Örnek Resim

Hak Savunucusu Leman Fırtına’yı Sonsuzluğa Uğurluyoruz.

İHD kurucularından ve ilk Genel Başkan Yardımcıları’ndan Leman Teyze’nin (Fırtına) yaşamını yitirmesini üzüntüyle öğrendik. Başta İHD olmak üzere insan hakları camiasına, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
12 Eylül 1980 darbesi sonrası Türkiye karanlığında ışık olmaya çalışan Leman Teyze’yi sonsuzluğa uğurlamanın hüznünü yaşıyoruz. Kendisini her zaman saygıyla, sevgiyle ve minnetle anacağız.
Leman Teyze’nin cenazesi 3 Nisan Cuma günü Selimiye Camisinde kılınacak ikindi namazından sonra Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilecektir. Tüm üye, aktivist, duyarlı kamuoyu ve basını Leman Teyzemizi uğurlamaya çağırıyoruz.
İHD Merkez Yönetim Kurulu

İHD'den Hapishanelere Çağrı

“Hapishaneler bu toprakların, aslında bütün dünyanın kanayan yarasıdır. İnsanların duvarların ardında görünmez kılındığı, sistemin en başarılı alanlarından biridir. Yüzlerce yıl boyunca duyarsızlaştırılmış kitleler, sormaz olur duvarların ardında kalanları. Ateş ancak düştüğü yeri yakar. Bir de ateşin düştüğü yerde durma ısrarını gösterenleri.”
Derneğimiz 28 yıldır hapishaneler gündeminden hiç uzak kalmamıştır. Her ne kadar yoğunluklu olarak siyasi nedenlerle hapishanelerde bulunan mahpuslarla daha yoğun olarak ilgilenilmesi kamuoyu tarafından da bilinen bir gerçekliğimizdir. Bunun temel nedeni hak arama bilincine sahip olma, muhalif kimliği, direnme kültürü gelişen siyasi tutsaklar insan hakları örgütlerini tanıması ve hatta birçoğunun derneğimiz üyesi olması söz konusudur. Derneğimiz adli nedenlerle hapishanelerde bulunan mahpuslar ulaşmada yaşadığı yetersizliği, eksikliğinin farkındadır. Bu konuda kendini eleştirmekte ve sorunun çözümü için çalışmalar yapmaktadır.
Hapishaneler, yapılma amaçları ve gerekçeleri gereği, kişiyi yalıtma, tecrit etme, cezalandırma ve tredmana tabi tutma amacı gütmektedir. En ince ayrıntısına kadar planlanan tüm koşullar, bireyi pişman etmeye, bireyin iradesini kırmaya ve güce itaat etmesine yönelik dizayn edilmiştir. Orada insancıl bir çaba veya önlem yoktur. Alınan tüm önlemler yine sistemi korumaya yöneliktir. Hapishanelerin ne kadar modern tesisler (!) olduğuyla övünen siyasiler / bürokratlar, insanlarla dalga geçercesine F tipi hapishaneleri villalarla eş tutmuştur. Oysa bizler her iki katlı yapının villa olmadığını çok iyi bilmekteyiz. Yapılış mantığı ve fiziki yapısı itibarıyla zaten ciddi bir ceza şekli olan hapishaneler, adalet mercilerince eklenen kimi uygulamalarla iyice yaşanılamaz hale gelebilmektedir.
İnsan hakları derneği merkezi cezaevi komisyonu 14 Mart.2015 günü Diyarbakır da gerçekleştirmiş olduğu toplantıda uzun yıllardır hapishaneler konusunda yaptığı çalışmalara hapishanelerde yaşayanlarında sözünü söylemesinin gerekli olduğunu düşünmüş ve buna dönük olarak yeni bir kampanya kararı almıştır.
“Bir şiddet mekânı olan hapishanelerde” olan bitenleri mahpusların ve tutsakların anlatımıyla daha iyi anlamak ve kamuoyuna hapishaneler gerçeğini yaşayanların kaleminden anlatmak istemektedir.
Derneğimiz Amed ve İzmir de insan hakları derneği hapishaneler komisyonu üyeleri ve STK larla iki çalıştay gerçekleştirmiştir. Haziran ayına kadar derneğimiz Akdeniz ve Marmara bölgesinde de çalıştay gerçekleştirecektir.
İHD Siyasi tutsaklar ve mahpuslarla da böylesi bir çalıştay kararı almıştır. Mademki duvarlar engel biz bu duvarları yıkar ortak sözümüzü kamuoyuna paylaşırız dediler.
Hapishanelerde bulunan tüm mahpuslar ve siyasi tutsaklara buradan çalışma yaptığımız konuları yolluyoruz. Bu konu başlıklarında bizlere görüş ve önerilerini sunarlarsa duvarların arkasında olan dostlarımızın ve insan hakları savunucularının ortak bir sonuç bildirgesini kamuoyu ile paylaşacağız.
1. KONU BAŞLIĞIMIZ
KAPATILARAK CEZALANDIRMANIN TARİHSEL SÜRECİ
Kapatarak cezalandırmanın tarihi, Hapishanelerin bir cezalandırma aracı olmasındaki iktidar politikaları ve katliamlar, Küresel ölçekte hapishane uygulamalarındaki benzerlikler ve farklar, Hapishanesiz bir dünya için alternatif öneriler
2.KONU BAŞLIĞIMIZ
İNFAZ KOŞULLARI AÇISINDAN HAPİSHANELER
İnfaz rejimine ilişkin ulusal mevzuat ve uluslararası hukuk, Hasta mahpuslar,Ağırlaştırılmış müebbet uygulaması, Hapishanelerdeki şiddet politikası olarak işkence ve kötü muamele ile her türlü keyfi uygulamalar. İnfazı ağırlaştıran uygulamalar: disiplin cezaları, infaz yakmalar, sürgün sevkler
3. KONU BAŞLIĞIMIZ
HAPİSHANELER VE TECRİT UYGULAMALARI
4. KONU BAŞLIĞIMIZ
ÇOCUK, KADIN VE LGBT BİREYLER VE ENGELLİLERİN HAPİSHANELERDEKİ DURUMU
Bugün Batman’dan bu kampanyamızı tüm mahpuslar ve siyasi tutsaklarla paylaşıyoruz. Çalışmamız 30 Haziran 2015 günü sonuçlanacaktır. Temmuz ayı içerisinde sonuç bildirgemizi kamuoyu ile paylaşacağız. Ateşin düştüğü yerde durma ısrarını gösterenler bizler olacağız.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ
HAPİSHANELER KOMİSYONU

