Gözaltında Kaybedilme: Kulp-Alacaköy Kayıpları

Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’ne bağlı Alacakaya Köyü’nün Kepir, Gurnik, Mezire, Pireş ve Şuşan mezralarında ve Muş’un Licik Mezrası’nda 8 Ekim-25 Ekim 1993 tarihlerinde Bolu Tugayı tarafından düzenlenen operasyonlarda gözaltına alındıktan sonra kaybolan 11 köylü ile ilgili açılan davaya 3 Şubat 2015 tarihinde saat 09:30’da Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edilecek.
tablo
 
9 Ekim 1993 tarihinde Muş ile Diyarbakır’ın Kulp ve Lice ilçeleri arasındaki bölgede gerçekleştirilen bir operasyonda Mehmet Salih Akdeniz, Celil Aydoğdu, Behçet Tutuş, Mehmet Şerif Avar, Hasan Avar, Bahri Şimşek, Mehmet Şah Atala, Turan Demir, Abdo Yamuk, Nusreddin Yerlikaya, Ümit Taş  gözaltına alınmış, kendilerinden bir daha haber alınamamıştı.
Diyarbakır’da açılan dava “Güvenlik” gerekçesiyle Ankara’ya nakledilmişti.
Dava Nakillerine İlişkin Görüşümüz
Dava nakilleri 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre yapılmaktadır. Anılan kurala göre: “(2) Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa, davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtaydan ister.”
Görüldüğü gibi nakil için karar üç merciin değerlendirmesinden geçmektedir. Davaya bakan Mahkeme, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi.
Sonuç olarak, bu iç merciinin iki hususa karar vermesi beklenmektedir:
a. Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılmasının kamu güvenliği için tehlikeli olduğuna
b. Bu tehlikenin adil yargılanmaya etkisinin, davanın yetkili ve görevli mahkemenin elinden alınmasından daha büyük olduğu.
Bir başka deyişle, burada yetkili mercilerden bir tartı işlemi yapması beklenmektedir. Kamu güvenliği tehdidi ile yetkili ve görevli mahkemede davanın görülmesinin getireceği fayda arasında bir değer tartısı yapılacaktır. Söz konusu dava bir ağır insan hakları ihlaline ilişkin olduğunda bu tartı işleminin önemi daha da artmaktadır. Şöyle ki; her davanın yetkili ve görevli mahkeme tarafından incelenmesi doğal yargıç ilkesinin bir gereğidir. Bunun yanında, ceza davalarında tarafların yakınlarının, olayın tanıklarının suçun işlendiği yerde bulunması, ifadelerin doğrudan davaya bakan yargıç tarafından dinlenilmesi, delillerin bizzat yargıç tarafından toplanması ve incelenmesi gibi faktörler adil yargılanma açısından hayati önemdedir. Bu nedenle, keyfi olarak bir dava bir yerden alınıp başka bir yere nakledilemez. Bu faydadan daha ağır basan risklerin varlığı gösterilmelidir. Ağır insan hakları vakalarında ise Devlete düşen ispat yükünün daha da ağırlaştığı belirtilmelidir. Ağır insan hakları ihlallerinde, bizzat mağdur yakınlarının davaya katılma hakkı gerek AİHM gerekse AYM kararları ile tanınmıştır. Bunun yanında, toplumun ve özellikle ihlallerin gerçekleştiği yerde yaşayanların hakikati bilme hakkı, davanın serencamını izleme imkanları ile hayata geçirilebilir. Davaların doğal yargıç güvencesinden kaçırılmaları halinde bu imkansız hale gelecektir.
Bugüne kadar, Türkiye’nin bütün kritik siyasi davaları kamu güvenliği gerekçesi ile başka illere aktarılmıştır. Nakil kararlarının hiçbirinde, ne yerel Mahkemenin ne Adalet Bakanlığı’nın ne de Yargıtay Dairesinin gerekçesi açık değildir. Dahası bu kararların hiçbirinde Yargıtay, yukarıda özetlediğimiz temel fayda çatışmasını tartışmış, bir tartı kurmuştur. Bu haliyle gerçek anlamda bir yargı kararının olduğunu söylemek bile güçtür. Kural Devletin adil yargılanmayı sağlayacak güvenliği tesis etmesidir. Bunu istisnası çok özel olaylarda ve somut delillere dayanan gerekçelerle davanın nakil edilmesidir. Kulp davası, yıllar önce gerçekleştirilmiş ağır bir insan hakları ihlaline ilişkindir. Üzerinden bu kadar çok zaman geçmiş, AİHM tarafından ihlal olduğu tespit edilmiş bir vakanın nasıl olup da kamu güvenliğini tehdit ettiğini açıklayan hiçbir gerekçe olmaksızın başka bir ile nakledilmesinin hukuki meşru bir açıklaması yoktur.


