Örnek Resim

Ağır İnsan Hakları İhlalleri: Temmuz 2015 Duruşma Takvimi

1990’lı yıllarda Olağanüstü Hal Dönemi’nde işlenmiş olan ağır insan hakları ihlallerinin sadece çok azı zaman aşımına uğramaktan kurtarıldı ve davalar açıldı. Bu davaların bir kısmı askeri operasyonlar sırasında gözaltına alındıktan sonra kendilerinden bir daha haber alınamayan, ya da olayların olmasından çok sonra özellikle insan hakları savunucularının ve kayıp yakınlarının olağanüstü gayretiyle açılan mezarlarda kemikleri bulunan sivillerin zorla kaybedilmesi/öldürülme olayları ile ilgili. Bazıları ise yine aynı dönemlerde işlenmiş yargısız infazlar ve faili meçhul(!) cinayetlerle… Bu davalarla ilgili ayrıntılı bilgiler http://failibelli.org/ sitesinde bulunabilir.
Temmuz ayında yapılacak olan duruşmalara ilişkin bilgi aşağıda yer almaktadır.

3 Temmuz 2015, 13.00 Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi 1993 yılında Şırnak’ın Görümlü düzenlenen askeri operasyon sonrasında gözaltına alınan 6 kişinin kaybedilmesi davası

Sanıklar:

Mete Sayar, Hasan Basri Vural, Murat Ali Yıldız, Serdar Tekin, İbrahim Kıraç

3 Temmuz 2015, 09.15 Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi 1990‘lı yılların Kürt siyasetçi ve işadamlarına yönelik işlenen 19 faili meçhul cinayet davası

Sanıklar:

Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve 15 kişi

8 Temmuz 2015, 09.00 Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi 1993 yılında Diyarbakır’ın Kulp ilçesine düzenlenen askeri operasyon sırasında gözaltına alınan 11 kişinin kaybedilmesi davası

Sanık:

Yavuz Ertürk

[gap] Açılabilen davaların bir kısmında, mağdur/kayıp yakınları soruşturmaların etkisiz ve yetersizliği nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptıkları başvuru nedeniyle AİHM kararı da bulunmakta. AİHM bu davalarda genel olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Yaşam Hakkını düzenleyen 2. maddesini esas ve usul bakımından ihlal edildiği sonucuna varmış ve özellikle ispat yükünün Devlete ait olduğunun altını çizmiştir. Olayların olduğu sırada hızla harekete geçilmemiş, delilleri toplanmamış ve şikayetleri takipsizlikle sonuçlandırılmış ağır insan hakları ihlallerinin sorumlularının ortaya çıkarılmasının yolunu açabilecek bu az sayıdaki davada AİHM kararlarında tespit edilen eksikliklerin ve bu konudaki AİHM içtihatlarının rehber olarak kullanılması Anayasa’nın 90. maddesi gereğince de elzemdir.
[gap]GÖRÜMLÜ KAYIPLARI Davasının yeni duruşması  3 Temmuz 2015, Cuma günü saat 13:00 de Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.  1993 yılında gözaltına alındıktan sonra kendilerinden haber alınamayan 6 sivil kişinin kaybedilmesi ile ilgili olarak açılan davada Cumhuriyet Savcısı, mütalaasını verecek.  Bu davanın görülmeye başlandığı sırada AİHM de kendisine yapılan şikayeti 15 Nisan 2014 tarihinde sonuçlandırmıştı (Cülaz ve Diğerleri / Türkiye Davası). AİHM kararının uygulanması ile ilgili olarak  bu dava  Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından da “nitelikli izleme” altına alındı.
Aralarında Namık Erdoğan, Medet Serhat, Mecit Baskın, Savaş Buldan’ın da yer aldığı 19 faili meçhul cinayetin sanığı olarak yargılanan Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın ve 14 kişinin yargılanmasına 3 Temmuz 2015, Cuma günü saat 09:15 de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde devam edilecek.
KULP KAYIPLARI davasının yeni duruşması 8 Temmuz 2015, Çarşamba günü saat 09:00 da Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. 1993 yılında askeri güçler tarafından gözaltına alınan ve sonra kendilerinden haber alınamayan 11 sivil kişinin kaybedilmesinden 10 yıl sonra yapılan bir kazıda bulunan kemiklerin kaybedilenlerden iki kişiye ait olduğu Adli Tıp Kurumu tarafından tespit edilmişti. AİHM’ne de taşınan bu olayla ilgili olarak AİHM 2001 tarihinde verdiği kararda Sözleşmenin 2. maddesinin esas ve usul bakımından, 3. maddesinin, 5. maddesinin ve 13. maddesinin ihlal edildiğine karar vermişti. İHOP tarafından çevirisi yapılan karar için tıklayınız:  Akdeniz ve Diğerleri / Türkiye Davası

[box]Görümlü ve Kulp kayıpları davaları “güvenlik” gerekçesiyle Ankara nakledilmişti.[/box]

