Örnek Resim

Türkiye’de ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğüne ilişkin Memorandum

6-14 Nisan 2016 ve 27-29 Eylül 2016 tarihlerinde Türkiye’de insan haklarının durumuna ilişkin iki inceleme ziyareti gerçekleştiren Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, Nils Muižnieks tarafından hazırlanan “Türkiye’de ifade Özgürlüğü ve Medya Özgürlüğüne İlişkin Memorandum”  15 Şubat 2017 tarihinde Türkçe ve İngilizce olarak yayınlandı.
Memorandum için  CommDH(2017)5_TUR
İnsan Hakları Komiseri, raporunda şu tavsiyelere yer verdi:

  • Komiser, AİHM’in ifade özgürlüğünün demokratik toplumun başlıca temellerinden birini teşkil 122.ettiği ve ilerlemesi için temel şartlardan biri olduğu yönündeki köklü içtihadını hatırlatır. Bu yalnızca, hoş karşılanan, zararsız bulunan veya umursanmayan bilgi ve fikirlere değil; aykırı düşen, şoka uğratan ve rahatsız edenler için de geçerlidir. Olmadıklarında “demokratik bir toplumdan” söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereklilikleri bunlardır.
  • Komiser, yukarıda bahsi geçen olaylar, rakamlar ve örneklerin, eksiksiz olmaktan uzak olmakla birlikte, selefinin bu konudaki 2011 raporundan bu yana Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğünde yaşanan ciddi kötüleşmeyi açıkça gözler önüne serdiği kanaatindedir. Komiser’in görüşüne göre, bu kötüleşme Türk demokrasisi için varoluşsal bir tehdit arz etmektedir.
    Komiser selefinin yukarıda bahsi geçen raporundaki neredeyse bütün tavsiyelerinin 124.geçerliliğini koruduğunu düşünmektedir. Bu, Türk Ceza Kanunu’nun ve bilhassa 125. (hakaret), 216. (halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama), 220. (6. fıkradaki suç örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, ve 7. fıkradaki örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüte yardım), 285. ve 288. (soruşturmaların gizliliği ve yargılamayı etkilemeye teşebbüs), 299. (Cumhurbaşkanına hakaret), 301. (Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama), 314. (silahlı örgüt kurma, yönetme veya örgüte üye olma), 318. (halkı askerlikten soğutma) maddelerinin bütünüyle gözden geçirilmesi ihtiyacını kapsar. Gözden geçirmede, AİHM içtihadının ve Venedik Komisyonu’nun ilgili görüşünün tamamı dikkate alınmalıdır. Aynı şekilde, Terörle Mücadele Kanunu, ve özellikle 7 §2 (terör örgütü adına propaganda) maddesi, AİHS’e uygun hale getirilmek üzere tamamıyla elden geçmelidir.
  • Geçmişte yapılan yasal değişikliklerin yeni insan hakları ihlallerinin oluşmasını önlemekteki başarısızlığını göz önüne alan Komiser, bu hükümlerin çoğunun olduğu gibi yürürlükten kaldırılması gerektiğini düşünmektedir. Hakaret, özellikle devlet görevlilerine yönelik olarak, suç olmaktan çıkarılmalıdır; kesinlikle gerekli olduğu hallerde, yalnızca orantılı hukuk yaptırımlarına tabi tutulabilir. Bu alandaki kanun değişikliklerinin parça parça olamayacağı ve yapısal sorunlara temas etmesi gerektiği de açıktır. Komiser’in görüşüne göre bu; en başta,
    gerçeklik ve kamu yararı savunmalarına, kamusal tartışmaya katkı kavramına ve gazetecilerin haber kaynaklarının korunması ilkesine sistematik atıfların eklenmesini ve yargının, özellikle gazeteciliğin demokratik toplumdaki yerini tam olarak hesaba katarak, ilgili her davada ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğü ile diğer gereklilikler arasında makul bir denge kurma yükümlülüğünün kabul edilmesini içermelidir.
  • İfade özgürlüğünden ve bilhassa alışılmadık, aykırı, şok edici, rahatsız edici ifadelerden 126.duyulan derin şüphe Türk Anayasası’na ve mevzuatına nüfuz etmiştir. Yakın zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi referanduma sunulması beklenen bir anayasa değişikliği tasarısı kabul etmiştir; bu tasarıda Anayasa’nın ifade özgürlüğü de dahil olmak üzere insan haklarına yaklaşımındaki ciddi sorunların hiçbir şekilde ele alınmadığını görmekten Komiser üzüntü duyar ve Türk yetkilileri bu vaziyeti düzeltmeye davet eder. İvedilik arz eden diğer hayati yasal değişiklikler, İnternet Kanunu’nu, Radyo ve Televizyon Kanunu’nu, eleştirel medya ve gazetecileri engellemek ve cezalandırmak için kullanılan yasalar ve yönetmelikleri (örneğin, kamu ilanları, basın kartları ile ilgili olanlar), ayrıca akademik özgürlükleri etkileyen yasal çerçeveyi kapsamalıdır.
  • Türk hukuk sisteminin önemli noksanlarının ötesinde Komiser, Türk yargısının tutum ve 127.eylemlerinde gereken değişikliğin, mücadele gereken çok daha zor bir iş olduğunun önemle üzerinde durmaktadır. Komiser’in birçok defa ve AİHM’in sayısız kararında dikkat çekmiş olduğu üzere, hakim ve savcılar tarafından yasal hükümlerin yorumlanması ve uygulanmasındaki yapısal sorunlar, devamlı olarak Türkiye’de ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğünü baltalamaktadır. Komiser’in selefi, neredeyse altı sene önce yayınlamış olduğu ilgili raporunda, ifade ve medya özgürlüğüne getirilen haksız sınırlandırmaları bertaraf etmek için, siyasi ve sair baskılara karşı yargının bağımsızlığının kilit nokta olduğunun altını çizmişti.
    Ne yazık ki, bu tespitin geçerliliği geçen süreçte çeşitli aşamalarda kanıtlanmıştır. İfade 128.özgürlüğü ile medya özgürlüğündeki hızlı gerileme, Türk yargısının bağımsızlığında yaşanan erozyon ile bir arada gerçekleşmiştir. Bu erozyon olağanüstü hal kapsamında alınan ve yargının bağımsızlığı ilkesini yeterince nazara almayan, çok sert önlemlere kadar varmıştır. Bu korku ortamında hakim ve savcılar, devlet odaklı yaklaşımlarına açıkça geri dönmüşlerdir. Böylece, Türk makamlarının başta kendi gayretleri ve Avrupa Konseyi’nin çeşitli organlarının desteği vasıtasıyla büyük çabalarla sağlanmış olan ilerleme kaybedilmiştir.
  • Özellikle sulh ceza hakimleri, eleştirel seslerin hedef alınmasında hiç olmadığı kadar faal hale 129.gelen savcılar ile iş birliği içinde, muhalefeti ve Türk hükümetine yönelik meşru eleştiriyi bastırmak ve ayrıca internet vasıtasıyla kamuya verilecek bilgiyi kontrol etmek için bir taciz vasıtasına dönüşmüş görünmektedir. Komiser, bu mercilerin ciddi biçimde gözden geçirilmesinin gerekli olduğu değerlendirmesinde bulunur ve Türk makamlarını başta işbu mesele hakkında görüş hazırlığında olan Venedik Komisyonu olmak üzere, Avrupa Konseyi organlarının rehberliğini takip etmeye çağırır.