Dava Süreçleri

5 Ekim 1993 tarihinde Mehmet Ali Taş’ın oğlu Ümit Taş için yaptığı başvuru sonucunda Cumhuriyet Savcısı Kulp Jandarma Bölge Komutanlığına ve Güvenil Müdürlüğüne sormuştur. Güvenlik Müdürü, Ümit Taşın gözaltına alındıktan sonra bırakıldığını belirtmiştir.
Seyithan Atala (Mehmet Şah Atala), Mehmet Emin Akdeniz (Mehmet Salih Akdeniz ve Celil Aydoğdu) Hüsnü Demir (turan Demir), Keleş Şimşek (Bahri Şimşek) tarafından Diyarbakır DGM Savcılığına yapılan başvuruların sonucunda ise kayıtların gözden geçirildiğine ve kayıp olduğu söylenen kişilere ilişkin bir kaydın olmadığına dair yanıtlar el yazısıyla yazılmış olarak verilmiştir. Aziz Atala ve Hüseyin Demirin verdiği dilekçelere ise aynı yanıt sözlü olarak verilmiştir.  Bingöl Başsavcılığı ve Kayseri DGM Savcılığı da yapılan başvurulara el yzısıyla yazılmış aynı yanıtı vermişlerdir.
Kulp Cumhuriyet Savcısı 1993/10 sayı ile bir soruşturma dosyası açmış, 28 Aralık 1993 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından bilgi istemiş, Diyarbakır DGM Savcılığı 19 Ocak 1994 tarihinde verdiği yanıtta kayıtlarda bu isimlerin olmadığı yer almış.
Yapılan bütün başvurularda kayıp kişilerin gözaltına alındığına dair şikayet olmasına karşın 31 Ocak 1994 tarihinde Kulp Cumhuriyet Savcısı, kayıp kişilerin PKK tarafından kaçırıldığı iddiasıyla dosyayı Diyarbakır DGM Savcılığına göndermiştir.
Soruşturma sürecinde iki önemli dönüm noktası bulunmaktadır:
• 2001 yılında AİHM tarafından verilen ihlal kararı (tüm tanıkların ifadeleri)
• 2003 yılında Kulp ilçesinde Alacaköy yakınında bulunan bir toplu mezarda ortaya çıkan kemiklerin bir kısmınının kaybedilenlere ait olduğunun Adli tıp tarafından belirlenmiş olması; TBMM Araştırma Komisyonu’nun etkili soruşturma yapılmadığına dair raporu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Başvuru (1994-2001: 7 yıl)
(Akdeniz ve Diğerleri, Başvuru No: 23954/94, Karar No: 31 Mayıs 2001)
Başvurucular, yakınlarının güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybolduklarına ve ölmüş olabileceklerini, bundan da yetkililerin sorumlu olduğunu, etkili bir soruşturma yürütülmediği böylelikle AIHS’in Yaşam Hakkını düzenleyen 2. Maddesinin esas ve usulden ihlal edildiği, yakınlarının gözaltında tutulma koşullarının insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele oluşturduğu (özellikle soğukta bekletme, dövme ve psikolojik baskı) için Sözlşemenin İşkenceyi yasaklayan 3. Maddesinin ihlal edildiği, yakınları gözaltında kaybedildiği için Sözleşmenin Kişi Güvenliği hakkını düzenleyen 5 (1). Maddesinin, etkili bir giderime erişimin sağlanmaması nedeniyle 13. Maddesinin  ve nihayet bireysel başvuru hakkının kullanılması sürecinde karşılaştıkları ciddi müdahaleler nedeniyle Sözleşmenin 34. Maddesinin ihlal edildiği idiiası ile AİHM’e başvurdular.
AİHM, 31 Mayıs 2001’de davayı sonuçlandırarak, Sözlşemenin 2. 3. 5(1). 13.cü ve 25. Maddenin ihlal edildiğine karar verdi.