[box type=”custom” bg=”#fcfcfc” fontsize=”12″]Dava Nakillerine İlişkin Görüşümüz:
[gap]Dava nakilleri 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre yapılmaktadır. Anılan kurala göre: “(2) Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa, davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtaydan ister.”
Görüldüğü gibi nakil için karar üç merciin değerlendirmesinden geçmektedir. Davaya bakan Mahkeme, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi.
Sonuç olarak, bu iç merciinin iki hususa karar vermesi beklenmektedir:
a. Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılmasının kamu güvenliği için tehlikeli olduğuna,
b. Bu tehlikenin adil yargılanmaya etkisinin, davanın yetkili ve görevli mahkemenin elinden alınmasından daha büyük olduğu.
Bir başka deyişle, burada yetkili mercilerden bir tartı işlemi yapması beklenmektedir. Kamu güvenliği tehdidi ile yetkili ve görevli mahkemede davanın görülmesinin getireceği fayda arasında bir değer tartısı yapılacaktır. Söz konusu dava bir ağır insan hakları ihlaline ilişkin olduğunda bu tartı işleminin önemi daha da artmaktadır. Şöyle ki; her davanın yetkili ve görevli mahkeme tarafından incelenmesi doğal yargıç ilkesinin bir gereğidir. Bunun yanında, ceza davalarında tarafların yakınlarının, olayın tanıklarının suçun işlendiği yerde bulunması, ifadelerin doğrudan davaya bakan yargıç tarafından dinlenilmesi, delillerin bizzat yargıç tarafından toplanması ve incelenmesi gibi faktörler adil yargılanma açısından hayati önemdedir. Bu nedenle, keyfi olarak bir dava bir yerden alınıp başka bir yere nakledilemez. Bu faydadan daha ağır basan risklerin varlığı gösterilmelidir. Ağır insan hakları vakalarında ise Devlete düşen ispat yükünün daha da ağırlaştığı belirtilmelidir. Ağır insan hakları ihlallerinde, bizzat mağdur yakınlarının davaya katılma hakkı gerek AİHM gerekse AYM kararları ile tanınmıştır. Bunun yanında, toplumun ve özellikle ihlallerin gerçekleştiği yerde yaşayanların hakikati bilme hakkı, davanın serencamını izleme imkanları ile hayata geçirilebilir. Davaların doğal yargıç güvencesinden kaçırılmaları halinde bu imkansız hale gelecektir.
Bugüne kadar, Türkiye’nin bütün kritik siyasi davaları kamu güvenliği gerekçesi ile başka illere aktarılmıştır. Nakil kararlarının hiçbirinde, ne yerel Mahkemenin ne Adalet Bakanlığı’nın ne de Yargıtay Dairesinin gerekçesi açık değildir. Dahası bu kararların hiçbirinde Yargıtay, yukarıda özetlediğimiz temel fayda çatışmasını tartışmış, bir tartı kurmuştur. Bu haliyle gerçek anlamda bir yargı kararının olduğunu söylemek bile güçtür. Kural, devletin adil yargılanmayı sağlayacak güvenliği tesis etmesidir. Bunu istisnası çok özel olaylarda ve somut delillere dayanan gerekçelerle davanın nakil edilmesidir. Kulp davası, yıllar önce gerçekleştirilmiş ağır bir insan hakları ihlaline ilişkindir. Üzerinden bu kadar çok zaman geçmiş, AİHM tarafından ihlal olduğu tespit edilmiş bir vakanın nasıl olup da kamu güvenliğini tehdit ettiğini açıklayan hiçbir gerekçe olmaksızın başka bir ile nakledilmesinin hukuki meşru bir açıklaması yoktur.[/box]

Çocuklara Karşı İşlenen Suçlar ve Cezasızlık Eğitim Semineri

İnsan Hakları Ortak Platformu Cezasızlıkla mücadele programı kapsamında Çocuklar için Çalışan Avukatlar Ağı’na yönelik 2 günlük bir eğitim programı düzenliyor.  27-28 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek olan programa  Türkiye’nin farklı illerinde çocuklar için çalışan avukatlar katılacaklar. Eğitim Programı Avrupa Birliği ve Norveç Büyükleçiliği tarafından destekleniyor. 

Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı İşlenen Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu Raporu Yayınlandı

Avukat Candan Dumrul ve Avukat Huriye Karabacak Danacı tarafından hazırlanan cinsel şiddetin cezalandırılmasında esas alınması gereken uluslararası hukuk standartlarının tanımlnadığı ve bir kontrol listesinin oluşturulduğu, seçilen davaların soruşturma, kovuşturma, cezalandırma ve
giderim süreçlerinin bu uluslararası hukuk standartlara göre analiz edildiği ve aksayan yönlerin ortaya çıkarılarak bu alandaki
cezasızlık sorunun boyutları ortaya konulmaya çalışıldığı “Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı İşlenen Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu” raporu yayınlanmıştır.
Raporun tamamını ulaşmak için tıklayınız: Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı İşlenen Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu

AİHM Kararlarının İzlenmesi Paylaşım Toplantısı 25 Haziran 2015 tarihinde yapılacak…