  • Savcılar ve hakimler, cezai açıdan hukuka aykırılığı ve bir suç örgütüne üyeliği gösteren 130.doğrudan, inkar edilemez delillerin yokluğunda; özellikle de tek dayanağın haberlerin içeriği veya inandırıcılıktan uzak delillere binaen kurulan örgüt bağlantısı algıları olduğu durumlarda, ifade özgürlüğünün, internet de dahil, kullanılmasını caydıran ceza usullerini, bilhassa tutuklama tedbirini, kullanmayı bir kenara bırakmalıdır. Bununla birlikte, Komiser’in görüşüne göre, son zamanlarda alarm veren bir seviyeye ulaşan yargının bağımsızlığına ilişkin köklü sorunların halledilememesi, ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğünü iyileştirmeye yönelik bütün çabaları boşa çıkaracaktır. Bu bağlamda, Komiser, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir süre önce kabul edilen anayasa değişikliğine dair duyduğu çok ciddi endişeyi ifade etmek durumundadır, çünkü bu değişiklik Türk yargısının yürütme ve yasama erkleri karşısındaki özerkliğinin daha da azaltılmasını öngörmektedir.
  • Türk yetkililer, ifade özgürlüğünü ve medya özgürlüğünü ilgilendiren sorunlarla 131.karşılaştıklarında, zaman zaman diğer üye devletlerin mevzuatlarında da benzer hükümlerin bulunmasına gönderme yaparak, ancak bu hükümlerin yorumlanışlarındaki önemli farkları veya uygulanmalarındaki ölçek farkını yok sayarak, meseleleri küçümseme eğilimi göstermişlerdir. Diğer hallerde, yargının bağımsızlığını ileri sürmüş veya beraat ile sonuçlanan davalara işaret etmişlerdir. Bu tutum, şu anda yalnızca Türk medyasını değil, Türk toplumunun tamamını etkileyen caydırıcı etkiye yönelik duyulan kayıtsızlığı yansıtıyor görünmektedir.
  • Komiser, son birkaç yıl zarfında Türk yetkililerin ifade özgürlüğünü geliştirme ve AİHS’e uyum konusundaki taahhüdünde ciddi zayıflamayı kaydetmekten esef duyar. Örneğin, hükümetin
    özellikle ifade özgürlüğü ile ilgili olarak bu uyumu geliştirmeye yönelik hazırlamış olduğu eylem planı hükümsüz kalmıştır ve Anayasa Mahkemesi, bu kritik süreçte ihtiyaç duyduğu desteği almaktan ziyade, ilerici ve AİHS’e uygun kararları nedeniyle saldırıya uğramıştır.
  • Komiser, bu durumun düzeltilmesi önündeki ana engelin, her şeyden önce bu memorandumda dikkat çekilen sorunları kabul edecek sonra da onları çözecek siyasi iradenin bulunmayışı olduğu kanaatindedir. Gerçekten, 150’den fazla medya şirketinin toptan ve tamamıyla kapatılması gibi caydırıcı etkinin en vahim şekillerine ve Türk medya yelpazesinin fakirleşmesine yol açan tedbirlerin çoğu bilinçli seçimlerdi. Benzer şekilde, yetkililerin ifade özgürlüğüne karşı çarpıcı düzeydeki hoşgörüsüzlüklerinin karalama kampanyalarına, nefret söylemine ve fiziksel şiddete yol açtığı veya bunları cesaretlendirdiği çok sayıda örnek bulunmaktadır. Mevcut bağlamda, ne yazık ki yargının bu ezici siyasi baskıya karşı koyması ve ifade özgürlüğünü AİHS’e uygun bir şekilde koruması beklenemez.
  • Komiser, medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğündeki kötüye gidişin ve artan internet 134.sansürünün ülkenin içinde bulunduğu son derece zor şartlar bağlamında gerçekleşmiş olduğunun farkındadır: Türkiye, sınırlarında iç savaş yaşanırken örnek olacak şekilde cömertçe üç milyondan fazla sığınmacıya ev sahipliği yapmış, başarısız bir darbe girişimiyle ve birçok hunhar terör örgütünün gerçekleştirdiği sayısız ölümcül terör saldırısıyla karşı karşıya kalmıştır. Her gün uğraşmak zorunda kaldığı tehditler ve tehlikeler gerçektir ve çok çetindir. Bununla birlikte, terör propagandası ve terör örgütüne destek kavramlarının, şiddete teşvik etmediği ortada olan beyanlara ve kişilere dahil, aşırı derecede geniş uygulanması, uluslararası insan hakları normlarını ihlal ederek ifade özgürlüğünü sınırlamanın, bu sorunları çözmeye yardım edeceği yanılgısını yansıtmaktadır. Şiddet ve şiddet kullanma tehdidi “terörizm” kavramının belirleyici ögesidir ve bu kavram, sayılan unsurları barındırmayan ifadeleri cezalandırmak üzere, o ifadeler alışılmadık, şok edici ve siyaseten can sıkıcı dahi olsalar, her şeyi içine alan bir etiketmiş gibi kullanılmamalıdır.
  • Bu uygulama, hakaret davalarının bariz bir biçimde aşırı kullanılması ile birlikte, Türkiye’yi çok 135.tehlikeli bir yola sokmuştur. Bu yolda, meşru görüş ayrılığı ve hükümet politikalarının eleştirilmesi hedef gösterilmiş, bastırılmış, doğrudan doğruya meclisteki de dahil demokratik kamusal tartışmanın kapsamı daraltılmış ve böylece toplum kutuplaştırılmıştır. Tecrübeyle sabittir ki tam da böyle ortamlarda nefret, şiddet ve terör örgütleri serpilir. Medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün temelini teşkil ettiği insan haklarının korunması, sosyal barışın ve sağlıklı bir demokrasinin tesisi için mutlak surette ön şarttır.
  • Komiser, mümkün olan en kuvvetli şekilde, Türk siyasi liderlerini bu gidişatı değiştirmeye, terör 136.eylemi olanla eleştiri ve karşıt görüşü ayırmaya başlamaya ve ayrıca demokratik bir toplumda beklenen sorumluluğu ve hoşgörüyü göstermeye çağırır. Kendileri, internetteki de dahil olmak üzere ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran ve çok uzun süredir devam eden sistemik meselelerle baş etmek için gerekli olan siyasi iradeyi yeniden oluşturmalı ve AİHM’in bazıları on yıllar öncesine uzanan çok sayıda kararını artık icra etmelidir.
    Bunları şu an hala süregelen olağanüstü hal döneminde yapmak kesinlikle imkansızdır ve 137.Komiser, yetkilileri, bir kez daha, olağanüstü hali kaldırmaya ve sebep olduğu çok sayıda kabul edilemez ifade özgürlüğü ihlalini, ve özellikle medya özgürlüğü ve akademik özgürlüğü ilgilendirenleri, eski hale getirmeye çağırır. 23 Ocak 2017’de çıkartılmış kararname ile kurulmuş olan yeni komisyon gelecekteki etkililiğine bağlı olarak başvuru ve telafi hakkı açısından doğru istikamette bir adım olarak görülebilecek olsa bile, Komiser’in esasa dair başka endişelerini gidermesi beklenemez.
  • Komiser Türk makamlarıyla yapıcı diyaloğunu sürdürme iradesini vurgular ve Türkiye’de insan 138.haklarının korunmasını ve geliştirilmesini ileri götürme çabalarında yardım ve desteğini sunar.