Newroz Piroz Be!

Her ne kadar,
 
2015 yılı Newroz öncesinde Türkiye’nin birçok ilinde bulunan üniversitelerde öğrencilere yönelik birtakım ırkçı ve provakatif saldırılar yaşanıyor olmasına rağmen bu konuda adli ve idari yapı hala bir önlem almasa da,
Türkiye devleti Ermeni Soykırımının 100 yılında da bu soykırımla yüzleşmese de,
Türkiye halklarına dönük asimilasyoncu anlayışlardan vazgeçilmese de,
Başta Kürtler olmak üzere tüm halkların öz demokratik yönetimlerini oluşturma haklarına saldırılar yaşansa da,
Kadın cinayetleri ve katliamları bir yanda duruyor olsa da,
12 Eylül askeri cuntasının bir ürünü olan %10 seçim barajı ile bir seçime girilecek olsa da,
Taksim Meydanı gibi birçok alan ve meydan eylem ve etkinliklere hala yasak olsa da,
DAİŞ gibi çeteci paramiliter çetelerle halklar hizaya çekilmeye çalışılsa da,
Cumhurbaşkanı tarafından “KÜRT SORUNU YOKTUR” sözleri hala söylense de,
İç güvenlik yasaları ile polise vur emrine yasal güvence kazandırılmak istense de,
Cezaevlerinde kalan Hasta Mahpuslar tahliye edilmeyerek ölüme mahkûm edilse de,
Sayıları binleri bulan siyasi mahpuslar hala cezaevlerinde bulunsa da,
Geçmişte ve günümüzde yaşanan zorla kaybetmeler ve faili belli veya belirsiz cinayetlerin soruşturulması ve yargılamalarında yol alınmayıp cezasızlık bir yöntem haline getirilse de,
Çocuklar hala cezaevlerinde kalıyor ve işkence ile kötü muamelelere tabi tutuluyor olsa da,
Mevcut hükümet daha çok güvenlik daha az özgürlük için hala hapishane inşa ediyor olsa da,
Gazeteler, dergiler ve görsel medya organları hala patronların kontrolünde hükümete ve diğer güç odaklarına hizmet eksenli yayın yapıyorsa da,
Gazeteciler, hukukçular, sendikacılar, siyasetçiler, akademisyenler ve aydınlar hala yargılanıyor olsa da,
İşyerlerinde alınmayan güvenlik önlemleri ile iş cinayetleri artarak devam ediyorsa da,
İşçiler taşeron sistemi ile çağdaş köleler haline getirilmeye çalışılıyorsa da,
Doğamız her geçen gün HES’ler, köprüler, yollar, binalar, havaalanları ve madenlerle vahşi insan tarafından yok edilmeye çalışılıyorsa da,
 
NEWROZ PİROZBE…
 
YİNE DE,
 
21 Mart’ta Türkiye’nin Kobane sınırı olan Suruç’ta başlayan ve on binlerin katıldığı NEWROZ kutlamaları 2015 newrozunun barış, kardeşlik ve özgürlük havasında geçeceğini göstermesi,
2013 yılı Newroz’unda Sayın Abdullah ÖCALAN’ın yapmış olduğu açıklama ile başlayan Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Süreci 2015 Newroz’unda da yeni bir dönemece girecek olması,
21 Mart 2015 tarihinde AMED Newroz’unda Sayın Abdullah Öcalan’ın Kürt Sorununda Demokratik Çözüm mesajının okunacak olması,
Türkiye halklarının bir araya gelerek YENİ YAŞAM için Türkiye’nin geleceğini birlikte kuracağı bir anlayış önermiş olmaları,
Alevilerin bir araya gelerek ve örgütlenerek yani yaşam ideallerini ortaya koymaları,
İşçilerin daha çok örgütlenerek hak arama taleplerini her alanda görünür kılmak istemeleri,
Tüm kışkırtmalara ve provokasyonlara rağmen silahların susmaya devam etmesi ile barışın hala talep ediliyor olması
Tarafların barış görüşmelerini sürdürüyor olması,
 
BİZLERİ UMUTLANDIRMIŞTIR…
 
Kürtler açısından zalim Dehaklara karşı mücadeleyi,
Aleviler açısından Hz Ali’nin doğumu ve “Kırklar Meclisi’nin toplanmasını,
Ortadoğu halkları bakımından baharın gelişini,
Simgeleyen
2015 NEWROZ’unun başta Türkiye halkları olmak üzere tüm dünya halklarına Özgürlük ve Barış getirmesini umut ediyoruz.
 
