Örnek Resim

23 Mart-3 Haziran 2015 Tarihleri Arasında 7 Haziran 2015 Milletvekili Seçimleri Nedeni İle Siyasi Partilere Yönelik İhlaller

23 Mart 2015 ile 3 Haziran 2015 tarihleri arasında 7 Haziran 2015 milletvekili seçimi çalışmaları sırasında siyasi partilere yönelik ihlallerle ilgili ilk ara raporu 20 Mayıs 2015 günü açıklamıştık. Dokümantasyon merkezimizin verilerine göre 3 Haziran 2015 tarihi itibari ile siyasi partilere yönelik ihlaller aşağıdaki gibi gerçekleşmiştir.
İHD dokümantasyon merkezinin tespit edebildiği verilere göre 23 Mart 2015 ile 3 Haziran 2015 tarihleri arasında partilerin seçim bürolarına/araçlarına, adaylarına, mitinglere ve çalışanlarına yönelik baskın, saldırı, tehdit ve polis baskınları sayısı 187 olup, bu saldırılardan 168’i HDP’ye, 12’si AKP’ye, 5’ü CHP’ye ve 2’i MHP’ye olmuştur. Bu saldırılarda toplam 97 kişi darp edilip yaralanmış olup, bunlardan 93’ü HDP’lidir. Bu saldırılar nedeni ile 10 saldırgan gözaltına alınıp bunlardan 1’i tutuklanmıştır.
Seçim çalışmaları sürecinde toplam 183 kişi gözaltına alınmış 8 kişi tutuklanmıştır. Bu seçim sürecinde gözaltına alınma sırasında 32 HDP’li işkence ve kötü muameleye uğradığı iddiasında bulunmuş, yine bu süreçte HDP’nin 2 mitingi, 1 konseri yasaklanmış, 1 yürüyüşü engellendi ve 1 miting meydanının tahsis edilmesine izin verilmemiştir.
Bu süreçte Şırnak İli İdil İlçesi Kozluca Köyünde HDP seçim konvoyunun köyden çıkışından hemen sonra köylüler arasında meydana gelen çatışmada 2 Hüdapar taraftarı yaşamını yitirmiş, 2 HDP taraftarı ise ağır yaralanmıştır.
Seçim güvenliği konusunda 20 Mayıs tarihinde yaptığımız açıklamada belirttiğimiz hususları aynen tekrar ettiğimizi ve bu süreçte ihlallerin önlenmesi konusunda etkili tedbirlerin alınmadığını belirtmek isteriz.
 
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
 
 
23 MART 2015 – 3 HAZİRAN 2015 TARİHLERİ ARASINDA MİLLETVEKİLİ SEÇİMİ ÇALIŞMALARI SIRASINDA SİYASİ PARTİLERE YÖNELİK İHLALLER
 
Partilerin seçim bürolarına/araçlarına, adaylarına, mitinglere ve çalışanlarına yönelik baskın, saldırı, tehdit ve polis baskınları:
HDP: 7 silahlı, 3 bombalı, 2 kundaklama olmak üzere 168 saldırı
AKP: 4 ü silahlı,1 i ses bombalı, 1 i kundaklama olmak üzere 12 saldırı
CHP: 1 i silahlı olmak üzere 5 saldırı
MHP: 1 silahlı olmak üzere 2 saldırı
 
Bu baskın ve saldırılarda darp edilen ve yaralananlar:
93 ü HDP li olmak üzere 97 kişi
 
Gözaltı ve tutuklamalar:
10 saldırgan gözaltına alındı, 1 saldırgan tutuklandı. (3 kişinin AKP seçim irtibat bürosuna saldırdığı, 2 kişinin CHP seçim irtibat bürosuna saldırdığı, 5 kişinin de HDP seçim irtibat bürosuna saldırdığı iddiasıyla)

 
Seçim çalışmaları sürecinde kolluk tarafından 1 MHP li kadın yönetici ile HDP li 183 kişi gözaltına alındı 8’i tutuklandı.
 
Toplam gözaltı: 185
 

 
Seçim çalışmaları sürecinde Hüda-Par li 2 kişi yaşamını yitirmiştir.
 
