Uluslararası Af Örgütü 8 Mart eylemindeydi

Dünya kadınlarının  özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesinde önemli bir yeri olan dünya kadınlarının birlik, dayanışma ve mücadele gününün ilanının  üzerinden 100 yıl geçti. İlk uluslararası kutlaması 1911 yılında yapılan dünya kadınlar gününün 8 Mart’ta yapılmasının öyküsü 19. yüzyıl ortasında kadın tekstil işçilerinin verdiği eşit işe eşit ücret, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve iş saatlerinin kısaltılması mücadelesine dayanır.

8 Mart 1857’de bu taleplere greve giden kadın tekstil işçilerine polis saldırmıştı. Destekçilerle grevcilerin bağını kesmek için patronun adamları ve polis fabrikanın kapılarını kadın işçilerin üzerine kilitlemiş ve çıkan, nedeni hâlâ aydınlatılamamış, “faili meçhul” yangında 129 kadın işçi hayatını kaybetmişti. 8 Mart günü bu nedenle, 1910 yılında 2. Uluslararası Kadın Kongresinde Clara Zetkin’in önerisiyle, dünya kadınlarının dayanışma ve mücadele günü olarak kabul edildi.

Amerikalı kadın işçilerin bu mücadelesi, kadının emeğini gasp eden, değersizleştiren, kadının varlığını hiçe sayan, kadını insanca koşullarda yaşamaya ve çalışmaya layık, doğuştan gelen hakları olan bir özne olarak görmeyen (ayrımcı, cinsiyetçi) bir sisteme, “uygarlık” tarihi kadar eski bir (erkek egemen) düzene karşı örgütlü bir başkaldırı, emeğini, varlığını, bizzat kendini sahiplenmeydi. Bu niteliğiyle de tüm dünya kadınlarının çeşitli düzlemlerde ve tarihin farklı dönemlerinde kendini içinde bulduğu, mücadelesini özdeşleştirdiği evrensel bir duruş olabildi.

Tarihsel süreç içinde bunlara yeni gündemlerimiz eklendi ama emeğimizi, varlığımızı, kendimizi sahiplenme mücadelemiz hep devam etti. Biz bu çerçevede, kadın cinayetlerini, iyice yaygınlaşan fuhuşa zorlama, taciz ve tecavüz olaylarını, çocuklara yönelik cinsel şiddeti, hükümetin Kürt sorunundaki militarist, inkarcı, tekçi, asimilasyoncu, savaş kışkırtıcı tutumu nedeniyle bir türlü dışına çıkamadığımız savaş halini, kadın siyasetçilerin ve seçilmişlerin siyaset ve kadın mücadelesi yapmasını engelleyen, demokratik siyaset alanını tıkayan tutuklamaları, anadilde savunma hakkının engellenmesini, doğayı ve doğadaki tüm varlıkların yaşam alanlarını yok eden politikaları, tek dil, tek bayrak, tek millet, tek cins, tek kimlik politikalarını,  kadının yoksullaşmasını, Torba Yasayı gündemimize ekledik.

EMEĞİMİZ BEDENİMİZ KİMLİĞİMİZ BİZİMDİR

Erkek şiddetinin her gün en az beş kadını öldürdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Kadın katliamı bir cins kırımı gibi sürüyor. Erkek egemen sistem bu katliamın hem kaynağı, hem de devleti, ordusu, polisi, karakolu, yargısı, zihniyeti ile katillerin koruyucusu ve kollayıcısı.

Kadın cinayetleri AKP iktidarı sırasında yüzde 1400 arttı. Son on yılda 5000’den fazla kadın öldürüldü. Öldürülen kadınların katilleri de genellikle hayatlarındaki erkekler, kocalar, babalar, ağabeyler, sevgililer.

Biz kadınlar diyoruz ki: bu kitlesel vahşeti soğukkanlılıkla “adli vaka”lar, “münferit olay”lar olarak tarif eden, yüksek siyaset gündemine girmeye, müdahaleye değer bulmayan devlet, tüm kurumlarıyla bu katliamın suç ortağıdır.