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
 
 

Dün Halepçe Bugün Şengal ve Rojava, Kürtlere Yönelik Soykırım Saldırılarına Dur Diyelim

Bugün 16 Mart günü “Halepçe Katliamı” olarak adlandırılan ancak Saddam Hüseyin rejiminin Irak Kürdistan’ında Enfal Operasyonu kapsamında başta Halepçe olmak üzere Kürt şehirlerinde gerçekleştirdiği soykırımı anma günüdür.
Enfal Operasyonu, 29 Mart 1987 tarihinde başlatılmış ve 23 Nisan 1989’a kadar sürdürülmüştür. Bu operasyon kapsamında, Saddam Hüseyin’in yeğeni olan Kimyasal Ali lakaplı Ali Hassan Majit, Irak Devrim Komite Konseyi tarafından yetkilendirilerek, Irak Kürdistan’ının Kürtlerden arındırılması hedeflenmişti. Esasında Saddam rejiminin 1983’ten 1991’e kadar geçen sürede Kürtlere karşı sürdürdüğü arındırma politikası sonucunda yüz binlerce Kürt katledilmiştir. Sadece Enfal Operasyonunda öldürülen Kürt sayısının 180 bin ile 210 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir.
16 Mart 1988 günü başlatılan ve 3 gün süren hava saldırılarında ise özellikle Irak Kürdistan’ındaki Halepçe Kasabası ve civarı kimyasal silahlarla bombalanmış ve bu saldırıda 12 bin kişi yaşamını yitirmiştir.
Halepçe’nin acısı dinmemişken, IŞİD/DAİŞ isimli çete yapılanması tarafından Ağustos 2014’te Irak Şengal bölgesinde bulunan Ezidi Kürtlere yönelik soykırım saldırısı yapılmış, binlerce Kürt kadını kaçırılıp, katledilmiştir. IŞİD bununla yetinmemiş Irak’ta bulunan başka Kürtler olmak üzere kendi mezhebinden olmayan herkese saldırmış, Suriye Rojava bölgesine saldırısı tarihi Kobane direnişi ile püskürtülmüştür. Ancak, Kürtlere yönelik soykırım tehdidi devam etmektedir.
İHD, Türkiye’de Halepçe Katliamının anma günü olarak bilinen 16 Mart gününü “Kürt Soykırım Günü” olarak tanıma kararı almış ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu soykırımı tanımasını talep etmektedir. Soykırım suçu BM Roma Statüsü’nde, Ulusal Etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacı ile işlenen öldürme, bedensel veya zihinsel zarar verme, fiziksel varlığı ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirme yani göç ettirme, grup içinde doğumları engellemek amacı ile tedbirler alma ve gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletme olarak tanımlanmaktadır. Saddam Hüseyin rejiminin özellikle Enfal Operasyonu kapsamında amaçladığı ve gerçekleştirdiği suçlar soykırım suçudur. Bu nedenle de yapılanların soykırım olarak adlandırılması gerekmektedir. Soykırım gibi en ağır suçun işlendiğini kabul etmek gelecekte oluşabilecek benzeri suçları önlemekte caydırıcı bir rol oynayacaktır. Ayrıca soykırımda yaşamlarını yitirenlerin yakınlarına ve soykırıma maruz kalmış bir halkın acılarına ortak olmak, onların yas süreçlerini yaşamasına katkı sunacaktır.
Enfal Operasyonu kapsamında işlenen suçların soykırım olduğunu bugüne değin Irak ve Irak Federe Kürdistan Bölge Yönetimi, Norveç, İsveç ve İngiltere kabul etmiştir. Ortadoğu’da en çok Kürdün yaşadığı Türkiye’nin de Enfal Operasyonu kapsamında işlenen suçları soykırım olarak tanıması anlamlı ve önemli olacaktır. İHD, tüzüğündeki ilkesel tutumu nedeni ile de nerede ve ne zaman yapılırsa yapılsın soykırıma karşı olduğundan Türkiye’nin Kürt soykırımını tanıması noktasında mücadelesini sürdürecektir.
Enfal Operasyonu kapsamında soykırımda yaşamını yitirenleri anıyor ve bir daha asla diyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Dünyada ve Türkiye’de Kadın