Gözaltı ve gözaltı yerleri dışında işkence ve kötü muamele: Tamamı HDP’li 32 kişi
 
Yasaklamalar:
HDP:
1 Miting Meydanı,
1 Yürüyüş Engellendi,
1 Konser Yasaklandı,
2 Miting Yasaklandı
Diğer dikkat çekici olaylar:
 
– Ağırlıklı olarak batı illerinde eğitim gören Kürt üniversite öğrencilerinin özellikle HDP ye verdikleri destek nedeniyle ırkçı saldırılara uğradıkları, darp edildikleri ve gözaltına alındıkları gözlemlenmiştir, bu yönlü saldırılar da dönem sonu olması nedeniyle sınavlara girememe durumları ortaya çıkmaktadır,
– Özellikle kadınların düşüncelerini ifade eden partilere ait işaretleri yaparken ya da seçim çalışması yapanlara farklı partileri desteklediklerini ifade ederken çeşitli saldırılara maruz kaldıklarının yoğunlukta olduğu görülmüştür,
– Yine kadın adaylara yönelik saldırı ve karalamaların politik malzeme olarak kullanıldığı görülmüştür, (ör. İstanbul MHP adayı Meral Akşener, Adana CHP adayı Elif Doğan )
– Seçim çalışmaları sürecinde özellikle çocuklara yönelik farklı parti taraftarlarının darp, ailelerine tehdit ve alıkoyma gibi kaba muamele ve işkence vakaları tespit edilmiştir,
– Özllikle HDP ye ait seçim bürolarının mülki idare tarafından “iskân yok” gerekçesiyle kapatılmak istenmesi,
– Hükümet yetkililerinin özellikle Doğu ve Güneydoğu illerinde yaptığı gezilerde olağanüstü güvenlik tedbirlerinin alınması ve bu tedbirler esnasında güvenlik güçlerinin yurttaşları taciz ve müdahaleleri. Ör. Van, Ağrı illeri
– AKP li vekil adaylarının çok sayıda sivil ve resmi polis ile çeşitli illerde propaganda çalışmaları yürüttükleri. Ör. Erzurum, Van, Ağrı
– Irkçı saldırılarda, güvenlik görevlilerinin bu saldırıları “demokratik hak” olarak tanımlamaları.
– Özellikle AKP li belediyelerin, belediye binalarının seçim bürosu gibi kullanılması.
– HDP li esnafa yönelik ihlaller. Ör. Diyarbakır Yenişehir Semt Pazarının kundaklanması, araçlarının kundaklanması.
– AKP nin miting yapacağı illerde tüm devlet kurumlarına ait araçların şoförleri ile miting için tahsisi, araçların yakıt ve ihtiyaçların temin edilmesi.
– HDP bürolarının önlerine polis araçlarının park etmeleri.
– AKP li adayların seçim çalışmalarını yürütürken bellerinde silah taşıdıklarının görülmesi (AKP Urfa adayı Mazhar Bağlı)
– Jandarma yetkililerinin bazı köy muhtarlarını arayarak HDP lilerin köye gelişlerinin bildirilmesini talep ettikleri görüldü. (Dersim/Pülümür)
– Bazı saldırı sonrası güvenlik güçlerinin saldırıya uğrayanlara “terör saldırısı” başvurusu yapmaları yönünde önerilerin yapıldığı.
– Sosyal medya kullanıcılarının özellikle HDP ye yönelik paylaşımları soruşturmaya hatta işten çıkarılmaya sebep olduğu,
– 25 Mayıs 2015’te, Van’ın Gürpınar ilçesinde ikamet eden yaklaşık 700 yurttaşın ikametgahının kendilerinden habersiz bir şekilde 27 Aralık 2014’te Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Yolkonak beldesine taşınması olayı dikkat çekicidir.
– Özellikle doğu ve güneydoğu illerindeki köylere DEDAŞ gibi kurumların askerler eşliğinde “borçlarını ödemedikleri” gerekçesiyle baskınlar yaparak elektriklerini kesmekle tehdit etmiş olmaları ve bu köylerin tamamının HDP ye oy veren köyler olması dikkat çekicidir.
– Seçim çalışması yürüten özellikle HDP adaylarına yapılan saldırılarda, saldırganları engellemek yerine HDP li aday ve çalışanlarını bulundukları yerleri terk etmeye zorlamışlardır.
– Açılan iş başvurularının yapılması için AKP il başkanlıklarının kullanıldığı öğrenildi.
 
 
 
 

5. İNSAN HAKLARI YAZ OKULU:PROTESTO HAKKI

İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP)  ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi (İHM), akademi ve sivil toplum birlikteliğiyle Türkiye’nin çeşitli insan hakları sorunlarını tartışmaya devam ediyor.

