yapılabileceklerin sınırıydı. Çünkü sıra devlette yapısal değişikliklere yol açacak düzenlemelere gelmişti ve ne devletin diğer kurumları ne de hükümet bu düzenlemeleri yapmaya hazır değildi.
b) 1999’da PKK tarafından ilan edilen ateşkes Haziran 2004’te sona erdirildi ve çatışmalar yeniden başladı.
c) Kuzey Irak’taki gelişmeler, özellikle Kerkük sorunu da süreci olumsuz etkileyen önemli bir faktör oldu.
d) Hükümet, Kopenhag Siyasi Kriterleri açısından, uygulamadaki eksiklikler ve yapısal değişiklikler konusundaki beklentileri, “AB’nin Türkiye’ye çifte standart uygulaması” olarak kamuoyuna sundu.
e) Bu süreçte AB ülkelerinde özellikle muhafazakâr iktidarların Türkiye’ye yönelik söylemleri, AB’ye olan inancın ve desteğin azalmasına, buna karşılık AB karşıtı kurum ve çevrelerin atağa geçmesine uygun bir zemin yarattı.
f) 2005’in başından itibaren erken seçim tartışmalarının başlamasıyla birlikte, oy kaygısına düşen hükümet ve siyasi partiler, daha milliyetçi bir söylem ve tutum izlemeye başladı.
Saldırgan milliyetçilik
Bütün bu koşulların biraraya gelmesi ile ülke hızla saldırgan bir milliyetçi ortama girdi. 2005 Newroz kutlamaları sırasında Mersin’de meydana gelen bayrak olayı sonrasında bilinçli olarak gerilim daha da tırmandırıldı. 2004 yılı sonlarında yeni Türk Ceza Yasası, Ceza Muhakemesi Yasası ve Ceza İnfaz Yasası çıkartıldı, ancak uygulama 1 Haziran’a ertelendi, sonra da geriye dönük değişiklikler yapıldı. Böylece 1999-2004 döneminden sonra ilk kez iyileştirme amacı yerine, yapılan bazı iyileştirmeleri geri almak amacı ile yasalarda değişiklik yapılmış oldu.
Bu dönemdeki bir başka önemli gelişme de linç girişimlerinin artması ve bu girişimlerin “vatandaş tepkisi” adı altında teşvik ve kışkırtılması oldu. Linç girişimcileri yerine, demokratik haklarını kullanan ve saldırıya uğrayanlar hakkında davalar açıldı.
2005’in sonlarına doğru yeni Ceza Yasası’nın ünlü 301. maddesi başta olmak üzere, ifade özgürlüğünü sınırlayan maddelere dayanılarak aydınlar, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler ve siyasetçiler aleyhine davalar açılmaya başlandı.
Kasım 2005’te Þemdinli olayı meydana geldi. Bu olay Türkiye’de yargı mekanizmasının işleyişini ve askerlerin sistem içerisindeki yerini bir kez daha açığa çıkarması bakımından son derece önemli. Ayrıca normal koşullarda son derece önemli bir konumda olan askeri bir komutan için ciddi olumsuz sonuçlara yol açması gereken bu olay, aksine söz konusu kişinin en yetkili makama gelmesini kesinleştirdi. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı’nın tümüyle meslekten çıkarılmasıyla, askerin dokunulmazlığı ve hukuk üstü konumu pekiştirildi.
Militarize edilen STK’lar
Bir diğer önemli gelişme, sivil toplum örgütlerinin “militarize edilmesi” oldu. Pek çok sivil toplum örgütü, -ki bunların sayısının 400’ün üzerinde olduğu söyleniyor-, örtülü ödeneklerle desteklendi, yine çok sayıda general ya da albay gibi üst rütbeli emekli suba
y bu örgütlerde yönetici oldu. Ülkenin her tarafında radikal milliyetçi örgütlenmeler gerçekleştirildi.
Ermeni Konferansı’nın engellenmesinin, Trabzon’da bir papazın öldürülmesinin, sanal ortamdaki nefret ve düşmanlık yayan yayınların artmasının, bazı internet sitelerinde açık açık tehditler yer almasının, aslında hiç de rastlantısal gelişmeler olmadığı zaman içerisinde açığa çıktı.