Dünyada, 2014 yılında kadınların maruz kaldığı hak ihlalleri, şiddetin artarak devam eden ve kaos haline dönüşen şeklidir. Türkiye’nin komşusu Suriye’de yaşanan iç savaş ve DAİŞ’in Rojava’ya saldırısı sonucu yüz binlerce kadın kendi topraklarından sürülmüş; mülteci konumuna düşürülerek büyük bir hak ihlalinin yaşanmasına sebep olunmuştur.
Kökten dinci, cihatçı çete yapılanmalarının en vahşi uygulaması kendini DAİŞ olarak göstermiştir. DAİŞ vb. çete örgütlenmeleri sivil halklara saldırıp, erkekleri öldürerek, kadınları kaçırmış, tecavüz etmiş, köle olarak satmıştır. Hala DAİŞ’in elinde 5.000-7.000 arasında Ezidi Kürt kadının olduğu değişik kaynaklar tarafından beyan edilmektedir. Bu gerçek dahi Ezidi halkının soykırıma uğradığını göstermektedir.
DAİŞ benzeri olan Radikal dinci Boko Haram Örgütü de benzer vahşi uygulamalar yapmış, 300 kadar kız öğrenciyi kaçırmış, çocukları dahi katletmekten sakınmamıştır.
Ülkelerin politik uygulamaları, erkek egemen yönetim şeklini pekiştiren ve kadınlara yapılan saldırıları destekler nitelikte olduğundan kadınlar Hindistan’da yaşandığı gibi toplu tecavüzlere uğramış, İran’da kendisine tecavüz etmeye çalışan eski istihbaratçıyı öldüren Reyhane Cebbari’nin idam edilerek yaşam hakkına son verilmiştir. Suç dahi olsa erkek fiili kadının yaşam hakkından üstün tutulmuştur.
Türkiye’de de kadınlara yönelik işlenen cinayetler, taciz ve tecavüz vakalarında da iyi hal ve tahrik indirimi uygulanarak bu duruma sebebiyet veren erkeklerin en fazla 3-5 yıl ceza alması ülkelerin kadına yönelik şiddeti destekledikleri ortak politik bir tutum olduğunu göstermektedir.
Dünyada kadına yönelik en ağır suçları işleyen bu örgütlerin saldırısına direnen kadın kendisini Rojava/Kobanê’de, Şengal’de, Mahmur’da göstermiştir. Kürt kadınlarının örgütlenerek kendilerini savunma amacı ile direniş göstermesi kadının erkek şiddetine direnme hakkına önemli bir örnektir.
2014 yılında Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve hak ihlallerinin bireysel ve toplumsal şekillerde ortaya çıktığı görülmektedir. Türkiye’ de milyonlarca Kürt kadını kendi anadilinde eğitim hakkından mahrum bırakıldığı için kültürel soykırım tehdidi altında yaşamaya zorlanmaktadır.
Türkçe bilmeyen Kürt kadınları kamusal alanda ırkçı tehditlere maruz kalmaktadır. Kürt kadınlarına yönelik güvenlik güçlerince tehdit ve baskı aracı olarak kullanılan taciz ve tecavüz vakaları yaşanmaya devam etmektedir. Kobani sınırında barış nöbeti tutan Kader Ortakaya hedef gözetilerek öldürülmüştür.
Alevi kadınlar başta olmak üzere diğer inançlardan kadınlar da benzer şekilde, kültürel soykırım tehdidi altında yaşamaktadırlar.
İHD’nin yapmış olduğu çalışmalar ve şiddete uğrayan kadınların derneğimize başvuruları sonucu elde ettiğimiz verilerde 2014 yılında 296 kadının öldürüldüğü, 39 kadının intihar ettiği, 191 kadının taciz ve tecavüze uğradığı, 585 kadının darp edilerek yaralandığı, 6 kadının namus cinayeti ile öldürüldüğü, 13 kadın kuşkulu bir şekilde öldürülerek yaşamına son verildiği ortadadır. Cinsel taciz ve tecavüze uğrayan bazı kadınların; yaşadıklarını toplumsal baskı nedeniyle açıklayamadıkları göz önünde bulundurulduğunda bu sayının daha yüksek olduğunu düşünmekteyiz.
LGBTİ’ler de 2014 yılında, yaşam hakkı ihlali başta olmak üzere yoğun hak ihlallerine maruz kaldılar.
Kadına yönelik şiddetin artışında siyasetçilerin kullandığı dil şiddeti tırmandırmıştır. Başta Cumhurun başı olmak üzere diğer tüm siyasetçilerin sürekli bağırarak ve yüksek tonda konuşmaları, “Kadın, erkek eşitliği insan fıtratına terstir”, “En yüksek kariyer annelik kariyeridir”, “En az üç çocuk”, “Kadınlar Allah’ın bize bir emanetidir”, “Şu feministler var ya” gibi kadın örgütlerini sürekli hedef gösteren söylemler kadına yönelik şiddeti arttıran en etkili unsur olmuştur.
Siyasal iktidar önleyici tedbirler almak, mevzuatın uygulanmasını teminen denetimler yapmak yerine; 2015 yılının Şubat ayında yaşanan Özgecan Aslan vahşetinden sonra gündemi saptırmak için yine bir insanlık suçu olan idamı tartıştırmış, konuyu mecrasından çıkararak saptırma yoluna gitmiştir.
Kadına yönelik şiddet TBMM’ ye taşınmış, muhalif partiden iki kadın milletvekili şiddete maruz kalmıştır.
Emek alanında 2014 yılında kadınlar ucuz iş gücü olarak veya güvencesiz bir şekilde çalıştırılarak emekleri sömürülmüştür. Tekstilde çalışan, ev temizliğine giden kadınlar veya mevsimlik işçi olarak çalışan kadınlar bu kapsamdadır.
2014 yılında çocuk gelinlerin sayısında yine ciddi bir artış yaşandığı, TÜİK verilerine göre çocuk gelin sayısı 181 bini aşmıştır.
Kadınlara yönelik şiddet evrenseldir ve bütün dünya ülkelerinde yaşanmaktadır
Yine 2014 yılında şiddet uygulayan erkeklere indirimler uygulanırken; Malatya İnönü Üniversitesinde okuyan 10 kadın öğrenciye 8 Mart kutlamalarına katıldıkları gerekçesiyle cezalar yağdırılmıştır.
İHD’li kadınlar olarak siyasal iktidara çağrı yapıyoruz: kadına yönelik şiddeti önlemede güçlü politik tutum içinde olun, şiddeti özendirici söylem ve uygulamalardan vazgeçin. Hiçbir şekilde tahrik ve iyi hal indirimi uygulanmamalı, yasalarda öngörülen cezalar üst sınırdan verilmeli, İmza konulan uluslararası sözleşmelerden olan İstanbul Sözleşmesinin iç hukuka gerçek etkisi sağlanmalı, eğitim müfredatı şiddeti önleyici şekilde düzenlenmeli, Kürt kadınlarına ve diğer etnik gruplara ana dilinde eğitim hakkı tanınmalıdır.
Alevi ve diğer inançlardan kadınların kendi inançlarını özgürce yaşayabilmeleri için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
LGBTİ’lere yönelik ırkçı ve nefret içerikli söylemlerden vazgeçilmelidir.
Seçimlere doğru giderken tüm partilerin kadın milletvekili sayısını eşitliği sağlayacak şekilde aday göstermesi, kadın örgütlerinin gerek politikacılar, gerekse bürokrasi ve diğer taraflarca hiçbir şekilde hedef gösterilmemesi, kadın aleyhine ağır sonuç doğuracak olan iç güvenlik yasasının geri çekilmesi, yine kadın bakanlığının kurulması ve kurulan bakanlık ile diğer kurumların kadın sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışmasını, bu maksatla her türlü önlemin alınmasını talep ediyoruz.
VE DİYORUZ Kİ BARIŞ DA BİZ’İZ İSYAN DA…
İHD Kadın Sekreterliği
Kadın Komisyonu