İnsan Hakları Ortak Platformu, 2012 yılından bu yana Avrupa’da tek örneği olan bir program yürütmektedir. Bu program, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen, bireysel giderimden ziyade yapısal bir değişikliğe işaret eden kararların Türkiye’de uygulanmasının izlenmesi ve raporlanmasını kapsamaktadır. Bu kapsamda 2012-2014 dönemi içinde zorunlu din dersi, sığınmacıların hakları, kadınların soyadı seçme özgürlüğü, vicdani ret, adil yargılanma, ifade özgürlüğü, barışçıl toplantı ve gösteri özgürlüğü, LGBTI hakları bağlamında verilmiş 8 AİHM kararının öngördüğü değişiklikler bakımından izleme süreçleri gerçekleştirilmiş ve raporları hazırlanarak ilgili taraflarla paylaşılmıştır. Bu raporlara www.aihmiz.org tr adresinden erişilebilir.
2015 yılının ilk yarısında ise iki AİHM kararına ilişkin iki izleme raporu tamamlanmıştır. Bu kararlardan biri kadına yönelik şiddette ortaya çıkan cezasızlık sorununa işaret eden ve 2009 yılında AİHM tarafından verilen Opuz kararıdır. İzleme raporunda, öncelikle Opuz kararının gereklerinin yerine getirilmesi için AİHM’nin öngördüğü yükümlülükler tespit edilmiş ve kararın verildiği 2009 yılından itibaren, Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği mercek altına alınmıştır. Rapor en temelde, kadına yönelik şiddetle mücadelede yaklaşım ve uygulama bakımından, kadına yönelik şiddeti ortadan kaldıracak kararlılığın ve sonuca götürecek pratik uygulamaların gerçekleştirilmediğini ortaya koymaktadır. Rapor, Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak’ın danışmanlığında Araştırma Görevlisi Nisan Kuyucu tarafından hazırlanmıştır.
Bir diğer rapor ise şüpheli asker ölümlerini içeren Servet Gündüz ve diğerleri kararına ilişkindir. Şüpheli asker ölümü davaları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından düzenli olarak yaşam hakkı ihlali bulunan bir dava grubu olarak standart izleme altında olan bir dava grubudur. Rapor, Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ve Avukat Duygu Türemez tarafından hazırlanmıştır.
Bu yeni iki raporu ve tavsiyelerimiz paylaşmak üzere 25 Haziran 2015 tarihinde, 10:00 – 13:00 saatleri arasında Gordion Otel’de düzenleyeceğimiz toplantıya katılımınızdan ve görüşlerinizi dinlemekten mutluluk duyacağız.

Temizöz ve Diğerleri Davası

Cizre ve çevresinde 1993-1995 yılları arasında en az 20 sivili öldürdükleri gerekçesiyle Cemal Temizöz (Albay), Burhanettin Kıyak (Yüzbaşı), Kamil Atağ (Korucu), Tamer Atağ (Korucu), Adem Yakın (İtirafçı), Hıdır Altuğ (İtirafçı), Abdülhakim Güven (İtirafçı), Kukel Atağ (Korucu) hakkında açılan davaya 18 Haziran günü Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde devam edilecek…
Dava hakkında bilgi için tıklayınız…

Diyanet İşleri Başkanlığını Tartışıyoruz kitabı internette!

Diyanet İşleri Başkanlığının politika ve faaliyetlerini kapsamlı bir şekilde değerlendirdiğimiz çalışmanın kitabını hyd web sitesinden indirebilirsiniz. Sosyo-ekonomik Politikalar Bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı: Kamuoyunun Diyanet’e Bakışı Tartışmalar ve Öneriler başlıklı kitabın, son günlerde kamuoyunda devam eden hararetli tartışmaya katkıda bulunacağını umuyoruz.
Haberin devamına ve kitaba buradan ulaşabilirsiniz.