OHAL -Düşünce ve İfade Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesine İlişkin Özel Raportörün Türkiye Ziyaretine İlişkin Raporu

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından Türkiye’de ilan edilen  olağanüstü hal döneminde hükümetin davetiyle Türkiye’de 14-18 Kasım 2016 tarihlerinde incelemede bulunan Birleşmiş Milletler Düşünce ve İfade Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü Richard Kaye’nin Türkiye ziyaretine ilişkin raporu 7 Haziran 2017 tarihinde hükümetin bu rapora yönelik yorumlarıyla birlikte yayınlandı.
Özel Raportörün raporu için İfade Özgürlüğü Özel Raportörü
Hükümetin yanıtı içinİfade özgürlüğü_Hükümetin yanıtları
Özel raportörün raporunda yer alan tavsiyeler:

  1. Tavsiyeler

Türkiye’de ifade özgürlüğü ciddi bir krizdedir ve Türkiye’nin uluslararası insan hakları hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerine uymak için acilen hareket geçmesi gerekmektedir. Özel Raportör bu değerlendirmesinde yalnız değildir. Aşağıdaki tavsiyeler, diğerlerinin yanı sıra Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, AGİT Medya Özgürlüğü Temsilcisinin tavsiyeleriyle büyük ölçüde uyumludur.[1]
A.Medya Özgürlüğü ve Bilgiye Erişim

  1. Özel Raportör, Türkiye’de medya özgürlüğünün, darbe teşebbüsü öncesine dayanan, gerilemesinden ciddi kaygı duymaktadır. Olağanüstü hal, Türkiye’de ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve bilgiye erişime ciddi darbe vuran ölçüsüz ve keyfi tedbirler uygulanmasını meşrulaştıramaz.
  2. Özel Raportör, Hükümete, terörle mücadele mevzuatı ve OHAL KHK’ları kapsamında tutuklu bulunan gazetecileri, yazarları ve akademisyenleri derhal serbest bırakması için Hükümete çağrı yapmaktadır. Hiç kimse, (MSHUS’nin) 19(3) ve 20. maddelerine uygun olarak, gerçek bir nefret ve şiddeti teşvik etmedikçe, fikirlerini açıklamaktan dolayı tutuklanmamalı, soruşturulmamalı ve yargılanmamalıdır.
  3. Özel Raportör Hükümeti, basın ve diğer medya ile bütün bireylerin kamuyu ilgilendiren konularda görüşlerini açıklayabilmelerini ve herhangi bir sansür ve baskıya uğramadan kamuoyunu bilgilendirebilmelerini güvence altına almak üzere her türlü uygun tedbiri almaya davet etmektedir.
  4. Hükümet, internet medyası, ağlar ve mobil iletişim dâhil, medya kuruluşlarını kapatma kararlarını geri almalı ve yayın durdurmanın kanunda öngörülen istisnai hallerde ve yargı süreçleriyle uyumlu bir şekilde mümkün olmasını güvence altına almalıdır. Bu tür tedbirler her zaman yargı denetimine tabi tutulmalıdır.

B.İnternet üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması

  1. Özel Raportör Hükümete, İnternet Kanunu’nu gözden geçirmesi ve erişim engelleme ve içerik kaldırma konusunda tanınan geniş yetkileri değiştirerek daha az müdahale öngören düzenlemeler yapması için çağrıda bulunmaktadır. Özel Raportör, Hükümeti, aşırı düzeydeki erişim engelleme ve içerik filtrelemeden kaçınmaya ve içerik kaldırma taleplerini MSHUS’nin 19(3) ve 20. maddelerindeki ölçütlere uyan gerçek nefret ve şiddete teşvik vakalarıyla sınırlandırmaya davet etmektedir.

C.OHAL KHK’larının Denetimi
Hükümet, olağanüstü hal süresince ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamaların durumun kesinlikle ölçüyü aşmamasını sağlamakla yükümlüdür. Olağanüstü hal ile bağlantılı olarak yükümlülük azaltma döneminde gereklilik ve ölçülülük testleri ortadan kalkmamaktadır.

  1. Özel Raportör, Hükümete, olağanüstü hali sona erdirmek amacıyla Temmuz ayındaki koşulların olağanüstü halin devamını meşru kılacak şekilde devam edip etmediğini değerlendirmesi için çağrı yapmaktadır. Bundan bağımsız olarak, uluslararası insan hakları norm ve standartlarına uygunluklarını sağlamak amacıyla KHK’ları gözden geçirmeye ve değiştirmeye davet etmektedir. Özellikle, KHK’lar kapsamında özgürlüğünden mahrum edilen kişilere, MSHUS’nin 9. maddesine uygun olarak tutukluluğunun hukuka uygunluğunu denetleyecek bir mahkemeye başvuru hakkı tanınmalıdır.
  2. Özel Raportör, hukuka aykırı bir şekilde gözaltına alınan, tutuklanan, ihraç edilen ya da başka bir hukuki talebi bulunan herkesin taleplerini inceletebileceği ve haklarını elde edebileceği etkin bir makama başvurmasını güvence altına alması için Hükümete çağrı yapmaktadır. KHK’lar yoluyla görevden çıkarılan kişilere, haklarındaki işleme itiraz edebilecekleri ve bunları düzelttirebilecekleri uygun ve bağımsız yargısal ve idari mekanizmalara başvurma hakkı sağlanmalıdır.

D.Ulusal düzenlemelerin denetimi
Hakaret ve terörle mücadele ile ilgili ulusal mevzuat uluslararası standartlarla uyumlu hale getirilmelidir. Özel Raportör, özellikle terörle mücadele tedbirlerinin MSHUS’nin 19(3). maddesiyle uyumlu hale getirilmesini sağlamak amacıyla Terörle Mücadele Kanunu’nun acilen değiştirilmesi için Hükümete çağrı yapmaktadır. “Terörü teşvik”, “radikal faaliyetler”in yanı sıra terörü “övme”, “yüceltme” ve “meşrulaştırma” gibi suçlar, ifade özgürlüğüne ölçüsüz ve gereksiz müdahalelere yol açmaya devam etmemeleri için açık bir şekilde tanımlanmalıdır.