2014 Yılı Türkiye İnsan Hakları İhlalleri Raporu Üzerine Değerlendirme

Derneğimizin dokümantasyon biriminin hazırlamış olduğu hak ihlal raporu ve bilançosu incelendiğinde Türkiye’de birkaç yıldan beri devam eden otoriterleşme eğilimlerine paralel olarak insan hakları ihlallerinde belirgin geriye gidişler olduğu görülmektedir.

Türkiye’nin demokratikleşmesi noktasında barış ve çözüm süreci ile Avrupa Birliği Katılım Müzakerelerinin doğrudan doğruya etkili olduğunu, bu iki konudaki duraksamaların veya geriye gidişlerin Türkiye insan hakları ortamını olumsuz etkilediğini, dolayısıyla bu iki süreçte yaşanacak olumlu gelişmelerin insan hakları ortamını da olumlu etkileyeceğini belirtmek isteriz.

2014 yılı hak ihlalleri bilançosu bir önceki yılla karşılaştırıldığında yargısız infazlarda çok belirgin artışlar olduğu, özellikle sınır bölgelerinde çok fazla infaz vakasına rastlandığı, bu vakalarla ilgili etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulmadığı görülmektedir. Bir önceki yılla karşılaştırıldığında gözaltı merkezlerinde 5 kişinin şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş olması antidemokratik uygulamaların ağır bir yansıması olarak kendisini göstermiştir.

2014 yılında otoriterleşme eğilimlerine bağlı olarak MİT Kanununun değiştirilip Türkiye’de herkesin özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edilerek takip altına alınması, internet yasasında yapılan değişiklikler ile internetin kontrol altına alınmış olması, çeşitli yargı paketleri ile HSYK, Yargıtay ve Danıştayın hükümetin etkisine açık hale getirilmesi ve buna uygun atamaların yapılması kişi güvenliği ve özgürlüğü hakkının tehdit altında olduğunu gösteren olumsuz gelişmelerdir.

2014 yılında yaşanan birkaç olumlu gelişmeden birisi DGM’lerin devamı olan Özel Görevli ve Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin kapatılmış olmasıdır. Buna paralel olarak haksız yere tutuklu bulunan yüzlerce siyasi mahpus salıverilmiştir. Ancak bu olumlu gelişme kısa sürmüş 17 Şubat 2015 tarihli HSYK kararı ile Türkiye Özel Yetkili ve Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri ile yeniden tanışmış ve bu şekilde eski uygulama devam ettirilmiştir. 2014 yılının diğer bir önemli kazanımı ise 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren darbeci generallerin cezalandırılmış olmasıdır.

2014 yılında Türkiye Cezaevlerindeki sorunlar devam etmiş, ağır hasta mahpusların sorunları çözülmemiş ve sayıları giderek artan bir noktaya vararak kamu vicdanında kanayan bir yara olmaya devam etmiştir.

2014 yılında siyasal iktidarın otoriterleşme eğilimine bağlı olarak toplantı ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler had safhaya varmış, tıpkı 2013 yılında olduğu gibi çok sık müdahaleler yapılarak gösteri hakkı kullanılamaz hale getirilmiştir. 2014 yılında Kobanê Direnişini sahiplenmek için yapılan gösterilerde yaygın şiddet hareketlerinin görülmesi üzerine 6 ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilerek gösteri hakkının tamamen kullanılamaz bir noktaya geldiğine tanıklık ettik.

2014 yılında Suriye’de yaşanan iç savaşta İŞID isimli çete yapılanmasının Rojava/Kobanê’ye ve Irak/Şengal Bölgesinde yaşayan Ezidilere saldırması sonucu Türkiye yeni bir göç dalgası ile karşılaşmıştır. 2014 yılında 2 milyona yakın sığınmacının bulunduğu Türkiye’de sığınmacı hakları yönünden yeni sorun alanları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu konuda Türkiye sığınmacıların yaklaşık %15’lik kısmını oluşturduğu kamplarda barındırmış, geri kalan büyük çoğunluk ise kendi kaderine terk edilmiştir.

2014 yılında Türkiye’de kadına yönelik şiddet artarak devam etmiştir. Bu konuda yasal altyapı ile ilgili tedbirler alınmış olmasına rağmen uygulama değişmemiş, siyasal iktidarın yaklaşımı sorunun çözümü önünde engel teşkil etmeye devam etmiştir.

2014 yılının en bariz hak ihlali yaşanan diğer bir alanı ise toplu işçi katliamı ile kendisini gösteren iş cinayetleridir. 13 Mayıs 2014 günü Soma’da 301 madencinin ölümü ile sonuçlanan katliam ve 28 Ekim 2014 günü Ermenek’te 18 madencinin yaşamını yitirmesi Türkiye’de iş sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin çok yetersiz olduğunu, siyasal iktidarın bu alanda işçileri ölüme terk eden bir vurdumduymazlığı yaşadığını göstermiştir.