Katlimizin “gerekçesi” kimi zaman sevişmek istemememiz, kimi zaman tuzluğu uzatmamamız, kimi zaman boşanma talebimiz, kimi zaman ters konuşmamız, kimi zaman “namus” bahanesi oluyor. Kısacası kadın başımızla itaat etmemeye, kendi irademizle hareket etmeye, kendimize ait isteklere sahip olmaya, herhangi bir konuda karar vermeye, farklı düşünmeye cüret ettiğimiz için öldürülüyoruz. Bütün bu saydıklarımızı bir erkek yapsa öldürülmeyeceği halde, biz kadın olduğumuz için öldürülüyoruz. Erkek egemen zihniyet, kendisine göre çizgi dışına çıkan kadını ölümle ve ölüm korkusuyla terbiye etme yöntemini yaygınlaştırıyor. Geçtiğimiz yıl kadınlar için bir varlık yokluk meselesi haline gelen bu saldırı ile mücadele, kadın gündeminin en önemli maddelerinden birini oluşturdu, önümüzdeki yıl da oluşturacak. Birçok ilde olaylar karşısında hızla tepki veren, kamuoyunu harekete geçirmeyi, hükümet üzerinde baskı oluşturmayı hedefleyen bağımsız dayanışma ve eylem platformları kurduk, raporlar hazırladık, takip merkezleri oluşturduk. Çözümümüz örgütlenme, dayanışma, mücadele ve teşhirdir. Kadın cinayetlerinin acilen müdahale edilip sonlandırılması gereken toplumsal bir sorun olduğunun herkes farkına varmak zorundadır. Bu duruma son verme, cinayetleri durdurma konusunda kararlıyız. Sabırlı olmayacağız. Haksız tahrik indirimini derhal kaldırmayanlar, kadınların şiddetten korunma taleplerini ciddiye almayanlar unutmasın, biz bu ülkenin yarısından fazlasıyız. Kadın cinayetlerinde tarafız; davalara müdahiliz. Münferit olaylarla değil toplu bir cinsiyetçi saldırıyla karşı karşıya olduğumuzun farkındayız. Kadını alınıp satılabilen, gereğinde çöpe atılabilen bir mal olarak gören erkek egemen zihniyetin ürünü olan, Kürt halkına karşı otuz yıldır yürütülen savaştan da beslenen bu toplumsal cinnet haline isyan ediyoruz.  Kendimizi mutlaka koruyacağımızı 8 Mart kürsüsünden hep birlikte ilan ediyoruz.

Kadına yönelik her türlü şiddetin temelinde cinsiyetçilik, ayrımcılık, iktidar, erkek egemenlik var. Kadınlar olarak maruz kaldığımız cinsel, fiziksel, ekonomik, psikolojik ve duygusal her türlü erkek egemen şiddete karşı mücadele ederken özünde aşağılanmaya, hiçleştirilmeye, kimliksizleştirilmeye, varlığı ile yokluğu belli olmayan emre amade gölgeler haline getirilmeye karşı mücadele ediyoruz. Yaygın kadın cinayetlerine kadar varmış olan bu durumun altında kadına karşı cinsel, fiziksel, psikolojik, vb. türlü şiddet çeşitlerinden birini veya birkaçını meşru gören, gerekçelerini tartışılabilir bulan, devletin bütün kademelerinden sokaktaki veya en yakınımızdaki erkeklere, sistemden tekil bireylere kadar bütün bir yaşam alanına sirayet etmiş erkek egemen anlayışın yattığını biliyoruz.

Mardin’deki N.Ç. davasında mahkemenin verdiği karar, Siirt’te, Pervari’de, Manisa’da ve genel olarak PİO ve YİBO’larda yaşananlar,

TBMM araştırma komisyonu üyelerinin tacizci tecavüzcü erkekler güruhunun iğrençliğini yumuşatmak istermişçesine söylemeye cüret ettiği, çocukların yoksulluktan kendi istekleriyle gittiği şeklindeki sözleri,

İzmir’de, Urfa’da, Trabzon’da, Ankara’da, Adana’da, Muğla’da, İstanbul’da ve bütün şehirlerde yaşanan toplu taciz ve tecavüz olayları,

Çocuk yaştakilere yönelik cinsel saldırılarda meydana gelen vahim artış,

Muhalif politika yapan arkadaşlarımıza yönelik polis taciz ve tecavüzleri,

“Ahlak” polisinin “ahlaksızlık”ları,

Artarak devam eden transkadın cinayetleri, eşcinsellere yönelik nefret cinayetlerinde haksız tahrik indiriminin istisnasız uygulanması,

Göçmen kadınlara yönelik polis taciz ve tecavüzü, devletin göçmen ev işçisi kadınlara şiddet, taciz, tecavüz ve intihar olarak yansıyan tutumu,

Prof. Orhan Çeker’in dekolte giyinen kadının taciz suçuna ortak olduğu fetvası,

AKP’li Rize Belediye Başkanı’nın Kürt kadınlarının kuma (köle) alma çağrısı,

Sabah gazetesi yazarları Emre Aköz ve Engin Ardıç’ın devrimcilere ve kadınlara açık küfür ve saldırı niteliğindeki köşe yazıları,

Medyanın kadınla
rla ilgili haberleri erkekleri kollayıcı, kadın cinayetlerini ve cinsel şiddeti meşrulaştırıcı dille vermesi,
Medyada ve siyaset alanında muhalif kadınlara ve özellikle Kürt kadın siyasetçilere yapılan açık cinsiyetçi saldırılar hep aynı zihniyetin cinsiyeti nedeniyle kadınlara yöneltilmiş şiddet eylemleridir. Doğrudan demokratik ilkelere aykırı olan, bir gruba karşı ayrımcılık içeren bu ifadeleri düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirmeyi reddediyoruz.