  1. Özel Raportör ayrıca Hükümeti, kamu görevlilerine ve Cumhurbaşkanına hakareti suç olarak düzenleyen TCK’nın 125(3) ve 299. maddelerini yürürlükten kaldırmaya çağırmaktadır. İfade biçimlerinin kamusal bir figürü aşağıladığının düşünülmesi, ceza verilmesini meşrulaştırmamaktadır. Salt hükümeti eleştirdiği için bireylerin cezalandırılması hiçbir şekilde ifade özgürlüğüne yönelik gerekli bir sınırlama olarak görülemez. Bu hükümler kaldırılmasa bile, Özel Raportör, üst düzey kamu görevlilerini, kamu otoritesini “aşağılama” olarak görülen eleştirileri susturmak için bu hükümleri bir taciz edici bir şekilde kullanmaktan kaçınmaya davet etmektedir.

[1] Recommendation 2097 (2017) by the Parliamentary Assembly of the Council of Europe, (http://assembly.coe.int/nw/xml/XRef/Xref-XML2HTML-en.asp?fileid=23403&lang=en); Memorandum on freedom of expression and media freedom in Turkey, by Nils Muižnieks, Council of Europe Commissioner for Human Rights; Statements by the OSCE Representative on freedom of the media, http://www.osce.org/fom/302351 and http://www.osce.org/fom/278326

OHAL Güncellenmiş Durum Raporu

15 Temmuz 2016 tarihine yaşanan darbe girişimi ardından ilan edilen Olağanüstü Hal, 19 Temmuz 2017 tarihinde bir yılını doldurur doldurmaz 3 ay daha uzatıldı.
Beşinci üç aylık döneminin içinde olan Olağanüstü Hal süresince en sonuncusu 25 Ağustos 2017 tarihinde yayınlanan 28  Kanun Hükmünde Kararname ile herhangi bir yargı kararı aranmaksızın kamu görevinde çalışanlara, sivil toplum örgütlerine, gazetecilere, yazılı ve görsel medya organlarına, şirketlere ve belediyelere yönelik ihraç, kapatma ve kayyım atama gibi yöntemler içeren tedbirler uygulandı. Bu tedbirlerin yanı sıra, Olağanüstü Hal Kararnameleri ile bir dizi mevzuatta kalıcı değişiklikler yapıldı.
Aşağıdaki bağlantılardan ulaşabileceğiniz  Rapor, 31 Ağustos 2017 tarihi itibarıyla OHAL tedbir ve düzenlemelerini kapsıyor. (Not: Her iki bağlantı da aynı rapora aittir)
Olağanüstü-Hal-Tedbir-ve-Düzenlemeleri-31-Ağustos-2017.pdf
OHAL Durum Raporu_31Agustos 2017

İnsan Hakları Savunucularının Korunması ve Güçlendirilmesi

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARININ KORUNMASI VE GÜÇLENDİRİLMESİ

İnsan Hakları Ortak Platformu insan hakları savunucularının faaliyetlerini güvenli bir ortamda sürdürmesi ve kamusal alanda meşruiyetlerinin arttırılmasını sağlamak için kamu yönetiminin algısını değiştirmeyi hedeflemektedir. İnsan hakları savunucularının konumunu ve faaliyetlerini güçlendirmek üzere bir dizi çalışma gerçekleştiren İHOP, hak savunuculuğu yapan sivil toplum kuruluşlarının birbirleriyle ilişkilenmesini kolaylaştıracak paylaşma toplantıları ve eğitim programları düzenlemiş, ortak çalışma alanları oluşturmuştur.

İnsan Hakları Savunucularına Yönelik Keyfi Tutuklamaya Son Verin!

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Kadın Koalisyonu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Yurttaşlık Derneği

Ortak Açıklama 14 Ağustos 2017

For english versionhttp://www.ihop.org.tr/enihop/?p=710
Temel meseleleri, insan hak ve özgürlükleri, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insani güvenliği savunmak olan 10 insan hakları savunucusu, içinde bulunduğumuz ortamın ortaya çıkardığı ve insan hakları savunucularının çalışmalarını doğrudan etkileyen tehdit ve riskleri anlamak, bu risklere karşı donanımlarını artırmak, kendilerini, yaptıkları çalışmaları ve birlikte çalıştıkları hak öznelerini dijital ve sanal ortamın tehditlerinden korumak için açık ve şeffaf bir ortamda, insan hakları örgütlerinin bilgisi, onayı ve inisiyatifleri ile İnsan Hakları Ortak Platformu’nun bir etkinliği olarak gerçekleştirilen toplantının dördüncü gününde, İstanbul Adalar Başsavcılığının talimatıyla 5 Temmuz 2017 sabah saatlerinde gözaltına alınmalarıyla başlayan ve 8’inin tutuklu ikisinin adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasıyla devam eden sürecin üzerinden 40 gün geçti. Bu sürece ilişin bilgiler ekteki Bilgi Notunda sunulmuştur.Bilgi notu II_14082017
Türkiye, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin insan hakları sözleşmelerinin yükümlülüğü altında olan ve TC Anayasasının 90. Maddesi gereğince de bu yükümlülükleri yerine getirme zorunluluğu olan bir Devlettir. İnsan hakları savunucularına yönelik olarak, bir gizli tanığın ifadesinden hareketle, elinde herhangi bir delil bulunmadan keyfi olarak gerçekleştirilen uzun gözaltı süreci ve ardından gelen keyfi tutuklama kararları, Olağanüstü halde dahi kısıtlanamayacak insan hak ve özgürlüklerini tanımlayan TC Anayasasının 15. Maddesini ve 90. Maddesini ihlal etmektedir. Keyfi olarak tutuklu bulunan insan hakları savunucusu arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Soruşturma sürecinde insan hakları ihlâllerinin önlenmesi, delillerin zamanında ve usulüne uygun toplanması, kişi ve kurumların mağdur edilmemesi ve daha da önemlisi, toplumun yargıya olan güveninin tesisi için soruşturma işlemini yürüten Cumhuriyet savcılarının bu hususlarda azamî ölçüde hassas davranması gerektiğini, Hâkimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulu’nun B.03.1.HSK.0.70.12.04- 010.06.02-135-2011 Sayılı ve 10 No’lu ve 18.10.2011 tarihli genelgelerinde yer aldığını hatırlatmak isteriz.