Toplu Mezar Bulunması ve Adli Tıp ve Soruşturmanın devamı

Olayın olmasının ardından 10 yıl sonra 02 Kasım 2003 tarihinde bir çobanın Alaca Köyüne 500–600 metre mesafedeki bir dere yatağında toprak yüzeyine çıkan bazı kemik ve bez parçalarını bulması ve İHD Diyarbakır şubesine başvurması sonucunda Kulp Cumhuriyet Savcısı ile kemikler toplandı, bulunan kemiklerin kime ait olduğunun belirlenmesi için bazı aileler doku örneği verdi ve Adli Tıp Kurumuna gönderildi. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi tarafından gönderilen 30.12.2005 tarih ve 915-61097 sayılı raporda olay yerinde bulunan kemiklerin en az dokuz kişiye ait olduğu ve bunlardan iki tanesinin Mizbah Akdeniz’in babası Mehmet Salih Akdeniz ile Ahmet Tutuş’un babası Behçet Tutuş’a % 99,99 oranında ait olabileceği tespit edildi.
Bunun üzerine açılan soruşturmada Kulp Savcılığı görevsizlik kararı verdi ve dosyayı “Suç tarihinde Bolu 2′nci Komando Tugay Komutanlığı’nda görevli asker şahısların işlediği askeri suçlarıyla ilgili soruşturma yapmak görev ve yetkisinin” askeri savcılığa ait olduğu gerekçesiyle, askeri savcılığa gönderdi.
Yakalama Kararı, İddianame Hazırlanması ve Mahkeme Süreci
Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığında bulunan ve herhangi bir işlem yapılmayan dosyaya ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığının yürüttüğü ayrı bir soruşturmada, dönemin Bolu Dağ Komando Tugayı Komutanı Yavuz Ertürk’ün 7 Ekim 2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesinin alınmasının ardından Soruşturma Savcısı Yavuz Ertürk hakkında yakalama kararı çıkartarak zaman aşımı süresini durdurdu.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcıvekilliği tarafından hazırlanan 19 sayfalık iddianame, 2013 yılı Ekim ayında Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildi. İddianamede emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk hakkında 11 kez müebbet ve 25 yıla kadar hapis cezası istendi.
Mahkemenin Diyarbakır’dan Ankara’ya Nakli
Yargıtay 5. Ceza Dairesi, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada sanık eski Bolu 2. Komando Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün “güvenlik” gerekçesiyle yargılamanın başka ilde görülmesi yönündeki talebini değerlendirerek davanın Ankara’da görülmesini kararlaştırdı (Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 04/02/2014 tarih, 2013/106 esas 2014/28 sayılı kararı).
Dava önce TMK 10 ile görevli 13. Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. Daga sonra TMK 10. Maddesinin kaldırılması sonucunda dava Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesine devredildi.
Kulp Kayıpları ile ilgili dosyayı indirmek için tıklayınız…