Dünya Mülteciler Günü: İnsan Hayatı Sınırlardan Önce Gelir

20 Haziran günü Dünya Mülteciler Günü olarak ilan edilmiş ve bu günde mültecilerin sorunlarına dikkat çekilmektedir.
Savaş, çatışma ve baskı sonucunda evlerini ve ülkelerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin sorunları artarak devam ediyor. Hukuki düzenlemelerin yetersiz kaldığı “mültecilik sorunu”, güvenlik duvarları, tel örgüler ve tekne faciaları ile birlikte insanlık trajedisine doğru yol almaya devam etmektedir. Dünya üzerinde milyonlarca mülteci en temel insani ihtiyaçlarından mahrum bırakılmakta, özellikle de çocuk, kadın ve LGBTİ mültecilerin yaşam hakları tehdit altında bulunmaktadır. Öte yandan, yerinden zorla edilenler için kalıcı iyileştirme yollarına gidilmesi yerine geçici ve süreli çözümler geliştirilmeye çalışılması yeni ve bitmeyen sorunlara neden olmaktadır.
Türkiye’de kayıtlı Suriyeli sığınmacı sayısı resmi verilere göre 1 milyon 800 bin, gayri resmi rakamlara göre ise 2 milyonu aşmıştır. Türkiye’ye Suriye’den sığınan mültecilerin 260 bini 10 ilde bulunan (Hatay, Kilis, Urfa, Antep, Maraş, Osmaniye, Adıyaman, Adana, Mardin, Malatya) 25 kampta kalırken, geri kalanlar ise Urfa, İstanbul, Antep, Kilis, Hatay başta olmak üzere neredeyse tüm illere dağılmış durumdadır. Bu grubun dışında, Irak’tan IŞİD vahşetinden canını kurtaran on binlerce Ezidi ile yine Irak’tan gelen on binlerce Türkmen, Asuri, Süryani, Kürt, Arap grupları da Türkiye’ye sığınmıştır. Ayrıca, başta Afganistan, İran ve Afrika ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerden gelen mültecilerin sayısı da 100 bini geçmiş durumdadır.
Mülteci ve sığınmacıların Türkiye’ye sığınırken karşılaştıkları güçlüklerin yanı sıra, sadece İHD verilerine göre 2014 yılında sınır bölgelerinde 10’u çocuk olmak üzere 40 kişi yaşamını yitirmiş, 12’si çocuk olmak üzere 92 kişi yaralı olarak Türkiye’ye geçebilmiştir.
Başta Suriye ve Irak’tan gelenler olmak üzere Türkiye’yi geçiş hattı olarak kullanıp Avrupa’ya sığınmak isteyen sığınmacıların Ege ve Akdeniz’de tamamen insanlık dışı koşullarda ve kötü teknelerde seyahat ettirilmeleri sonucu binlerce kişi boğularak yaşamını yitirmiş ve umuda yolculukları hüsranla sonuçlanmıştır. Bu her gün karşılaştığımız ve hükümetlerin hiçbir etkili tedbir almadığı bir trajedye dönüşmüştür.
Türkiye, resmi olarak Suriyeli sığınmacılara yönelik açık kapı politikası uygulamaya devam ettiğini iddia ediyor. Ancak acil tıbbi ya da insani ihtiyaçları olmadıkları sürece, yanlarında pasaportu olmayanların Türkiye’ye resmi sınır kapılarından giriş yapmaları rutin olarak engelleniyor. Bazıları resmi geçiş noktalarına uzak yerlerde vahim koşullarda yaşamak durumunda kalırken, mültecilerin büyük bir bölümü zorlu ve çoğu zaman da tehlikeli olan düzensiz geçiş noktalarını kullanmak zorunda bırakılıyor. Çok sayıda mülteci, korumaya erişimden mahrum bırakılırken, sınırı düzensiz yollarla geçmek durumunda kalanlar da geri itmeler, ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan ateşli silah kullanımı ve işkence de dâhil olmak üzere çeşitli ihlallerle karşılaşma riski altında bulunuyor.
Türkiye’de Suriyeli sığınmacıların tutulduğu 25 AFAD kampının STK’lar ve siyasi partiler tarafından denetlenmesine izin verilmemesi oldukça sorunlu bir yaklaşımdır.
Aralarında Türkiye’ye sığınma amacıyla gelen kişilerin de olduğu, sınırdışı edilmek üzere İçişleri Bakanlığı tarafından idari gözetim kararı alınarak aylarca göz altında tutulmaktadırlar. Tutuldukları geri gönderme merkezleri insan hakları standartlarına uymayan, temel hakların sağlanamadığı gözaltı merkezleridir. Türkiye’de toplam 13 ilde 1740 kişilik kapasitesi olan, kötü koşullardaki bu merkezler halen emniyet müdürlüğü görevlileri tarafından işletilmektedir.
Sığınmacı grubu içinde bulunabilecek refakatsiz küçükler, kadın ve çocuklar ve diğer hassas grupların özel korunma ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik tedbirler bir an önce alınmalıdır. Gelen sığınmacıların ülkeye kabulü ve temel ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde etnik köken, din ve benzeri etkenler etrafında herhangi bir ayrım gözetilmeksizin eşit yaklaşılmalıdır.
Mülteci ve sığınmacıların Türkiye’de uzun süre kalacakları gözönünde bulundurularak tespitler yapılması, kalıcı politikalar üretilirken bakanlıklar, sendikalar ile STK’ların ve özellikle de mültecilerin dahil olacağı ortak bir çalışma başlatılması önemlidir. Bu kapsamda;

  • Türkiye mülteci/sığınmacı/göç mevzuatını yeniden düzenleyerek coğrafi sınırlama çekincesini kaldırmalı, tüm kıtalardan Türkiye’ye gelerek sığınmak zorunda kalanlara mülteci statüsü tanınmalıdır.
  • Mültecilerin “umuda yolculuklarını” kabusa çeviren insan kaçakçıları ile etkili mücadele yürütülmeli, bu kişilerin işledikleri suçlarla ilgili cezalar ağırlaştırılarak etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulmalıdır.
  • Türkiye ile AB arasında imzalanan vize muafiyeti ve geri kabul anlaşması gözden geçirilmeli, Türkiye’nin mülteciler bakımından adeta bir depo ülke olma konumu kabul edilmemelidir. Bu hususta AB kendi sorumluluklarını Türkiye üzerine bırakmamalıdır.
  • İdari gözetim kararı verilenlerin tutulduğu geri gönderme merkezleri bir an önce insani koşullara kavuşturulmalı ve buranın yönetimi göç idaresine devredilmelidir.
  • Suriye’li sığınmacıların kaldığı AFAD kampları Göç İdaresine devredilmeli ve STK’ların denetimine açık hale getirilmelidir.
  • Türkiye mültecilerle yaşamayı öğrenmeli, bu bağlamda nefret söylemini yasaklayarak bir an önce nefret suçlarını düzenlemelidir.