Ulusal mevzuat ve uluslararası insan hakları hukuku bir suçla itham edilen bireyin görevli ve yetkili bir mahkeme tarafından her türlü şüpheden uzak bir şekilde suçlu olup olmadığına dair verdiği bir hükme kadar bu kişinin maddi ve manevi varlığının her türlü haksız saldırıdan korunması gerektiğine işaret eder. Kolluk ve savcılıktaki usul işlemlerini kapsayan soruşturma evresinin “gizli” olmasının temel nedeni de şüphelinin adının kötüye çıkmasını önlemek, şeref ve haysiyetini korumaktır. Ancak bu koruma gerçekleşmemiştir.
Arkadaşlarımızın gözaltına alındığı günden itibaren yazılı ve görsel medyada belirli medya kuruluşlarınca hiçbir biçimde gerçek olmayan, adeta bir takım senaryolar üzerinden hareketle, gerek soruşturmayı yürüten savcılık makamı, gerekse de kamuoyu yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu yayın kuruluşları savunma avukatlarının dahi erişemediği ve bırakalım tutuklanma nedeni olmayı, kesinlikle suç delili bile sayılamayacak bazı dokümanları, “ele geçirilen belgeler” olarak yayınlamış ve her gün yeni bir senaryo üreterek gerçekleri çarpıtmıştır. Bunları yapanlara karşı herhangi bir tedbir alınmamış, yapılan tekzipler sonuçsuz kalmıştır.
Son derece yasal ve açık bir eğitim toplantısının kasıtlı bir biçimde kriminalize edilmesi, bu toplantıya moderatör ve katılımcı olarak katılanları sürekli olarak suçlu gösterme gayreti, hukukun bütün ilkelerini ve değerlerini ortadan kaldırmaktadır. İlgili makamların bu duruma seyirci kalması kabul edilemez bir durumdur.
Biz insan hakları örgütleri olarak bu duruma seyirci kalmayacağımızı ve gerekli önlemlerin alınması için ulusal ve uluslararası hukuki süreçlere başvuracağımızı kamuoyu ve yetkililere duyururuz.
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Kadın Koalisyonu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Yurttaşlık Derneği
Bilgi Notu:Bilgi notu II_14082017

GÖZALTINDAKİ İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI VE KATILDIKLARI FAALİYETE DAİR BİLGİ NOTU

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Yurttaşlık Derneği
11 Temmuz 2017
Çeşitli insan hakları kuruluşlarından temsilciler, zorlu koşullar altında yürüttükleri insan hakları savunuculuğu çalışmalarını daha güvenilir, sağlıklı, güvenli ve etkin hale getirmek için bilgi ve tecrübe alışverişinde bulunmak üzere 2 Temmuz 2017 Pazar günü beş günlük bir çalışma için İstanbul Büyükada’da bir araya gelmiştir. 5 Temmuz Çarşamba günü, sabah saat 10 sularında bir ihbar olduğu iddiasıyla polis tarafından baskın yapılmış ve çalışmaya katılan insan hakları savunucuları Veli Acu, Özlem Dalkıran, Nalan Erkem, İdil Eser, Ali Gharavi, Günal Kurşun, Şeyhmus Özbekli, Peter Steudtner, Nejat Taştan, İlknur Üstün gözaltına alınmıştır.
Gözaltı sürecinde yaşananlar aşağıda özetlenmiştir:

  • Baskın sırasında el konulan bilgisayar, cep telefonları ve sair bilişim cihazının el konulduğu sıradaki mevcut içeriklerini (imajlarını) tespit etmeye yönelik hiçbir işlem yapılmamıştır.
  • Polis insan hakları savunucularının gözaltına alındığına dair kimseye bilgi vermemiş, yakınlarına veya avukatlarına haber vermelerine de izin vermemiştir.
  • Gözaltına alınmış oldukları 5 Temmuz akşam saatlerinde şans eseri ortaya çıkmıştır. Gözaltı tutanağında gözaltına alınma saati 14:30 olarak gözükmektedir.
  • Gece yarısına doğru, gözaltına alınanlardan sekizinin Anadolu yakasındaki farklı karakollara ikişerli gruplar halinde dağıtıldığı söylenmiş, ancak tam olarak nerede tutuldukları açıklanmamıştır.
  • Gözaltına alındıktan yaklaşık 30 saat sonra, 6 Temmuz Perşembe günü 14:30 sularında, yakınlarına haber vermeleri için nihayet izin verilmiştir.
  • Büyükada’da tutulmaya devam eden iki insan hakları savuncusu dışında, diğer arkadaşlarımızın hangi karakollarda tutuldukları, hangi isnatla gözaltına alındıkları ve dosya üzerinde kısıtlama kararı bulunduğu ancak o saatten sonra öğrenilebilmiştir.
  • Kısıtlılık kararı sebebiyle, avukatlar, isnat edilen suçlama hakkında karakollarda şifahi ve yazılı bir bilgi alamamışlar, ziyaretleri için hazırlanan tutanaklarda “terör” ibaresinin yazıldığını tespit edebilmişlerdir.
  • Gözaltı süresi, yedi gün olarak tesbit edilmiş ve bu süre resmi kayıtlara göre 5 Temmuz saat 14:30’dan itibaren işlemeye başlamıştır.
  • Halen de, soruşturma dosyasının üzerinde gizlilik (kısıtlılık) kararı bulunmaktadır. Dolayısıyla, insan hakları savunucularının, gözaltına alınmalarına gerekçe olacak hangi kanıtlarla, ne tür bir suç isnadıyla gözaltına alındıkları belli değildir.
  • Yedi günlük gözaltı süresinin uzatılmaması durumunda, gözaltına alınan arkadaşlarımız en geç 12 Temmuz Çarşamba günü 14:30’dan önce ifade ve savunmaları üzere adliyeye sevkleri beklenmektedir.