2014 yılında özellikle yerel seçim sürecinde HDP ve BDP’ye yönelik ırkçı linç teşebbüslerinin Türkiye’nin tamamında gerçekleşmiş olması Türkiye’deki barış sürecinin kırılganlığını göstermesi bakımından önemli bir gösterge olmuştur. Bunun yanı sıra Türkiye’nin Kobanê’ye yapılan IŞID saldırısını seyretmesi karşısında Kürtlerin ve Türkiye sosyalistlerinin buna karşı gerçekleştirdiği eylem ve etkinlikler barış sürecinin kırılganlığını göstermiştir. Bütün bu olaylar Türkiye’de nefret söyleminin yasaklanması gerektiğini, nefret suçlarının düzenlenmesini ve ayrımcılıkla mücadele konusunda etkili tedbirler alınması gerektiğini ortaya koymuştur.

2014 yılında barış süreci kopma noktasına gelmiş, taraflar Kobanê direnişini sahiplenmek nedeni ile yapılan gösterilerde yaşanan yaygın şiddet hareketlerinden çekinerek barışa giden yolun kaçınılmaz olduğunu görmüş ve geri adım atmışlardır. 6-8 Ekim 2014 tarihleri arasında yaşanan olayların Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile sona ermesi ve yeniden tarafların soğukkanlı bir biçimde süreci ilerletme konusunda görüş birliğine varmaları şiddet dışında çözümün zorunlu olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Türkiye’de yapısal insan hakları sorunları 2014 yılında devam etmiştir. Türkiye’de devam eden cezasızlık politikası varlığını sürdürmüş ve özellikle insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı kuralının uygulanarak sorumluların yargılanmasının önüne geçilmesi cezasızlığın bir başka boyutuyla sürdürüldüğünü göstermiştir.

2014 yılında siyasal iktidarın yargı yolu ile baskı politikası devam etmiştir. Nitekim çeşitli yargı paketleri ile HSYK, Yargıtay ve Danıştay Kanunlarında ve diğer mahkemeleri ilgilendiren kanunlarda yapılan değişikliklerle siyasal iktidarın yargıyı kullanarak toplumsal muhalefet üzerinde baskıyı sürdürdüğü özel bir döneme girilmiştir. Bu nedenle Türkiye’de hukuk güvenliği yok edilmiş, yurttaşın kişi özgürlüğü ve güvenliği ciddi tehdit altına alınmıştır.

2014 yılında Türkiye’nin Ortadoğu da uyguladığı anti Kürt ve anti Şii politika iflas etmiş, Kobanê direnişinin Kobanê zaferine dönüşmesi ile Türkiye’nin bu politikasını değiştirmek zorunda olduğu gerçeği bir kez daha ortaya konmuştur.

Siyasal iktidarın otoriterleşme eğilimleri giderek artmış ve halen görüşmeleri devam eden iç güvenlik yasa tasarısı ile Türkiye polis devleti haline getirilmek istenmektedir. 2014 yılında Kürt sorununun çözümü noktasında hükümet/devlet yetkilileri ile Abdullah Öcalan arasında devam eden diyalog sürecinin müzakereye geçememesinin yarattığı sakıncalar kendisini ortaya çıkartmıştır. Buna rağmen 28 Şubat 2015 günü devlet/hükümet yetkilileri ile HDP heyetinin üzerinde mutabık kalınan ve Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan ortak irade beyanını içeren ilkesel metnin kamuoyuna birlikte deklere edilmesi tarihsel bakımdan önemli ve Kürt sorunun çözümünde bundan sonra müzakereye geçileceğini gösteren en önemli gelişme olmuştur.

Hak savunucuları olarak Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorununun çözümünde mücadelemizin süreceğini, barış ve çözüm sürecinde üzerimize düşen her türlü katkıyı yerine getireceğimizi ve hak ihlallerinin giderilmesinde her türlü farkındalık çalışmalarını yapacağımızı bir kez daha belirtmek istiyoruz.

İnsan Hakları Derneği

Yaşar Kemal'in Vefatı Üzerine

Anadolu, Trakya ve Mezopotamya’da yaşayan halkları bir çiçek bahçesi gibi romanlarında anlatan ve romanları ile kültürel çeşitliliğimizi sürekli hafızada tutan barışın büyük insanı usta yazar Yaşar Kemal’i 28 Şubat 2015 gününden beri  sonsuzluğa uğurlamanın hüznünü yaşıyoruz.
Ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Çocuklara Özgürlük; Tacize, Tecavüze ve İşkenceye Ceza

Türkiye, taraf olduğu tüm uluslararası hak belgelerine rağmen çocukları ne dışarda ne de içerde koruyacak tedbirleri almıyor. Bizzat devletin sorumluluğunda bulunan cezaevlerinde her gün çocukların hakları gasp ediliyor; işkence ve kötü muamele haberleri gelmeye devam ediyor.

2015 yılının ilk günlerinde Cizre, Şırnak, Mardin ve Siirt’te peş peşe çocukların sokaklarda öldürülmesine ve onar onar gözaltına alınmasına tanıklık ettik. Sokaklarda hayatta kalmayı başaran çocuklar cezaevlerinde bunun bedelini ağır bir şekilde ödemeye devam ediyorlar.

Son bir hafta içinde önce Van Cezaevi’nde kalan çocukların avukatlarıyla yapmış olduğu görüşmelerde gözaltı ve cezaevinde bizzat kamu görevlileri eliyle uğradıkları işkence ve kötü muameleye dair raporlar kamuoyuna yansıdı.