Toplumların bir arada ve uyum içinde yaşayabilmesi, farklılıkların zenginliğe çevrilebilmesi, mültecilerin sığındığı ülkede düşmanlıklardan uzak bir şekilde huzuru ve güveni bulabilmesi adına, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nün toplumsal vicdanımız için yeni bir dönüm noktası olmasını diliyoruz.
 
İHD Mülteci Hakları Komisyonu ve Çalışma Grubu
 
 
 
 
 

Kadın Üyesi Olmayan AYM’den Eril Zihniyetli Karar

Anayasa Mahkemesi’nin 27.05.2015 tarihli 2014/36 E, 2015/51 K sayılı genel kurul kararı ile TCK’nun, birden çok evlilik, hileli evlenme ve dinsel tören başlıklı 230.maddesinin 5 ve 6.fıkraları iptal edilerek resmi nikâh olmaksızın dini nikah yaptıran din görevlilerine verilen hapis cezaları suç olmaktan çıkarılmıştır. Anayasa Mahkemesi karar gerekçesinde, “hukuk düzenince resmi evlilik dışındaki hiçbir evlilik türüne hukuki sonuç bağlanmamak sureti ile bir başka ifade ile hukuki müeyyide aracı kullanılarak itiraz konusu kurallarla amaçlanan aile düzeninin korunmasına yönelik önlem alınmış bulunduğu belirtilip, hukuki müeyyide açısından daha ağır bir müeyyide öngören suç ve ceza aracına başvurulmasının itiraz konusu kurallarla yapılan sıralamanın ölçüsüzlüğünü gösteren diğer bir unsur olarak ortaya çıktığını belirtip, Anayasanın 13.maddesindeki ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu, 20.maddesindeki özel hayatın korunması ilkesine ve 24.maddedeki din ve vicdan özgürlüğü hakkına aykırı olduğunu belirtip TCK 230/5 ve 6.fıkraları 16 üyeden 4’ünün karşı oyları ile iptal etmiştir.” Kararı veren Anayasa Mahkemesi üyelerinin tamamı erkektir.
 
Anayasanın 13.maddesinde temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmaksızın sınırlandırılmasında birçok sınırlandırma ölçütüne yer verilmiş, ölçülülük ilkesi sadece bunlardan birisidir. Aynı maddede demokratik toplum düzeninin gerekleri, Anayasanın sözü ve ruhu, laik Cumhuriyet ilkelerinden bahsedilmiştir.
 
Anayasa Mahkemesi kararı ile Türkiye’de resmi nikah olmadan din görevlilerinin imam nikahı kıyarak evlilik gerçekleştirmelerinin önü sonuna kadar açılmış, dini duygular ve değer yargıları üzerinden erkeklerin kadınları hukuksal bağlayıcılığı olmayan dini evlilik yoluyla istismar edebilmesinin önü açılmıştır.
 
Peki, Türkiye’deki çocuk evliliklerle ve kadına yönelik cinsel suçlarla ilgili mevcut durum neyi ifade etmektedir. Türkiye İstatistik Kurumunun 17 Ocak 2014 tarihinde yayınlanan bir istatistiğinde sadece 2012 yılında 16-17 yaşında evlenen ve resmi nikahı olan kız çocuklarının oranının %6.7 olduğu ve sayısının da 40.428 olduğu belirtilmiştir. Bilindiği gibi Türkiye’de ebeveynlerin izni ile 16-18 yaş arası kız çocukları resmi olarak evlenebilmekte olup bunun da değiştirilmesi ve çocuk evliliğin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini belirtmek istiyoruz.
 
Adalet Bakanlığının istatistiklerine göre 2014 yılında Türkiye’de 7.709 cinsel saldırı suçundan, 18.104 çocuklara yönelik cinsel istismar suçundan ve 13.352 cinsel taciz suçundan olmak üzere toplam 39.165 ayrı dava açılmıştır. Türkiye’de kadına yönelik cinsel suçların sayısının çokluğu ve çocuk gelin sayısının önemli bir sayıda olması anlaşılan Anayasa Mahkemesi’ni pek ilgilendirmemektedir.
 
 
Suriye’de devam eden iç savaş nedeni ile Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan ve yaşama tutunmak için erkeklerin dini nikahı ile 2. Veya 3. Eşi olmayı kabul eden Suriyeli sığınmacı kadınları, dini nikah kullanılarak köleleştirilen kadınları, İŞID isimli insanlık düşmanı çeteci yapının Musul Pazarında köle olarak sattığı Ezidi kadınları hep aklımızda tutmak gerekir.
 
Anayasa Mahkemesi kararı hukuka tamamen aykırı olup ancak tümünün erkek olduğu bir topluluğun verebileceği nitelikte eril zihniyet ürünü bir karardır.
 