İnsan hakları savunucuları için düzenlenen yaz okulları, İHOP ve İHM’nin bu alanda yaptığı en uzun soluklu etkinlik dizilerinden birini oluşturuyor. Bu birlikteliğin bir yansıması olarak etkinlik, insan hakları savunucularının yanı sıra alana ilgi duyan lisans ve lisansüstü öğrencileriyle Türkiye’de yeni gelişmeye başlayan insan hakları bürokrasisi çalışanlarını da kapsayacak geniş bir yelpazeye hitap ediyor.
2007 yılında ilk kez düzenlenen İnsan Hakları Yaz Okulu bu sene 5. kez gerçekleştirilecek.

2007 ve 2008 yıllarında insan haklarının felsefi ve tarihsel temellerinden, insan haklarının teşkilatlanmasına, ulusal ve uluslararası hukuk bağlamında insan haklarının korunmasından, ifade özgürlüğü ve savunma taktiklerine kadar pek çok konuda, gerek temel gerekse tematik dersleri içeren programların ardından 2010 yılından itibaren programın tematik başlıklarla devam ettirilmesine karar verildi. Bu kapsamda 2010 yılında Hakikat ve İnsan Hakları, 2014 yılında da Cezasızlık ve İnsan Hakları temalarıyla gerçekleştirilen Yaz Okulu’nun bu seneki teması “Protesto Hakkı” olarak belirlendi.

2-6 Eylül 2015 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan program, 2014 yılında olduğu gibi bu yıl da Raoul Wallenberg İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk Enstitüsü ve İsveç Kalkınma Ajansının mali desteğiyle düzenlenmektedir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin dersliklerinde  gerçekleştirilecek olan yaz okulunun kontenjanı en az 25 en fazla 40 kişi ile sınırlıdır. Yaz okuluna katılım için herhangi bir ücret talep edilmeyecektir. En fazla 20 katılımcının yol ve konaklama masrafları düzenleyici kuruluşlarca karşılanacaktır.

Başvurular 15 Temmuz 2015, Çarşamba günü sonuna kadar (24:00) yapılabilecektir. Bu tarihten sonra yapılacak başvurular değerlendirmeye alınmayacaktır.

Programa ve başvuru şartlarına ilişkin ayrıntılı çağrı metnin word formatı için lütfen tıklayınız, pdf formatı için lütfen tıklayınız.

Başvuru formu için lütfen tıklayınız.

Baskıya Uğrayan Medya Kuruluşları ve Can Dündar Yalnız Değildir

Siyasal iktidarın, 7 Haziran 2015 seçim döneminde Türkiye’de faaliyet gösteren medya kuruluşları ve gazeteciler üzerindeki baskısı giderek artmaktadır. Baskı yöntemlerinin yargı yolu ile kullanılıyor olması ise Türkiye’de hukuk devleti ilkelerinin işlemediğini, yargının tamamen siyasal iktidarın kontrolü altına girdiğini ve siyasal iktidarın muhaliflerini sindirmek için kullandığı bir araç haline geldiğini göstermektedir.

Mısır’da askeri darbe ile devrilen seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’ye verilen ölüm cezası ile ilgili haberleri yapan Doğan Medya Grubuna yönelik Cumhurbaşkanının ağır eleştirileri ve tehditleri, Çağlayan Adliyesi’nde öldürülen Cumhuriyet Savcısı ile ilgili haberleri sosyal medyada paylaşan gazeteciler Banu Güven, Mirgün Cabas, Koray Çalışkan ve Pelin Batu’nun yasa dışı örgüt propagandası suçlaması ile ifadeye çağrılmaları, CNN Türk muhabiri Nevşin Mengü’nün Cumhurbaşkanı tarafından adeta hedef gösterilmesi, Ankara Cumhuriyet savcılığının Zaman gazetesi grubunun TÜRKSAT uydularından yararlanmaması için başlattığı girişimler kısa süre önce yaşandı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi MİT tırlarındaki silahlar ile ilgili yazılı ve görsel yayın yapan Cumhuriyet Gazetesi’nin bizzat Cumhurbaşkanı ve Hükümet tarafından tehdit edilmesi ve cezalandırılacak olmaları ile ilgili açıklamalar basın özgürlüğü bakımından vahim bir noktaya ulaşmıştır.