Dosyada gizlilik kararı bulunmasına rağmen, sosyal medya ve merkez medyada, gözaltına alınanlara karşı masumiyet karinesi ve gizlilik kararı apaçık ihlal edilerek ve iftira suçu işlenerek fütursuzca bir karalama kampanyası yürütülmektedir. Birtakım medya organları, yıllardır tüm çalışmaları meşru ve aleni olan, yasal kurumlar çerçevesinde faaliyetler yürüten insan hakları savunucularının “casusluk” yaparak hükümete karşı bir komplo kurmak amacıyla gizli olarak toplandıklarına dair yalan ve temelsiz ithamları gözaltına alındıkları günden itibaren her gün ısrarla sürdürmektedirler.[1]
 Bu bilgi notu, tümüyle meşru ve yasal olarak düzenlemiş bulunan bu toplantının arka planını, amacını, katılım profilini ve içeriğini anlatmak üzere hazırlanmıştır.
Toplantının Arka Planı ve Gerekçesi: İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ve Yurttaşlık Derneğinin kurucusu ve üyesi olduğu İnsan Hakları Ortak Platformu’nun (İHOP) 7-9 Nisan 2017 tarihinde Antalya’da düzenlediği olağan, yıllık paylaşma ve planlama toplantısında, insan hakları savunucularının güçlendirilmesine yönelik olarak bir dizi eğitim seminerinin gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştı. İnsan hakları savunusunu güçlendirmeye yönelik çalışma ve yayınlar, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de yapılmaktadır. Bu minvalde İHOP, İHOP’un kurucusu ve üyesi olan kurumların, hak temelli çalışan sayısız kuruluşun birçok çalışması bulunmaktadır.
İnsan hakları savunucularının çalışma, iletişim ve bilişim güvenliği alanında kapasitelerinin arttırılması son dönemlerde sadece Türkiye’de değil, dünyada da çok yaygındır. Günümüzdeki hızlı ve yoğun iletişim çağında, bu ihtiyaç sadece insan hakları alanına mahsus olmayıp, hemen her sektörde çalışmalarını titizlik ve güvenilirlikle ve güven içerisinde yürütmeye özen gösteren tüm kişi ve kuruluşlar bakımından giderek önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, insan hakları savunucuları, bağlı bulundukları ilkelere hassasiyetle sadakati gereği, gerçek dışı ve manipülatif bilgi ve haberler konusunda tedbirli olmak, çalışmalarını sağlıklı, güvenilir ve etkin şekilde sürdürmek konusunda yetkinliklerini arttırmaya önem vermektedirler. İnsan hakları kurumları da çalıştıkları ve haklarını savundukları kişilerle ilgili (mültecilerden şiddete uğramış kadınlara, istismar edilmiş çocuklardan işkence mağdurlarına) şahsi, hassas bilgileri özenle koruma mesuliyetini de taşımaktadırlar. Bu durum onların dijital dünyanın tehdit ve risklere karşı tedbirli davranmasını gerektirmektedir. İnsan hakları alanında faal kişi ve kurumlar,  çalışmalarının bütüncül manada güvenilirliğini ve güvenliğini sağlamaya yönelik olarak, muhtelif eğitim ve kapasite geliştirme çalışmaları da yürütmektedirler. Nitekim söz konusu atölye çalışması da, bu minvalde düzenlenen birçok çalışma ve yayın gibi, zorlaşan şartlar karşısında insan hakları savunusunun salimen sürdürülebilmesini, hak savunucuları ve savunulan kişilerin güvenliğini koruyarak desteklemeyi öngörmekteydi.
Türkiye’de dijital güvenlik konusu daha çok tüketicinin haklarının korunması doğrultusunda gelişmiştir. Tüketicilere yönelik olarak geliştirilmiş bu birikimin hak temelli örgütlerin ihtiyacını karşılamaktan çok uzak olduğu da bir gerçektir. Hak temelli örgütler ise, çalışmalarını, günümüz dijital iletişim çağında şart haline gelmiş olan web ve iletişim güvenliğinden, tekil insan hakları savunucusunun esenliğinin sağlanmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede, yani bütüncül bir yaklaşım perspektifiyle güçlendirmek ihtiyacı içindedirler. Nitekim dünyanın her yerinde insan hakları örgütleri de dâhil olmak üzere sivil toplum alanının her kesiminde ve ayrıca hassas gruplara hizmet veren kamu kurumlarınca da bütüncül perspektifteki bu tür kapasite arttırma çalışmalar günden güne artmaktadır.
Kaldı ki, Türkiye Hükümeti de günümüz teknolojisinin dijital güvenlik ve veri güvenliği konusunda karşımıza çıkarabileceği risklere yönelik tedbir almak amacıyla 2016 yılında Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısını TBMM’ye sunmuş ve tasarı 24 Mart 2016 tarihinde kanunlaşmıştır. Hükümetin tasarıda yer verdiği genel gerekçe[2], çağımızda insan haklarının korunması bilincinin gelişmesine paralel olarak, verilerin korunmasının da önemini belirterek bilgilerin istismar edilme riskine karşı veri güvenliği konusunda tedbir almanın ne kadar elzem olduğunu vurgulamıştır. Hem özel sektör hem de kamu kurumlarının farkında olduğu ve tedbir aldığı bu risklere karşı, sivil toplum örgütlerinin de güvenliklerini sağlayacak girişimlerde bulunması normaldir.
Toplantının Düzenlenme Süreci: Çalışmanın hazırlıkları, İHOP toplantısının ardından iki hafta sonra başlatıldı. Faaliyet, katılımcıları davetle belirlenen bir toplantıda uyulması gerekli kanun ve mevzuata tamamen uygun bir şekilde gerçekleştirildi. Hazırlıklar, İHOP’un anılan toplantısında öngörülen çerçevede, toplantıya katılan üyelerimizin bilgisi dahilinde ve gönüllülük temelinde inisiyatif ve sorumluluk alan arkadaşlar tarafından yürütülmüştür.
Bu itibarla, toplantının ana amacı doğrultusunda, yani insan hakları örgütleri bünyesinde bu bütüncül yaklaşım kapasitesinin oluşturulabilmesi için, atölye çalışmasında kolaylaştırıcılık konusunda destek almak üzere, Türkiye ve uluslararası insan hakları camiasının yakından tanıdığı, konusunda muteber, yetkin ve güvenilir seçenekler değerlendirildi. Bu alanda faaliyet gösteren Frontline Defenders, ve aynı şekilde, bir çok saygın örgütte çalışmış, ilgili alanda tecrübeli, itibarlı, bağımsız uzman ve danışmanlardan böyle bir çalışmaya destek verebilecek kimlerin uygun olduğu istişare edilerek değerlendirildi.