Anayasanın 10.maddesinde kanun önünde eşitlik ilkesi düzenlenmiş olup, kadın ve erkekler arasında eşitliği sağlayacak tedbirler alınmasının zorunlu olduğu ve bunu sağlamak için pozitif ayrımcılık yapılabileceği açıkça düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi esasen bu kararı ile Anayasanın 14.maddesindeki kurala aykırı davranmış, kadınlar yönünden üstün kamu yararı ilkesini hiçe sayarak Türkiye’de kadınların erkekler tarafından istismar edilmesine sebep olacak vahim bir karar vermiştir. Türkiye’nin sosyo-kültürel gelişmişlik düzeyine baktığımızda kadın hakları yönünden çağdaş ülkelerin çok gerisinde olduğu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmadığı ve sürekli kadınlar aleyhine gelişmelerin yaşandığı bir sosyal-siyasal ortam bulunmaktadır. BM 2014 yılı İnsani Gelişmişlik Raporuna göre toplumsal cinsiyet eşitsizliği endeksinde Türkiye 149 ülke arasında 69. Sırada yer almaktadır. Böylesi bir durumda resmi nikah olmadan dini nikahla evlilik gerçekleştiren görevlilere verilecek cezanın ortadan kaldırılması özgürlük olarak sunulamaz. Türkiye’nin giderek muhafazakarlaşan ve Ortadoğu coğrafyasında her türlü kökten dinci tehdide açık olduğu bir dönemde üstün kamu yararının hiçe sayılması, Anayasa Mahkemesinin toplumdan soyut bir şekilde yaşadığını ya da mahkeme üyelerinin muhafazakar kimliklerini özgürlükçü olarak topluma sunma isteğini göstermektedir.
 
Anayasa Mahkemesi özel hastanelerde biyometrik yöntemle kimlik doğrulamasını Anayasanın 20.maddesine uygun bularak SGK’nın maddi kayıplarının önlenmesinde üstün kamu yararından bahsetmiştir. Aynı mahkeme vermiş olduğu bu kötü kararda ise özellikle kız çocuklarının resmi nikâh olmadan evlendirilmesi noktasında din görevlilerine kolaylık sağlayarak üstün kamu yararını hiçe saymıştır.
 
Anayasa Mahkemesi İHD ve TİHV’nın Milli Güvenlik Siyaset Belgesinin iptali için açtığı davanın Danıştay tarafından reddedilmesi üzerine bireysel başvuru yolu ile yaptığı başvuruda her iki insan hakları örgütünün dava açmada menfaati olmadığını belirtip adeta bizlerle dalga geçmiştir.
 
Anayasa Mahkemesi kararlarında tutarlılık sağlayamamış ve böylece kendisini tartışılır olmaktan çıkaramamıştır.
 
Anayasa Mahkemesinin böylesi kötü kararlar vermemesi bakımından çeşitli önerilerimiz bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesinin başta toplumsal cinsiyet özgürlüğü olmak üzere dinsel, kültürel ve toplumsal konularda karar vermeden önce sosyal tarafları mahkemeye davet edip adeta onların mahkeme dostu sıfatı ile dinlemesinin faydalı olduğunu ve bu metodu mutlaka uygulaması gerektiğini, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği TCK 230/5 ve 6.fıkraların yeniden yasalaşmasının sağlanması için TBMM’nin kanun çıkarması gerektiğini ve TBMM’nin Anayasa değişikliği gerçekleştirerek başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yüksek yargıda görev yapacak yargıçlarda kadın erkek eşitliğini sağlaması gerektiğini özellikle belirtmek istiyoruz.
 
İHD MERKEZİ KADIN KOMİSYONU

Diyarbakır Halkına Ve Barışa Yönelik Saldırılar Kınıyoruz

5 Haziran 2015 günü HDP Diyarbakır mitingine yönelik iki ayrı bombalı saldırı gerçekleştirilmesi ve bu saldırılarda 4 kişinin yaşamını yitirip yüzlerce kişinin yaralanması, 9 Haziran günü Diyarbakır İhya der Başkanına suikast düzenlenmesi ve hemen ardından HDP taraftarı olduğu bilinen kişilerin evlerinin basılarak infaz edilmesi ile ilgili saldırıları kınıyor, ölenlerin ailelerine başsağlığı ve yaralılara acil şifalar diliyoruz.
 
Türkiye’deki insan hakları örgütleri olarak Diyarbakır halkı ile dayanışma duygularımızı paylaşmak ve gerçekleştirilen ağır insan hakları ihlallerini açığa çıkarmak için Diyarbakır’da olduğumuzu belirtmek istiyoruz.
 
Seçim döneminde durdurulmuş olan Kürt sorununun çözüm sürecinin ne kadar kırılgan olduğu bu tip provakatif saldırılar ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Siyasal tarafların söylem ve eylemlerine rağmen, barış ve çözüm sürecinin Türkiye halklarına mal olduğu seçim sonuçları ile ortaya çıkmıştır. Halka rağmen çözüm sürecinin durdurulması mümkün değildir. Bu nedenlerle taraflar arasında diyalogun tekrar başlatılmasını ve 28 Şubat 2015 tarihli Dolmabahçe Deklerasyonuna uygun olarak tarafların barış ve çözüm sürecini kaldığı yerden sürdürmesinin gerekli olduğunu belirtmek istiyoruz.
 