Demokrasinin en temel özelliklerinden birisi ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğünün kullanılabilmesi bakımından basın özgürlüğü vazgeçilmez bir haktır. Türkiye’nin anti demokratik seçim ve siyasi partiler kanunlarına rağmen ilkel demokrasisini ayakta tutmaya çalışan basın özgürlüğü yok edilmek üzeredir. İktidardaki AKP zihniyeti her şeyi kendine demokrat bir şekilde yorumlamakta ve kendine özgü eleştirileri saldırı olarak algılamaktadır. Bu anti demokratik zihniyet Türkiye demokrasi ve insan hakları sorunun çözümündeki en büyük engellerden birisidir. Dolayısıyla bu zihniyetin Türkiye’ye demokrasiyi getirmesinden bahsetmek basın özgürlüğü alanındaki icraatları göz önüne alındığında pek mümkün gözükmemektedir.

Cumhuriyet Gazetesi ve Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın tehdit edilmesini kınıyoruz. Unutulmamalı ki Can Dündar gibi gazeteciler yalnız değildir. Türkiye’de Sosyalist ve Kürt siyasal hareketi bünyesinde özgür gazetecilik geleneğinden gelen 40’tan fazla gazeteci katledilmiştir. Ancak buna rağmen özgür gazetecilik geleneği sımsıkı bir şekilde sürdürülmektedir. Türkiye’deki demokratlar, sosyalistler ve hak savunucuları en geniş anlamda özgür gazetecilik geleneğini sürdürmekte kararlıdır. Darbe dönemlerinden geçmiş Türkiye’nin engel olamadığı basın özgürlüğü hakkı mücadelesinin AKP zihniyetinin de engellemesi mümkün değildir.

Cumhuriyet Gazetesi çok önemli bir gerçeği haber yaparak Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşa silah taşıyan ve orada işlenen suçlara etkisi olan bir ülke olduğunu kamuoyunun gözü önüne sermiştir. TCK 13.maddede gerek vatandaş gerekse de yabancılar tarafından yurt dışında işlenen insanlığa karşı suçlar ile soykırım suçlarının Türkiye mahkemelerinde yargılanabilmesine imkan tanımaktadır. MİT tırlarında ele geçen silahlar siyasal iktidar sözcülerinin iddia ettiği gibi devlet sırrı kapsamında değerlendirilecek bir konu değildir. TBMM’nin Suriye’ye karşı ilan ettiği bir savaş kararı söz konusu değildir. Dolayısıyla Suriye’ye yönelik her türlü gizli silah sevkiyatları açıkça suçtur. Bu suçları açığa çıkaran Cumhuriyet Savcıları ile güvenlik ve istihbarat yetkililerinin yargılanıyor olması Türkiye hukuk tarihi bakımından kara bir lekedir. Türkiye’de devlet sırrı kavramı ile ilgili herhangi bir kanuni düzenleme söz konusu değildir. Dolayısıyla her kötü olayın ört bas edilmesinde devlet sırrı kavramına sığınılamaz.

Bugün MİT tırları olayını açığa çıkaran ve bununla ilgili haber yapanların yargı önüne çıkarılması, yarın bu işlemleri yapanların hesap vermeyeceği anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla yargı mensuplarının siyasal iktidardan kaynaklı telkinlere gözlerini ve kulaklarını kapatmalarını ve bu olay nedeni ile Cumhuriyet Gazetesi ile Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar hakkında herhangi bir işlem yapmaması gerektiğini hatırlatmak isteriz. Her şeyini ve her türlü kötü uygulamasını siyasal iktidarda kalma ömrüne bağlamış olan bir anlayış Türkiye’de uzun süre var olamaz. Yargı ve güvenlik bürokrasisinin bu durumu görmesi ve evrensel hukuk ilkelerine bir an önce sarılması gerektiğini vurgulamak isteriz.

Tehdit edilen ve baskıya uğrayan medya organları ve gazetecilerin yalnız olmadığını ve bu mücadelenin bir insan hakları mücadelesi olduğunu ve sürekli olarak gazetecilerle birlikte olacağımızı belirtmek isteriz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Güneş Susan Tahliye Edildi

Mardin’in Nusaybin ilçesinde tutuklanan 8,5 aylık hamile olan Güneş Susan, yapılan itirazların ardından,  doğumun yakın olması ve kaçma şüphesi bulunmaması gerekçesiyle serbest bırakıldı.

Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın!