Ardından, daha önce de çocuklara kötü muamele ile gündeme gelen Şakran Cezaevi’nde bu kez; devletin gözetimi ve denetimi altında olan çocukların “birbirlerine” uyguladıkları işkence, taciz ve tecavüze dair haberler basın organlarında yer aldı. Çocukların, devletin denetiminde olan bir yerde olduğu göz önüne alınırsa bu ‘kötü muamelenin’ devlet gözetiminde yapıldığını ve sorumluluğun kamu otoritesinde olduğunu hatırlatmak gerekir.

Bilindiği gibi 2012 yılında Pozantı Cezaevi’nde uğradıkları taciz, tecavüz ve kötü muameleyi anlattıkları için çok sayıda çocuk başka cezaevlerine sürgün edilmiş ve bu çocuklar gönderildikleri cezaevlerinde de benzer ağır ihlallere maruz kaldıklarını sürekli ifade etmişlerdir.

İnsan hakları örgütleri ve hukuk bürolarının çocuklarla yaptığı görüşmelerde, çocukların pek çok iddiasının gerçek olduğu ortaya konmasına rağmen; sorumlular hakkında etkin bir soruşturma yürütmek yerine; “görevlilere mukavemet” adı altında mağdur çocuklar hakkında davalar açılmıştır.

Pozantı mağduru çocukların iddiaları ile ilgili sorumlu kamu görevlileri hakkında takipsizlik kararları verilirken; iddia sahibi çocuklar onlarca yıl cezalara çarptırılmış ve hem yargılama süreçlerinde hem de cezaevlerinde adeta hasım olarak görülmüşlerdir.

Benzer bir durum da Sincan Cezaevi’nde yaşanmış, kameraların görmediği yerlerde çocukların kötü muameleye uğradıkları ve “süngerli odalarda”da bu muamelenin sürdüğünü söyleyen çocukların iddialarıyla ilgili bir soruşturma açılmazken; çocuklar hakkında “görevlilere mukavemetten” açılan dava sürmektedir.

Çocukların cezaevlerine konulması ve kapatılmasının çocuklar için yeni mağduriyetlere yol açtığını gören; insan hakları örgütleri ile çocuk hakları örgütlerinin çocuk cezaevlerinin kapatılarak; alternatif adalet uygulamalarına başvurulması yönündeki ısrarları ve çağrıları duyulmak istenmemiştir.

Geldiğimiz aşamada basına ve kamuoyuna yansıyan bilgiler, çocukların cezaevlerine konulması ve kapatılmasının çocuklarda ve toplum vicdanında onarılmaz yaralara yol açtığını bir kez daha ortaya koymuştur. Cezaevlerinin, çocukların yaşamında derin izler bırakan olayların yaşandığı mekânlara dönüştüğü ve çocukların, cezaevlerinden ve bu adalet sisteminden uzak tutulmaları gerektiği ortaya çıkmıştır.

İnsan Hakları Derneği olarak bir kez daha hükümete ve sorumlulara sesleniyoruz;

-Türkiye çocuklarla ilgili taraf olduğu uluslararası belgelerde ifadesini bulan hakların tüm çocuklar için eşit bir şekilde kullanılmasını sağlayacak adımları derhal atmalıdır.

-BM Çocuk Hakları Sözleşmes’inde ve diğer sözleşmelerde çekince konulan maddelerdeki çekinceler kaldırılmalıdır,

-BM Çocuk Ceza Adaleti Sisteminin Uygulanması Hakkında Asgarî Standart Kurallar
(Beijing Kuralları)nın öngördüğü standartlarda bir adalet sistemine geçilmelidir.

-Çocukların Cinsel Sömürü ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (Lanzarote Sözleşmesi) hükümlerine uygun tedbirleri almalıdır.

-Çocukların cezaevlerine konulmasının yarattığı sorunların son bulması için öncelikle tüm çocuk cezaevleri kapatılmalıdır. Çocuklar için cezaevi dışında, alternatif adalet ve hukuk yolları araştırılmadır. Çocukların tutuklu olarak yargılanması uygulamasına son verilmelidir.

-İşkence, taciz, şiddet ve tecavüz mağduru çocuklar psikolojik ve sosyal destek programlarından yararlandırılmalıdır.

-Çocuklara yönelik işlenen suçlarla ilgili etkin soruşturma mekanizmaları kurulmalı ve çocuklara yönelik suçlarda cezalar caydırıcı hale getirilmelidir.

– Mevcut durumda çocukların tutulduğu tüm cezaevleri ile çocukların kaldığı kapalı mekânlar insan hakları örgütleri ve sivil toplum örgütlerinin denetimine açılmalıdır.

Çocukların maruz kaldığı kötü muamelenin önüne sadece insan hakları örgütlerinin çabasıyla geçilemeyeceğini belirtiyor; tüm kamuoyunu çocuklarımıza sahip çıkmaya davet ediyoruz.

“İnsanlık, çocuklara en iyisini sunmayı borçludur”

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Kadına Yönelik Şiddet Vahşet Boyutunda Devam Ediyor

 16.02.2015

Mersin’in Tarsus İlçesinde 3 gün boyunca kendisinden haber alınamayan 20 yaşındaki Özgecan Aslan’ın önce bıçaklandığı ve sonra da cesedinin yakıldığı ortaya çıktı. Buradan Özgecan’ın ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.