Değerlendirmeler ışığında, kolaylaştırıcılık görevi için, Yurttaşlık Derneği’nin (o zamanki adıyla Helsinki Yurttaşlar Derneği – hYd) 2000-2004 yılları arasında yürüttüğü İnsan Hakları Mücadelesinde Yeni Taktikler Projesi’nden beri tanıya geldiği ve kolaylaştırıcılığından yararlandığı, ve bunlara ek olarak zaman planlamasını bizim hazırlıklarımıza göre değiştirebilecek olan Ali Gharavi ve bilhassa zor zamanlarda stresle baş etme konusunda derin tecrübeye sahip Peter Steudtner ile çalışılmasına karar verildi. Özgeçmişlerine ilişkin daha ayrıntılı bilginin ekte sunulduğu bu iki uzmandan Ali Gharavi, 2004 yılında Center for Victims of Torture ve hYd işbirliğinde Ankara’da gerçekleştirilen ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Tanıtım Fonu’nun da 300 bin USD tutarında eş-finansman desteği sağladığı İnsan Hakları Mücadelesinde Yeni Taktikler Uluslararası Sempozyumu’nu düzenleyen çekirdek ekibin Bilişim Teknolojileri (IT) uzmanlığını da yapmıştır. Bütüncül yaklaşım çerçevesinde birbiriyle ilişkili farklı konular içeren ve bir kısmı da eğiticilerin eğitimine ayrılan 5 günlük kapasite geliştirme çalışmasının gerektirdiği üzere, programa eş kolaylaştırıcı olarak Peter Steudtner’in katılması kararlaştırılmıştır. Steudtner, bilhassa şiddetsizlik ve insan hakları savunucularının ve faaliyetlerinin esenliği alanında Filistin, Angola ve Mozambik’ten hak örgütleriyle çalışmalar yürütmüş, Ali Gharavi ile birlikte insan hakları savunucularına destek veren sivil inisiyatifin içinde yer almaktadır.
Sonuçta bu eğitim, dünyanın herhangi bir yerinde düzenlenecek olsaydı, ki bu pek çok kez gerçekleşmiştir, Ali Gharavi ve Peter Steudtner, kolaylaştırıcı olarak yine başvurulacak insan hakları savunucusu uzmanlar arasında sayılmaktadır. İhtiyaç duyan insan hakları savunucusu kişi ve kurumlara ve hak temelli çalışan sivil toplum örgütlerine, kendi özgün uzmanlıkları çerçevesinde destek ve kolaylaştırıcılık sağlamaktadırlar. Kolaylaştırıcılık desteği verdikleri her türlü çalışmada, aşağıdaki etik ilkelere bağlı olarak çalışır ve katılımcıların da aynı ilkelere bağlı kalmasını beklerler. Bu ilkeler, insan haklarına saygı; şiddetsizlik (non-violence); zarar vermemek (Do No Harm); çalışmalarında kolaylaştırıcılık rolü üstlendikleri insan hakları savunucularının ve örgütlerinin herhangi bir biçimde örgütsel yapıları veya çalışma gündemlerine yön vermemek ve müdahalede bulunmamak ve kolaylaştırıcılık desteği sunulan kurumların ve etkinliklerin, faaliyetin gerçekleştirildiği ülkenin yasalarına riayet etmektir.
Nihai Katılımcılar: Atölye çalışması olarak planlanan bu toplantı, öncelikli olarak İHOP’un kurucusu ve üyesi olan kuruluşlardan katılımı öngörmüştür. Katılabilecek ve katılamayacak olanların tespitiyle, hak temelli çalışan sair sivil toplum örgütlerinden de az sayıda davetle katılımcılar belirlenmiştir.
Türkiye’nin en köklü insan hakları örgütleri arasında yer alan ve hak ve özgürlükler, barış, demokratikleşme, çoğulculuk alanlarında hem Türkiye’de hem de uluslararası düzeyde çalışan Yurttaşlık Derneği’nden (eski adıyla Helsinki Yurttaşlar Derneği) avukat Nalan Erkem ile aynı zamanda Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesinin kurucusu ve eski koordinatörlerinden olan Özlem Dalkıran;
Bağımsız kadın örgütlerinin oluşturduğu bir platform olan Kadın Koalisyonunun koordinatörü, yine Avrupa Kadın Lobisi Türkiye koordinatörü ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yayınları ve çalışmalarıyla tanınan İlknur Üstün;
Uzun süredir sivil toplum alanında profesyonel olarak çalışan ve son olarak 2016 yılından beri Uluslararası Af Örgütü Türkiye direktörlüğünü yapan İdil Eser;
Her türlü şiddeti kategorik olarak reddeden İnsan Hakları Gündemi Derneği Yönetim Kurulu Üyeleri Günal Kurşun ve Veli Acu;
Türkiye İnsan Hakları Vakfı kurucularından ve halen ayrımcılığın önlenmesi, insan hakları ve farklılıklara saygının geliştirilmesi ve demokratik bir toplumun yaratılması için izleme ve raporlama çalışmaları yürüten Eşit Haklar İçin İzleme Derneği Koordinatörü Nejat Taştan;
Mazlum-Der’in eski üyelerinden ve şimdi Hak İnisiyatifi bünyesinde Diyarbakır’da çalışmalar yürüten stajyer avukat Muhammed Şeyhmus Özbekli.
Tarihin Belirlenmesi: Bu çalışmaya katılmak isteyenlerin kendi faaliyet takvimleri arasındaki uyumsuzluklar ve Ramazan Bayramı nedeniyle, Haziran ayında yapılması arzu edilen toplantı Temmuz ayı başına ertelenmiştir. Yaz aylarının çalışmaya uygun olmaması ve daha uzun bir ertelemeye mahal vermemek için, nihayetinde 2-7 Temmuz tarihleri üzerinde uzlaşılmıştır.
Çalışma Yerinin Belirlenmesi: Faaliyetin gerçekleştirileceği yer seçiminde hem maliyet, hem ulaşım kolaylığı hem de programın içeriğine uygun olarak stresten ve trafikten uzak olması değerlendirilmiştir. Bolu, İstanbul merkezi ve Şile gibi çok sayıda seçeneğin arasından katılımcıların da talebiyle Büyükada seçilmiştir. Toplantı organizasyonunun Büyükada’da yapılmasının yukarıdakilerden başkaca özel hiçbir nedeni olmadığı gibi, Büyükada’da toplantı yapmakta herhangi bir sakınca olacağı düşünülmemiştir.
Kaynak sağlanması: Örgütlerin öz kaynakları yeterli olmadığı, proje sözleşmeleriyle bağlı kaynakların da proje dışı faaliyetlerde kullanılması mümkün olmadığından, bu çalışmanın masraflarının karşılanması için kaynak arayışına girilmiştir. Katılacak uzman kolaylaştırıcılar bu kaynak için uluslararası bir kalkınma kuruluşu olan HIVOS’a[3] başvurabileceklerini belirtmişler ve bu kabul görmüştür. HIVOS bu kaynağı uygun harcama belgelerinin ibrazı ve incelenerek kabulü sonucunda sağlamayı kabul etmiştir.
Toplantının ilk iki günü: Üçüncü gününde polis baskını düzenlenen toplantının ilk iki gününde, özellikle son iki yılda ülkede tanık olduğumuz şok edici ve şiddetin tırmandığı ortamın insan hakları savunucuları üzerindeki etkileri ve savunucuların bununla nasıl baş edebilecekleri konusu aynı zamanda sosyal psikolog olan Peter Steudtner tarafından, sivil toplum örgütlerinin web siteleri üzerinde yaygınlaşan nefret temelli saldırılar karşısında web güvenliğinin nasıl sağlanacağı da Ali Gharavi tarafından ele alınmıştır.
[1]      Bu konuda çıkan spekülatif haberler için bkz. http://www.aksam.com.tr/guncel/buyukadada-2-gezi-toplantisi/haber-640432 ve http://www.aksam.com.tr/guncel/ii-gezi-icin-harita-uzerinde-plan/haber-640696.
[2]      Bakanlar Kurulu’nun 4 Ocak 2016’da kararlaştırdığı ve 18 Ocak 2016 tarihinde TBMM’ye sunulan Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı ve gerekçe için bkz. https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem26/yil01/ss117.pdf.
Ayrıca kanun metni için bkz. http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6698.pdf
[3]      Hivos hakkında detaylı bilgi için bkz. https://hivos.org/