7 Haziran 2015 seçimleri nedeni ile durmuş olan sürecin çeşitli provakatif saldırılarla kesintiye uğratılmasına asla fırsat tanınmamalıdır. Gerek Diyarbakır’da gerekse de tüm Türkiye’de seçim dönemi ve seçimden sonra gerçekleştirilen tüm saldırıların etkili bir şekilde soruşturularak faillerin açığa çıkarılmasını ve yargı önünde hesap vermesini istiyoruz.
 
Siyasal iktidarın sürekli olarak kamu düzenini sağlamak amacı ile yasalaştırdığını söylediği iç güvenlik paketindeki yetkilere rağmen seçim süreci boyunca siyasal partilere yönelik olarak 196 saldırının gerçekleşmiş olması Türkiye’de halkın güvenliğinin sağlanması bakımından ciddi zaaflar olduğunu ve hükümetin bu konuda gerekli tedbirleri almadığını göstermektedir. O halde tüm bu saldırıların açığa çıkarılması bakımından yeni oluşan TBMM’nin daha etkili tedbirler alması gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
 
Gerçekleştirilen saldırılar karşısında sürekli provokasyon uyarısı yaparak halkı sakin olmaya davet eden siyasetçilerin ve STK temsilcilerinin bu tutumlarını taktir ettiğimizi ve bu tutumun devam etmesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
 
İnsan hakları savunucuları olarak barış sürecinin sona erdirilmesine dönük ve Türkiye’de kaos yaratmayı amaçlayan bu tip saldırıların amacına ulaşamayacağını, saldırıya maruz kalanların yalnız olmadığını, saldırganların yargı önünde hesap vermesi noktasında adalet mücadelemizin devam edeceğini belirtmek isteriz.
 
 
İnsan Hakları Derneği
Helsinki Yurttaşlar Derneği
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği
İnsan Hakları Gündemi Derneği
Türkiye İnsan Hakları Vakfı
 

7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimleri: Barış ve Demokrasi Kazanmıştır

7 Haziran 2015 seçimlerine gidilen süreçte yaşanan gelişmelere kısaca değinmekte yarar vardır.

Seçimlerin dürüstlüğü ilkesi hayata geçirilememiştir.

YSK seçimlerin dürüstlüğü ilkesi uyarınca tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanının iktidar partisi olan AKP lehine seçim kampanyası yürütmesi ve seçim mitingleri gerçekleştirmesine engel olmayarak bu ilkeye ağır bir darbe vurmuştur. İktidar partisi dışındaki diğer partiler aleyhine adaletsiz bir seçim yarışı gerçekleşmiştir.

Seçimlerin güvenliği sağlanamamıştır.

İHD’nin 23 Mart – 6 Haziran 2015 tarihleri arasında siyasi partilere yönelik ihlaller ile ilgili yayınlamış olduğu rapora bakıldığında seçim güvenliğinin sağlanamadığı çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu süreçte partilerin seçim bürolarına, araçlarına, adaylarına, çalışanlarına yönelik baskın, saldırı, tehdit ve polis baskınları sonucu 196 saldırı gerçekleşmiş olup, bunun 176’sı HDP’ye, 12’si AKP’ye, 6’sı CHP’ye, 2’si MHP’ye olmuştur. Bu saldırılardan HDP’ye yapılan 176 saldırının 7’si silahlı, 5’i bombalı, 4’ü kundaklama biçiminde gerçekleşmiş ve 6 kişi yaşamını yitirmiş, 516 kişi yaralanmıştır. 33 HDP’li işkence ve kötü muameleye uğradığını belirtmiştir. Seçim çalışmaları nedeni ile 185 HDP’li gözaltına alınmış, bunlardan 8’i tutuklanmıştır. HDP’ye yapılan 176 değişik saldırı sonucu sadece 5 kişi gözaltına alınmıştır. AKP’ye yapılan 12 saldırıdan 4’ü silahlı, 1’i ses bombalı 1’i kundaklama biçiminde gerçekleşmiştir. CHP’ye yapılan 6 saldırıdan 1’i silahlı olarak gerçekleşmiş, MHP’ye yapılan 2 saldırıdan 1’i silahlı olarak gerçekleşmiştir.

Bu süreçte 5 Haziran günü Diyarbakır’da yapılan HDP mitingine 2 ayrı bombalı saldırı düzenlenmesi hükümetin seçim güvenliği konusunda etkili tedbirler almadığının en açık göstergesi olmuştur. Yine bu süreçte Şırnak’ta İdil İlçesi Kozluca Köyü’nde parti taraftarları arasında çıkan silahlı çatışmada 2 Hüda Par taraftarı yaşamını yitirmiş, 2 HDP taraftarı ağır yaralanmıştır.

Seçimlerin adil bir ortamda yapılması ile ilgili etkili tedbirler alınmamıştır.