  Bilindiği gibi İHD tarafından 1995 yılından beri her yıl 17-31 Mayıs arası günler Kayıplar Haftası olarak anılmakta ve çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. İHD İstanbul Şube Kayıplar Komisyonu ve kayıp yakınları tarafından 27 Mayıs 1995 yılında İstanbul Taksim İstiklal Caddesi Galatasaray Lisesi önünde kayıplar için oturma eylemleri başlatılmıştır. Daha sonra bu eylemlere katılan kayıp yakını annelerin çokluğu nedeni ile Cumartesi Anneleri ismi de verilmiştir. Cumartesi Anneleri ve kayıp yakınları devletin her türlü yıldırma, korkutma ve baskı yöntemlerine rağmen oturma eylemlerini ısrarla sürdürmüştür. Oturma eylemleri 200.haftasına ulaştığında eylemlere ara verilmiştir. İHD Genel Merkezinin almış olduğu kararla oturma eylemleri 7 Şubat 2009 tarihinden itibaren tekrar başlatılmıştır. O tarihten beri de kesintisiz olarak oturma eylemleri İstanbul dışında Diyarbakır, Şanlıurfa, Batman, Mardin, Hakkâri ve Şırnak’ta düzenli olarak sürdürülmektedir.
 
Kayıplar için oturma eylemlerinin 20.yılını geride bırakacağız. Bu nedenle İHD şube ve temsilciliklerinin bulunduğu tüm illerde bugün kayıplar için oturma eylemi yapılacak ve bir kez daha “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” denecektir.
 
İHD verilerine göre 940 civarında kişinin 12 Eylül 1980 darbe sürecinden bu yana gözaltında kaybedildiği, bunlardan yaklaşık yarısının cenazesine ulaşıldığı, diğer yarısının ise hala akibetinin belli olmadığı bilinmektedir.
 
Türkiye’de 2004 tarihinden sonra gözaltında kayıp vakalarına rastlanmamaktadır. Ancak siyasal iktidar gözaltında kayıpların akıbetinin bulunabilmesi amacı ile bugüne kadar sembolik bir iki girişim dışında esaslı hiçbir adım atmamıştır. 2009 yılında Başbakanın kayıp yakını anneler ve İHD İstanbul Şube yöneticileri ile yaptığı toplantıda vermiş olduğu sözler yerine getirilmemiştir. Sadece Cemil Kırbayır ve Tolga Baykal Ceylan’ın akıbetlerinin bulunabilmesi amacı ile TBMM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde 2 ayrı alt komisyon oluşturulmuş, bu komisyonların hazırlamış olduğu raporlara uygun olarak hala Cemil Kırbayır ve Tolga Baykal Ceylan’ın akıbetleri ortaya çıkarılamamıştır. Özellikle Cemil Kırbayır dosyasında Kars Cumhuriyet Savcılığı’nın görevini yapmaması ve bu duruma Adalet Bakanlığının seyirci kalması Türkiye’de uygulanan cezasızlığın tipik bir örneğini oluşturmuştur. Bunun dışında Başbakanın söz vermiş olmasına rağmen BM Kayıplar Sözleşmesinin hala imzalanıp onaylanmamış olması siyasal iktidarın en büyük ayıpları arasında sayılabilir.
 
Gözaltında kayıp insanlığa karşı bir suçtur. Kayıp yakınlarına “hiçlik” duygusu yaşatan bu suç esasen sürekli olarak işlenen bir suçtur. Cumartesi Annelerinin ve kayıp yakınlarının gözaltında kaybedilen yakınları ile ilgili umut dolu bekleyişleri umutsuzluğa dönüşmekte ve onlara her gün ayrı bir işkence yaşatmaktadır. Hiçbir siyasal iktidar böylesi bir uygulamayı sürdüremez ve sürdürmemelidir.
Türkiye’de gözaltında kayıpların akıbetinin araştırılması amacı ile çeşitli Cumhuriyet Savcılıkları tarafından yapılan çalışmalar sonucu bazı vakalar aydınlatılmış ve sorumlular hakkında sembolik davalar açılmıştır. Bu davaların tamamı dava nakli yolu ile olayın yaşandığı yer dışında başka illere nakledilmiş ve böylece sanıklar devlet tarafından koruma altına alınmıştır. Dava nakli yolu ile mahkemelerin etkili kovuşturma yapması engellenmiş ve delillere ulaşmada engeller çıkarılmıştır. Dava nakli yolu esasen Türkiye’deki cezasızlığın bir başka boyutta uygulandığı tipik bir olumsuz örnektir.
 