Kadına yönelik şiddete karşı  örgütleniyor,  dayanışma ağları örüyoruz. Bir yandan sistemle mücadele ederken bir yandan da şiddete uğrayan kadınlar için sağaltıcı, güvenli, özgür yaşam alanlarını nitelikli bir biçimde çoğaltmanın ve yaygınlaştırmanın yollarını mutlaka bulmayı önümüze görev olarak koyuyoruz. Hem kendi dışımızdaki alanlarda hem kendi yaşam ve mücadele alanlarımızda, taciz ve tecavüzde kadının beyanının esas alınmasını ve tacizin yarattığı yıkımı göz önüne alan, kadını kollayan ve koruyan bir tutum içinde olunmasını sağlamanın önemini biliyor, bunu ve adaletli bir çözümü güvence altına alacak mekanizma, yol ve yöntemler geliştirmek için tartışma yürütüp, çalışmaya girişmeyi önümüze görev olarak koyuyoruz.

KADIN CİNAYETLERİ POLİTİKTİR, KADIN CİNAYETLERİNİ DURDURACAĞIZ, KADIN KIRIMINA SON, CİNSİYETÇİLİĞE, AYRIMCILIĞA, IRKÇILIĞA HAYIR

Tüm toplumu cendereye sokan dayatmacı tek dil, tek bayrak, tek millet, tek kimlik, tek cins politikalarını reddediyoruz. Bütün kimliklerin, kendileri olarak, özgürce, eşitlik içinde yaşayabildiği, farklılıklara saygılı, kendi yaşamı ve geleceği üzerinde söz sahibi olduğu, merkeziyetçi hiyerarşilerden mümkün olduğu kadar uzaklaşmış; özgür, demokratik, cinsiyet eşitlikçi bir toplumda yaşamak istiyoruz. Dilsizleştirmeye, kimliksizleştirmeye karşı özgürlüklere, çok dilliliğe, anadilde eğitime, kültürlerimize sahip çıkıyoruz. Kadın ve özgürlük mücadelesi verdikleri, 8 Mart mitingleri örgütledikleri için tutuklanan, anadilde savunma yapma hakları engellenen kız kardeşlerimize selam yolluyoruz. Özgürlüklere sahip çıkanları, muhalif ve farklı görüş ifade eden, erkek devletin erkek sistemin normları dışına çıkanları tutuklayarak, gözaltına alarak susturma politikasına yeter diyoruz !

Özgürlüklerimizi, uygulamada cinsiyet eşitliğini güvence altına alacak, yapılmasında kadınların ve tüm kesimlerin söz ve irade sahibi olacağı, katılımcı yöntemlerle hazırlanmış özgürlükçü, demokratik, eşitlikçi yeni bir toplumsal sözleşme yapılmasını istiyoruz. Bu tartışmaların tam bir özgürlük ortamı içinde, cezai bağışıklık sağlanarak yürütülmesini zorunlu görüyoruz.

Otuz yıldır süren, şimdiye kadar elli bin cana mal olan, toprağı, suları, havayı zehirleyen, ağacı, bitkiyi, hayvanı, doğayı yok eden, milyonlarca Kürtü yersiz yurtsuz bırakan, insanımızı yoksullaştıran, hayatı hepimize zehir eden ve en ağır yükünü de başta Kürt kadınları olmak üzere biz kadınların çektiği savaşı bitirme ve Kürt sorununu siyasi, demokratik bir çözüme kavuşturma olanaklarını harcayan bu hükümeti lanetliyoruz. Savaş kışkırtıcısı hükümetin Kürt halkının mücadelesine yönelik siyasi ve askeri operasyonlarına dur diyoruz; toplu mezarların açılmasını, hakikat komisyonları kurulmasını, bu hakikat komisyonlarında kadınlara yönelik suçlarla ilgili özel bir bölüm oluşturulmasını bir zorunluluk olarak görüyoruz. Hükümeti işin ciddiyetine uygun davranmaya, zamana yayma yaklaşımını terk etmeye çağırıyoruz. Bu şirketler arası ticaret pazarlığı değildir; kâr zarar çıkar hesaplarını bırakın. Canlarımız, yaşamlarımız üzerine konuşuyor olmanızın sorumluluğunu ve ciddiyetini üstlenin.