Devlete ait televizyon, radyo ve ajanslarda iktidar partisi ile iktidar partisi lehine seçim kampanyası yürüten cumhurbaşkanına ayrılan süre seçimlerin adil olmadığını göstermiştir. Bunun yanı sıra iktidar partisinin ve Cumhurbaşkanının kamu imkanlarını kullanarak kampanya yürütmesi, seçimlerin finansmanı ile ilgili şeffaf ve denetlenebilir bir kanunun yapılmamış olması, seçimlere giren siyasal partilerden sadece 3’üne hazine yardımı yapılıp TBMM’de grubu bulanan HDP ve TBMM’de temsil edilmeyen diğer siyasi partilerin bu yardımdan yararlanamaması seçimlerin adil bir ortamda gerçekleşmediğinin diğer göstergeleri olmuştur.

Sandık güvenliği Türkiye’de ilk defa en geniş katılımla örgütlenmiş, STK’lar ve bizzat seçmenler tarafından sağlanmıştır.

Sandık güvenliğinin sağlanıp sağlanmadığı konusunda bağımsız seçim gözlemciliği gerçekleştiren İHD ve İHD ile birlikte hareket eden bağımsız seçim izleme platformu bileşenlerinin çalışmalarına engeller çıkarılmıştır. YSK, AGİT ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi üyelerine bağımsız seçim gözlemciliği konusunda izin verdiği halde Türkiye’de bu faaliyeti uzun yıllardır yürüten İHD ve ESHİD’e izin vermemesi açık bir hukuka aykırılıktır. Bu hususta İHD tarafından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu ile dava açılmıştır. Seçim günü Türkiye’nin bazı illerinde (Siirt, Batman, Bitlis, Adıyaman, Kırıkkale) seçim gözlemcilerine emniyet tarafından sorun çıkarılmış ancak fiili durum yaratılarak seçim gözlemciliği çalışmaları gerçekleştirilmiştir.

SEÇİM SONUÇLARI SEÇMENİN DEMOKRASİ VE BARIŞ YÖNÜNDE OY KULLANDIĞINI GÖSTERMİŞTİR.

İktidar partisi tarafından hararetle savunulan %10 seçim barajı ve HDP’nin bu barajın altında kalması gerektiğine dair söylem seçmen nezdinde karşılık bulmamıştır. HDP %13.12 oy alarak dünyanın en yüksek seçim barajını yıkmış ve böylece Türkiye seçmeni demokrasi ve barış noktasında çok açık bir tutum almıştır.

Bu seçimlerle siyasal iktidarın otoriter yönetim anlayışı duvara çarpmıştır. AKP’nin Türkiye’yi polis devleti yapması ve bunu otoriter başkanlıkla taçlandırma isteği seçmen tarafından sona erdirilmiştir. Keyfi yönetim, otoriterlik ve başkanlık tartışmalarına seçmen geçit vermemiştir.

Seçmen, Türkiye’de siyasal iktidar tarafından durdurulan barış ve çözüm sürecinin devam etmesi konusunda açık bir şekilde irade beyan etmiştir. 28 Şubat 2015 tarihli Dolmabahçe Deklarasyonu ve PKK lideri Abdullah Öcalan ile varılan mutabakatı hiçe sayan Cumhurbaşkanı ve hükümetin bu davranışı seçmen tarafından karşılık bulmamıştır. Türkiye seçmeni, HDP’ye verdiği %13.12’lik oy ve AKP’yi iktidardan düşürerek barış ve çözüm sürecinin Türkiye’nin en önemli ve sürdürülmesi gereken konusu olduğunu ortaya koymuştur.

Seçim sonuçları yeni oluşan TBMM’nin acilen yapması gerekenler konusunda önemli fikirler vermiştir.

Öncelikle TBMM’yi oluşturan siyasal partilerin uzlaşı kültürüne dayalı olarak ancak insan hakları ve demokrasi ilkelerinden taviz vermeden Türkiye’yi hükümetsiz bırakmamaları gerekmektedir.

TBMM’nin 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi seçim güvenliğini tehdit eden ve gerçekleşen ihlaller ile ilgili olarak Araştırma ve Soruşturma Komisyonu kurması ve olayları açığa çıkarması gerekmektedir. Gerçekleşen olaylar devlet içerisinde çete yapılanmalarının etkilerinin devam ettiğini göstermiştir. Dolayısıyla yasama organının etkili tedbirler alması gerekmektedir.

Yeni TBMM’nin gerek barış ve çözüm sürecinin devamı gerekse de otoriterleşen Türkiye’nin normalleşmeye dönebilmesi için acilen yol temizliği yapması gerekmektedir. AKP hükümetinin son 3 yıldır gerçekleştirdiği anti-demokratik yasaların tümü değiştirilmeli ve herkesin hukuk güvenliğini güvence altına alacak ve insan haklarına dayalı bir yol temizliği yapması kaçınılmazdır.

İnsan hakları savunucuları olarak Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorununun çözümünün yeni ve demokratik bir Anayasadan geçtiğini dolayısıyla yeni parlamentonun en önemli görevinin Türkiye’nin temel sorunlarını çözecek şekilde demokratik Anayasa yapmak olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