Gözaltında kayıplar ile ilgili olarak karşımıza çıkarılan diğer bir önemli sorun ise zamanaşımı sorunudur. 20 yıllık zaman aşımı gerekçe gösterilerek son 20 yıldan önce yaşanan gözaltında kaybetme vakaları ile ilgili failler korunmuş ve böylece cezasızlık sürdürülmüştür. Bu hususta çeşitli başvurular yapılmış ve halen Anayasa Mahkemesi’nin kararı beklenmektedir.
 
İHD Kayıplar Komisyonu gözaltında kayıplar ile ilgili zamanaşımı kuralı uygulanmaması ile ilgili olarak kampanyasını sürdürmektedir. Seçimlerden sonra oluşacak Parlamentoya verilecek dilekçelerle insanlığa karşı suçlarda zaman aşımının uygulanmaması için gerekli kanun değişikliklerinin yapılması talep edilecektir.
 
Gözaltında kayıpların akıbetini araştırırken Türkiye’deki toplu mezar gerçeğinden bahsetmemek olamaz. Derneğimizin verilerine göre tespit edilebilen 253 toplu mezarda 3248 kişinin gömülü olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayının daha da büyüyeceğinden de endişe edilmektedir. Türkiye’de toplu mezar gerçeği ortaya çıkarılmasına rağmen ilgili savcılıklar toplu mezarların açılmasında BM Minesota Protokolünü ve Kızılhaç’ın ilgili rehberini uygulamakta direnç göstermektedirler. Türkiye’deki en önemli sorunların başında gelen toplu mezarların açılması ve delillerin tespit edilerek faillerin ortaya çıkarılması sorunu bütün yakıcılığı ile devam etmektedir.
 
Gözaltında kayıplar başta olmak üzere Türkiye’deki insanlığa karşı suçların hangi nedenlerle işlendiğinin ve bu suçları işleyen faillerin açığa çıkarılabilmesi için kanunla kurulacak bir özel hakikat komisyonuna ihtiyaç olduğunu belirtmek istiyoruz. Siyasal iktidarın hakikat komisyonu kurmamakta ki ısrarı Türkiye’deki cezasızlığın sürdürülmesi bakımından politika değişikliğine gidilmediğini göstermektedir.
 
Sonuç olarak;
 
Türkiye, zorla kaybetmeler konusunda, diğer pek çok konu başlığında olduğu gibi (zorla yerinden etmeleri, işkenceler, insanlığa karşı suçlar, soykırım, savaş hukuku ihlalleri, faili meçhul siyasal cinayetler, yargısız infazlar) geçmişle yüzleşmeyi yaşamalıdır.
 
*Bunun için bir yasa çıkarılmalıdır.
 
*Yasayla hakikatleri araştıracak, geniş yetkilerle donatılmış bir komisyon kurulmalıdır.
 
*Türkiye, Birleşmiş Milletler Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına dair Uluslararası Sözleşme’nin tarafı olmalıdır.
 
*Türkiye, ceza kanununda Sözleşmede de belirtildiği gibi zorla kaybetmeyi yasaklayan ve bu suçu bir insanlık suçu olarak niteleyen hükme yer vermelidir.
* Böylelikle zorla kaybetme bakımından zamanaşımının işlemeyeceği garanti altına alınmalıdır.
 
*Türkiye, kapsamlı bir şekilde kayıplar ve toplu mezarlar konusunda insan hakları ve diğer ilgili sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile toplu mezarları ulusalüstü insan hakları belgelerine uygun şekilde ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 86 ve 87.maddelerine uygun şekilde açmalı ve süreç Jordan Prensiplerinde öngörüldüğü gibi işlemelidir.
 
*Türkiye hızla DNA bankasını oluşturmalıdır.
 
*Savcılar resen harekete geçmeli ve kayıp vakalarının yaşandığı dönemlerdeki emniyet ve jandarma birimlerinin sorumlularını tespit etmelidir.
 
*Benzer olayların tekrarının önlenmesi bakımından gözaltına alınan kişilerin avukatları ile görüşmesini engelleyen ve kamuoyunda “iç güvenlik yasası” olarak bilinen yasa ve diğer düzenlemeler yürürlükten ve uygulamadan kaldırılmalıdır.
 
*Adli kolluk kurulmalı ve doğrudan doğruya cumhuriyet savcılarına bağlanmalıdır.
 
*Soruşturma ve kovuşturma makamları kamu görevlilerinin karıştığı olaylar bakımından uyguladıkları cezasızlık politikasından vazgeçmelidir.
 
Hak savunucuları olarak tüm siyasal partilere ve demokratik kamuoyuna sesleniyoruz;
 
Türkiye’deki gözaltında kayıpların akıbetinin bulunması ve faillerinin ortaya çıkarılması mücadelemizde bizimle birlikte olun.
 