Üniversite öğrencisi olan Özgecan Aslan; evine giderken bindiği minibüsten arkadaşı inince yalnız kaldı. Minibüs şoförü tek kadın yolcu kalınca farklı bir yola saparak, tenha bir yerde durup, cinsel saldırıya yeltenerek bu vahşeti gerçekleştirmiştir. Özgecan’ın cesedini ortadan kaldırmak için babası ve arkadaşından yardım alarak bir dere yatağında yakmışlardır.

Türkiye de kadınlara yönelik şiddet kelimelerle ifade edilmeyecek boyutlara ulaşmış durumdadır. İHD verilerine göre 2014 yılında erkeklerin saldırısı sonucu 296 kadın öldürüldü, 776 kadın yaralandı, 39 kadın intihar etti

Kadınlar tacize, tecavüze uğramakta, intihara sürüklenmektedir. Öldürülen kadınlarla ilgili artık ‘Bir yakını’ tarafından katledildi demek istemiyoruz. Bunlar devleti yöneten siyasal iktidarın hukukun ve bir bütün devlet politikasının yansımalarıdır.

Cumhurbaşkanının ‘Kadın-erkek eşitliği insan fıtratına terstir, kürtaj yasağına yeltenmek, en az üç çocuk, en yüksek kariyer annelik kariyeri’ söylemleri, yine toplantıda konuşan kadını dinlemeye tahammül edemeyen, ‘kibarca!’ dışarıya alınmasını isteyen Aileden Sorumlu Kadın Bakan’ın yaklaşımı, cinayeti gerçekleştiren hemen hemen bütün erkeklerin tahrik ve iyi hal indiriminden yararlanarak 3-5 yıl hapiste kaldıktan sonra serbest bırakılmaları, bir Vakıf yöneticisi olan zatın ‘6 yaşındaki kız çocuğu ile evlenebilir fetvası vermesi, çocuğa yönelik cinsel istismara din kılıfı uydurmaya çalışarak meşrulaştıran bu anlayışa karşı soruşturma dahi açılmamış olması…

Kadınlar evlerine kapansın, çocuk doğursun, erkek soyunu sürdürsün, ucuz iş gücü olarak kullanılsın, köle olarak pazarlara sürülsün, kapansın vs. yaklaşım ve söylemler, kadın katliamlarının vahşice devam etmesine neden olmaktadır.

Siyasi çıkarlarını pekiştirmek için avaz avaz bağıran hükümet yetkililerinin bu vahşet karşısında uzun süre sessiz kalmaları, her çevreden kadınların yoğun tepkileri karşısında siyasetçilerin alelacele arka arkaya açıklama yapmaları çok dikkat çekicidir.

Kadına ve çocuğa karşı şiddet uygulayan, cinsel istismarda bulunanlara verilen cezaların ne olduğunu bilmezcesine, idam cezasını ve uç noktalarda tartışmalar yürütenlerin amacının gündemi değiştirmek, yaklaşan seçimlerin malzemesi yapmak olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır.

Hatırlatmak isteriz ki; bu vahşet haberlerde yayınlanırken, Sivas ve Diyarbakır’da iki kadın daha öldürüldü.

Siyasal iktidara sesleniyoruz.

Kör, sağır ve dilsizleri oynamaktan vazgeçin, gerekli tedbirleri alın,

İsyandayız. Kadına yönelik gerçekleşen katliamlara karşı isyan etmeye devam edeceğiz.

İHD Merkez Kadın Komisyonu

Ölüm Cezası Türkiye’nin Gündeminden Çıkmıştır

16.02.2015

12 Şubat 2015 tarihinde Mersin Tarsus’ta vahşice katledilen merhum Özgecan Aslan’ın ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileklerimizi bir kez daha ifade ediyor, bu menfur olay üzerinden ölüm cezasının tekrardan gündeme getirilmesini AKP manipülasyonu olarak değerlendiriyoruz.

Türkiye, ölüm cezasını başta Anayasa olmak üzere mevzuatından çıkartmıştır. Bunun yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne(AİHS) ek 6 ve 13 nolu ölüm cezasının kaldırılmasına dair protokoller ile BM Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası sözleşmesine ek ölüm cezasının kaldırılmasını amaçlayan 2 nolu İhtiyari Protokolü de onaylayarak yürürlüğe koymuştur. BM ve Avrupa Konsey’inin insan hakları sisteminin en temel protokollerini onaylayan bu ülkenin bu protokollerden geri dönmesi demek, insan hakları sisteminin dışına çıkmak ve uluslararası alana kötü örnek durumuna düşmek demektir. Böylesi bir gelişme Türkiye’deki otoriterleşme eğilimlerini hızlandıracak ve AKP iktidarının istediği polis devletinin inşasında önemli bir basamak olacaktır.

İHD verilerine göre 2014 yılında Türkiye’de erkeklerin saldırısı sonucu 296 kadın öldürüldü, 776 kadın yaralandı ve 142 kadın taciz ve tecavüze uğradı. Türkiye’de her gün ortalama 4-5 kadın saldırıya uğramakta bu kadınlardan 1 veya 2’si yaşamını yitirmektedir. AKP iktidarı döneminde kadına yönelik şiddetin artmasının sosyal sonuçları ortada dururken, iktidar sözcülerinin bu sorunla baş etmek yerine sorunun yarattığı sonuçlar üzerinden ölüm cezasını gündeme getirmeleri sorumsuzluk örneği olduğu gibi kafalarındaki anti demokratik dünya görüşünü de açığa vurmaktadır.

Her şeye rağmen şu unutulmamalıdır ki Türkiye’de insan hakları ve demokrasi, barış, emek ve özgürlük mücadelesi yürütenlerin büyük emeği ile kaldırılmış bulunan ölüm cezasının tekrar geri getirilemeyeceğini bir kez daha vurgulamak isteriz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