İnsan hakları savunucularının Büyükada’da katıldıkları toplantıya ilişkin asılsız haberler hakkında açıklama ve tekzip

İdil Eser (Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü), İlknur Üstün (Kadın Koalisyonu), Nalan Erkem (Yurttaşlık Derneği), Özlem Dalkıran (Yurttaşlık Derneği), Günal Kurşun (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Veli Acu (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Nejat Taştan (Eşit Haklar İçin İzleme Derneği), Şeyhmus Özbekli (Hak İnisiyatifi), Ali Gharavi (atölye kolaylaştırıcısı), Peter Steudtner’den (atölye kolaylaştırıcısı) oluşan sekiz insan hakları savunucusu ve iki kolaylaştırıcının 5 Temmuz’da gözaltına alınmasının ardından, 5 ve 7 Temmuz 2017 tarihleri arasında çeşitli basın organlarında çıkan, Büyükada’da “gizli” bir toplantı yapıldığı yönünde haberler asılsızdır ve gerçeği hiçbir şekilde yansıtmamaktadır.
İnsan hakları savunucuları Büyükada’da rutin, insan hakları savunucularının savunuculuk yapmalarına yardımcı olacak bir destekleme ve bilgilendirme çalışma toplantısına katılmıştır. Çalışma toplantısında, isimleri yukarıda belirtilen insan hakları örgütlerinden sekiz katılımcı ve iki atölye kolaylaştırıcısı yer almıştır. Toplantıda herhangi bir kanuna aykırılık olmadığı gibi, katılımcıların gözaltına alınmalarını gerektirecek herhangi bir suç fiili de bulunmamaktadır.
Çeşitli mecralarda yayımlanan haberlerde ayrıca Gezi eylemlerine göndermelerde bulunularak kitlesel gösterilerin planlandığı ima edilmiş ve Ankara’dan İstanbul’a doğru düzenlenen “Adalet Yürüyüşü” ile bağlantılar kurulmuştur. Herhangi bir kaynak belirtilmeden ve somut bilgiye dayanmadan ortaya atılan bu iddialar tamamen uydurmadır.
Ayrıca, haberlerde iddia edildiğinin aksine insan hakları savunucularının gözaltına alınmasına gerekçe gösterilebilecek en ufak bir delil sunulmamıştır. Haberlerde yer alan iddialar ne hukuki olarak kabul edilebilir niteliktedir ne de mantıkla bağdaşmaktadır. Bu haberleri hazırlayanların gerçeği aktarmaktan ziyade, yapılan hukuksuz gözaltılara bir kılıf uydurarak Türkiye hükümetinin sivil topluma uyguladığı baskıyı haklı çıkarmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Gözaltına alınan ve karalanmaya çalışılan kişiler kamuoyu tarafından tanınan ve yıllardır insan hakları alanındaki çalışmalarıyla bilinen son derece saygın insan hakları savunucularıdır. En temel hukuk kurallarının işlediği bir ülkede derhal serbest kalmaları gerekmektedir.
Asılsız iddiaları ve suçlamaları haber olarak sunan ve yayımlayan kişi ve kurumlarla ilgili en kısa zamanda hukuki yollara da başvuracağımızı bildirir, kamuoyunun ilgisine saygıyla sunarız.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Yurttaşlık Derneği 
İnsan Hakları Gündemi Derneği 
Kadın Koalisyonu
Hak İnisiyatifi
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği

İnsan hakları savunucusu arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır!

İnsan Hakları Savunucuları Nalan Erkem, İlknur Üstün, İdil Eser, Özlem Dalkıran, Günal Kurşun, Veli Acu, Şeyhmuz Özbekli, Nejat Taştan, Ali Gharavi ve Peter Steudtner derhal Serbest Bırakılmalıdır!
İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ve Yurttaşlık Derneğinin kurucusu ve üyesi olduğu İnsan Hakları Ortak Platformu’nun 7-9 Nisan 2017 tarihinde yaptığı paylaşma toplantısında, insan hakları savunucularına yönelik olarak bir dizi eğitim semineri gerçekleştirilmesi için almış olduğu ortak bir karar sonucu;
2-7 Temmuz tarihleri arasında İstanbul Büyükada’da eğitim semineri gerçekleştirmek için bir araya gelen 8 insan hakları savunucusu ve 2 uzman dün (5 Temmuz 2017) öğleden önce gözaltına alındılar. Seminer, insan hakları savunucularının özellikle olağanüstü dönemlerde hak savunuculuğuna devam edebilmelerini sağlayacak tekniklerin ve becerilerin kazanılmasına yönelik bir içerikle düzenlenmiştir.
Önce Büyükada Polis Karakolu’nda tutulan insan hakları savunucuları, savcılığın verdiği kısıtlılık kararı sonucu avukatlarına, ailelerine ve arkadaşlarına haber vereme hakkından yoksun bırakıldılar. Arkadaşlarımızın gözaltına alındığını, saatler sonra, akşam 21.14’te tesadüfen öğrenebildik. Ve yine bu kısıtlılık kararı nedeniyle insan hakları savunucusu arkadaşlarımızın akıbetlerini, hala Büyükada’da tutulup tutulmadıklarını, sevk edildilerse nereye gönderildiklerini öğrenemiyoruz. İnsan hakları savunucularının gözaltına alındığının aileleri dâhil hiç kimseye bildirilmemesi, soruşturmada kısıtlılık kararı olması nedeniyle bilgi alınamaması, söz konusu göz altıların OHAL hukukunu da aşacak biçimde “gözaltında tecrit (incommunicado detention)” karakteri taşıdığını göstermektedir.
Gözaltına alınan arkadaşlarımızın insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi için gösterdikleri olumlu çabaların tanığıyız. Daha önce de defalarca vurguladığımız gibi, insan haklarını savunmak temel bir insan hakkıdır.
Keyfi bir şekilde gözaltına alınan insan hakları savunucularının nerede tutuldukları ve haklarındaki suçlamayla ve durumlarıyla ilgili bilgi ailelerine, yakınlarına ve avukatlarına bildirilmelidir. Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukuk normlarına göre, OHAL keyfî değil aksine hukukî bir rejimdir ve bir dizi temel (çekirdek) haklar hiçbir şekilde sınırlanamaz. Dolayısıyla gözaltına alınan insan hakları savunucularının bu nitelikteki başta yaşam hakkı olmak üzere, işkence ve onur kırıcı muamele yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarına sonuna kadar saygı gösterilmelidir.

İnsan hakları savunucusu arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır!

İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği,

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi,

Yurttaşlık Derneği, Eşit Haklar için İzleme Derneği,

Hak İnisiyatifi, Kadın Koalisyonu, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi,

Türkiye İnsan Hakları Vakfı, KAOS-GL Derneği,

Pembe Hayat  LGBTT Dayanışma Derneği

Venedik Komisyonu'nun Sulh Ceza Hakimlikleri Hakkında Görüşü

Avrupa Konseyi’nin anayasal danışma organı Venedik Komisyonu, Mart 2017’de Türkiye’deki Sulh Ceza Hakimliklerinin görevleri, yetkileri ve işlevi hakkında bir görüş yayımladı. Sulh ceza hakimliklerinin yargı sistemi içerisinde neden olduğu sorunlara ışık tutarak tavsiyelerde bulunan görüş, Komisyonun 110. Genel Kurul toplantısında kabul edilmiştir.
Sivil Düşün AB Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından tercüme edilen metne şuradan ulaşabilirsiniz:
Venedik Komisyonu’nun Sulh Ceza Hakimliklerine ilişkin Görüşü
Görüşün İngilizce orjinali için tıklayınız.
 

Türkiye'de Belediye Başkanlarının Durumuna ilişkin Rapor

Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi, 29 Mart 2017’deki oturumunda Türkiye’de belediye başkanları ve belediye meclis üyelerinin durumuna ilişkin bir raporu kabul etti. Anders Knape ve Leendert Verbeek’in hazırladığı, özellikle seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanması ve yerlerine merkezi yönetim tarafından ‘kayyım’ atanmasına odaklanan rapor 2016’da yapılan iki inceleme ve bilgi toplama ziyaretini kapsamaktadır.
Raporla birlikte, Kongrenin 32. oturumunda Türkiye’yle ilgili kabul edilen tavsiye kararı Sivil Düşün AB Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından tercüme edilmiştir:
Türkiye’de Yerel Düzeyde Seçilmiş Temsilcilerin Durumuna ilişkin Rapor ve Tavsiye Kararı
Kararın ve raporun İngilizce orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.