Unutmayın ki adalet iyileştirir.
 
Adalet arayışımız sonuç alıncaya kadar devam edecektir.
 
 
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
 

Z. Arkadaş Özger Anısına: İnsan Hakları Öğrenci Kongresi

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi, İnsan Hakları Ortak Platformu, Raoul Wallenberg İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk Enstitüsü ve İsveç Kalkınma Ajansı tarafından desteklen, SBF öğrencileri tarafından düzenlenen İnsan Hakları Öğrenci Kongresi 22 Mayıs 2015 tarihinde başlıyor.

İki gün sürecek kongrede, Türkiye’nin farklı üniversitelerinden 26 öğrenci hazırladıkları tebliğleri diğer öğrencilerle paylaşacak.

Kongre programına erişmek için lütfen tıklayın

InsanHaklariOgrenciKongresi__Afis

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktör Arıyor

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin merkezi İstanbul’da bulunan ofisinde  görevlendirmek üzere, Şube’nin yönetiminden sorumlu  olacak bir Direktör arıyoruz. Bu pozisyon; insan hakları için tutkulu, yeni, yaratıcı bir göreve hazır ve çok iyi bir lider olan biri için heyecan verici bir fırsat.
İlanla ilgili detaylara buradan ulaşabilirsiniz.

Çerkes Soykırımını Kınıyoruz

Çerkesya halklarının 19. Yüzyıl’da yaşadığı büyük trajedinin üzerinden 151 yıl geçti. 21 Mayıs 1864 günü tarihe Çerkes soykırımının simgesi olarak kazındı. Çarlık Rusyası, Kafkasya’nın doğusunda, Dağıstan ve Çeçen-İnguş Bölgesi’nde, savaş boyunca kadın, çocuk ayırmaksızın tam bir imha politikası izledi. 1 milyonu aşkın Çerkes katledildi, daha fazlası vatanından sürgün edildi. 500 binin üzerinde insan sürgün yolculuğunda ve ilk yerleştikleri bölgelerde yaşamını yitirdi. Sadece Trabzon’da 53 bin Çerkes öldü. Vubıhların dilini konuşabilen kalmadı. Adıgelerin bir boyu olan Natuhayların adı bugün sadece tarih kitaplarında kaldı.

Osmanlı ve Çarlık Rusyası, Çerkeslerin sürgün edilmesinde anlaştı, çünkü Osmanlı’nın “göçmene” ve savaşacak güce ihtiyacı vardı. Osmanlı planlı bir iskân politikası uyguladı. Çerkesler, Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlu bölgelerine ve potansiyel tehlikelere karşı bariyer oluşturacak şekilde, Balkanlar’da Müslüman olmayan halkların civarına, Ortadoğu’da Suriye-Ürdün hattına, Anadolu’da Samsun-Hatay hattı üzerine, İstanbul çevresine, Marmara Denizi doğu ve güneyine yerleştirildi.

Çerkes halkına karşı uygulanan bu sürgün ve soykırım yöntemi sonraki yıllarda başka halklara karşı uygulanan sürgün ve soykırım politikalarına da örnek teşkil etti.

Sömürgeciliğe karşı bağımsızlık için direnen Çerkesler dünyanın dört bir yanına dağıtıldılar. Bu tarifsiz acıyı daima yüreklerinde taşıdılar ve ağıtlarını kuşaktan kuşağa aktardılar. Çerkesler şimdi dünyanın 40 civarındaki ülkesinde yaşamlarını sürdürüyor. Vubıh, Abaza ve Adıgelerin Türkiye’deki nüfusu, kadim topraklarında yaşayanlardan çok daha fazla. Bugün Çerkeslerin en büyük bölümü Türkiye’de yaşıyor. Anadolu’daki Çerkes nüfusu 5 milyonu aşıyor.

Çerkes Halkının dağılmışlığının, dilinin ve kültürünün yok olmanın eşiğine gelmesinin temel nedeni uğradıkları soykırım ve sürgündür. Rus Çarlığının ve Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçıları olan Rusya ve Türkiye’nin tarihleriyle yüzleşerek “Çerkes Soykırım ve Sürgünü”nü tanımaları ve Çerkes halkının uğradığı haksızlıkların telafi edilmesi için gerekli çalışmaları başlatmaları gerekmektedir.