Ulusalcılık adı altında, sağ ve sol milliyetçiler aynı çizgide buluşmakta gecikmediler. Ülke hızla bir kamplaşmaya doğru itildi. Ve sonunda beklenen oldu ve Hrant Dink vuruldu. Cinayetin bireysel olmadığı, organize ve planlı bir saldırı olduğu çok açıktı. Cinayet zanlısı bizzat güvenlik güçleri tarafından “vatan uğruna suç işleyen kişi” olarak topluma sunuldu. Cinayetin azmettiricileri ve arkasındaki güçler her zamanki gibi ortaya çıkarılmadı.
Seçim süreci
Þu anda seçim süreci işliyor. Ancak giderayak Ankara’da altı kişinin yaşamını yitirmesine yol açan bombalama olayı bahane edilerek insan hakları açısından son derece önemli bir yasa önerisi hızla yasalaştırıldı ve Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası değiştirildi.
Sürecin bundan sonrasına ilişkin, gerek insan hakları savunucuları gerekse demokrasi ve insan hakları yanlısı aydınlarla yapılan görüşmelerde ortaya çıkan tespitleri şöyle sıralamak mümkün:
1) Genelkurmay Başkanlığı’nın muhtıra vermesi ile başlayan süreç, sona ermemiş olup seçimlerden sonra da devam edecektir.
2) Asker sivil siyaset üzerindeki baskı ve etkisini sürdürecektir.
3) Milliyetçilik ya da “kör vatanseverlik” önümüzdeki dönemde de tırmandırılacaktır. Bu durum önceden öngörülemez ve kontrol edilemez vahim sonuçlara yol açabilir.
4) Demokrasi ve insan hakları bakımından, gerek uygulamada ve gerekse mevzuatta ciddi geriye gidişler beklenebilir. Bunun işaretleri şimdiden verilmiş durumda.
5) Gerek ülkedeki koşullar ve gerekse Avrupa’daki gelişmeler, Türkiye-AB ilişkilerinde gerilime ve kesintilere yol açabilir.
6) AB’nin demokrasi ve insan hakları geliştirilmesinde Türkiye üzerindeki azalan etkisinin önümüzdeki dönemde daha da azalması beklenmelidir.
7) Bölgedeki çatışmaların durması ve iç barışın sağlanması konusunda iyimser olmak için bir neden bulunmuyor.
8) Türkiye’nin sınır ötesi askeri operasyonlara girişmesi ve bunun sonucu olarak krizin daha da derinleşmesi ihtimal dahilindedir.
Sonuç
Seçimlerden sonra başlayacak olan yeni süreçte, yukarıda belirtilen olumsuz öngörülerin gerçekleşmemesi, örneğin demokrasimizin kesintiye uğramaması, milliyetçilik ya da vatanseverlik adına toplumsal gerilimin derinleştirilmemesi, askerin kendi görev sınırları alanına çekilip, sivil siyaset üzerindeki baskısının kaldırılması, toplumsal farklılıkların gerilimlerin malzemesi olmaktan çıkarılıp daha iyi bir geleceğin zenginliğine dönüştürülmesi, ülke içerisinde ve uluslararası ilişkilerde şiddetin dışlanarak, insan haklarına dayanan barışçıl politikalar izlenmesi için, anayasal kuruluşlara, siyasi partilere ve sivil topluma büyük görevler düşüyor. İnsan hakları kuruluşları olarak bizler geçmişte yaşananlar ve geleceğe ilişkin öngörülerimiz ışığında yeni dönemdeki hedef ve stratejilerimizi tartışıyor ve kendimizi sorguluyoruz. Tüm kurum ve kuruluşların da buna ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz.
İNSAN HAKLARI ORTAK PLATFORMU:
LEVENT KORKUT/Uluslararsı Af Örgütü Türkiye Bşk., MURAT ÇELİKKAN/HYD YK üyesi, YILMAZ ENSAROĞLU/Mazlum-Der eski genel Bşk., YUSUF ALATAŞ/İHD Genel Bşk