1857’deki Amerikalı  kız kardeşlerimizden 150 yıl sonra, değersizleştirilen, yok sayılan emeğimize sahip çıkmaya, kadın olduğumuz için daha zor koşullarda çalışmak zorunda bırakılmaya, ucuz işgücü olarak kullanılmaya karşı çıkmaya, işgününün kısaltılmasını talep etmeye devam ediyoruz. Bu sistem kadını yoksullaştırıyor, yoksulluğu kadınlaştırıyor.

Ücretli bir işte çalışabilenlerimizin çoğu güvencesiz çalışıyor, sosyal güvence için yine kocaya ya da babaya bağımlı oluyoruz. Güvencesiz olmak hep daha ucuza, daha kötü koşullarda çalışmaya zorlanmamız, emeğimizin karşılığını alamamamız anlamına geliyor.

Ülkede yapılması gereken bütün işlerin üçte ikisini biz kadınlar yapıyoruz. Ücretli çalışsak da çalışmasak da evde tüm aile üyelerinin bakımı, beslenmesi, giydirilmesi, evin çekip çevrilmesi, yaşlılarla, çocuklarla, hastalarla ilgilenmek hepsi bizim tartışılmaz ve karşılıksız görev ve sorumluluğumuz kabul ediliyor. Çalışıyoruz ama emeğimiz görülmüyor, karşılığını alamıyoruz; hakkımız patronların ve erkeklerin cebinde kalıyor. Sağlığın paralılaştırılması güvencesizliğimizle birleşiyor biz kadınları sağlıksız yaşamaya mahkum ediyor. Torba Yasa yaşam koşullarımızı kötüleştiriyor: “Esnek çalışma” modeli hem kadının “kadın işlerine” ve eve mahkumiyetini tescil ediyor, hem de bu durumdan yararlanarak kadını çok düşük ücret karşılığında güvencesiz çalıştırıyor. Biz iş ve aile yaşamımızın uyumlulaştırma adına iç içe geçmesini değil, işgününün kısaltılmasını istiyoruz, daha yüksek ücretle, güvenceli çalışmak istiyoruz. Güvenceli, sendikal ve sosyal haklarla istihdam, teknik mesleki eğitim ve erkek işleri olarak bilinen işlerde kadınlara kota, kreş hakkı, ücretli-devredilemez babalık izni istiyoruz.

Paranın ve erkeğin iktidarı  canlı ve cansız bütün varlıkları ve değerleriyle doğayı  yok ediyor. Biz kadınlar, doğanın ve doğadaki tüm canlıların yaşam alanlarının yok edilmesine karşı da bir aradayız. Dağlarımız, ormanlarımız, derelerimiz, suyumuz, evlerimiz, mahallelerimiz talan ediliyor. Kentsel dönüşüm projesi adı altında, yaşam alanlarımız elimizden alınıyor. Başta kadınlar olmak üzere herkesin sağlıklı konut ve barınma hakkının sağlanmasını istiyoruz.

Çatışmalarda kullanılan ağır kimyasal silahların kirlettiği yer altı sularımızı, yakılan ormanlarımızı, barajlarla yok edilen yaşam alanlarını, toprağı, tarihi ve canlı türlerini geri istiyoruz.

Loç, Senoz, Aksu, İkizdere, Fındıklı, Fırtına, Papart, Yusufeli, Şavşat, Maçahel, Munzur, Allianoi, Bergama, Kaz Dağları, Hasankeyf, Dicle, Fırat, Dersim, Zap, Siirt, Şırnak, Cudi, Gabar…

Karadeniz, Ege ve Mezopotamya’nın vadileri, nehirleri, dağları, tarih ve kültür değerleri her yerde saldırı altında.  Direniş de her yerde.

Karadeniz’in kadınları  toprağına, suyuna, diline, kültürüne kısacası yaşamlarına sahip çıkıyor; vadilerinde, köylerinde, bahçelerinde isyan ediyorlar…  Ellerinde orakları, bastonları ve taşlarıyla yaşamı savunuyorlar. Onlara Kürdistan coğrafyasında ölüme direnen, Ege’de altın madenlerine karşı mücadele eden kadınlar ses veriyor.

Biz de bir kez daha ilan ediyoruz ki, doğamızın, ormanlarımızın, derelerimizin, dağlarımızın  özgürlüğü bizim de özgürlüğümüzdür.

8 Mart Kadınlar Gününde, cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, erkek egemen iktidara, şiddete ve sömürü düzenine karşı; kadının özgürlüğü ve kurtuluşu için, eşitlik ve barış için, doğayla uyum içinde yaşamak için tüm dünya kadınlarıyla birlikte sesimizi yükseltiyoruz.

Uluslararası Af Örgütü’nün 8 Mart eyleminden fotoğraflarına ulaşmak için tıklayın.