Çerkeslerin 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile İstanbul’da kurdukları derneklerin ve okulun Cumhuriyet döneminde kapatılması, Çerkes Ethem’e hain damgası vurulması, 1922 yılı Aralık ayında başlayan Gönen-Manyas’taki Çerkes köylerinin doğuya sürgünü gibi uygulamalar ve yasaklar Çerkeslerin soykırım acısını katmerleştirdi.

Türkiye’deki diğer halklar gibi Çerkesler de inkâr ve asimilasyon politikalarının kurbanı olmuştur. Toplumsal barışın inşası için Türkiye’de yaşayan tüm farklı kimliklerle beraber Çerkeslerin de dillerini, kültürlerini, kimliklerini yaşayabilmek ve yaşatabilmesi adına tüm kolektif hakları tanınmalı ve var olan yasal engeller kaldırılmalıdır.

21 Mayıs günü “Çerkes Soykırım ve Sürgün Günü” olarak tanınmalıdır.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Seçim Sürecinde Siyasal Partilere Yönelik Saldırılar Seçim Güvenliğinin Olmadığını Göstermektedir

İHD dokümantasyon merkezinin tespit edebildiği verilere göre 23 Mart 2015 ile 19 Mayıs 2015 tarihleri arasında partilerin seçim bürolarına/araçlarına, adaylarına, mitinglere ve çalışanlarına yönelik baskın, saldırı, tehdit ve polis baskınları sayısı 126 olup, bu saldırılardan 114’ü HDP’ye, 7’si AKP’ye, 4’ü CHP’ye ve 1’i MHP’ye olmuştur. Bu saldırılarda toplam 49 kişi darp edilip yaralanmış olup, bunlardan 47’si HDP’lidir. Bu saldırılar nedeni ile 7 kişi gözaltına alınıp bunlardan 1 tutuklanmıştır.

Seçim çalışmaları sürecinde toplam 125 kişi gözaltına alınmış 8 kişi tutuklanmıştır. Bu seçim sürecinde gözaltına alınma sırasında 32 HDP’li işkence ve kötü muameleye uğradığı iddiasında bulunmuş, yine bu süreçte HDP’nin 2 mitingi, 1 konseri yasaklanmış,, 1 yürüyüşü engellendi ve 1 miting meydanının tahsis edilmesine izin verilmemiştir.

7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak milletvekili genel seçimleri ile ilgili uygulanan Anayasa hükümleri ve yasalar, 12 Eylül 1980 darbe sonrası darbeciler tarafından hazırlanan çerçevede varlığını sürdürmektedir. Anti demokratik içeriğe sahip bu yasalarla seçim güvenliğinin sağlanamayacağı da açıkça ortaya çıkmıştır. %10 seçim barajının uygulandığı seçim sisteminde TBMM’ye girecek parti sayısının milletvekili dağılımları üzerinde oldukça önemli etkileri olacağından HDP’nin barajı geçip TBMM’de temsil edilmesi Türkiye’de yeni bir siyasi dengenin kurulmasını da beraberinde getirebilir, bu nedenledir ki siyasal partilere yönelik ihlaller en fazla HDP üzerinde gerçekleşmiştir.

Barış ve çözüm sürecinde seçimler nedeni ile siyasal iktidardan kaynaklı olarak sürecin dondurulması ve Abdullah Öcalan üzerinde yeni tür bir tecrit uygulanması HDP’ye yapılan saldırıları da adeta izah etmektedir. Siyasal iktidar sözcüleri HDP’yi PKK’nin uzantısı olarak göstermekte, bu şekilde bir söylem birliği içerisine girmekte ve sürekli ötekileştirici bir dil kullanarak HDP’yi yasadışılıkla ve şiddetle iç içe olmakla itham etmektedir. İHD’nin hazırladığı bu raporda tam tersine bir sonuç çıkmıştır. Üzerinde şiddet uygulanan parti maalesef HDP olmuştur. Dolayısıyla siyasi propaganda mevcut gerçekliğin üzerini ört bas edememektedir.

Kürt sorununun demokratik çözüm sürecinde HDP’nin TBMM’de temsil edilmesi hayati bir öneme sahiptir. Çözüm sürecinin önemli muhataplarından olan bir siyasal partinin TBMM dışında kalması için seçim sürecinde bu partiye yönelik yaygın ve sistematik saldırıların gerçekleşmiş olması Türkiye’nin geleceği bakımından da büyük bir risk teşkil etmektedir. Türkiye’nin en önemli sorunu olan ve Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için mutlaka çözmesi gereken Kürt sorununu HDP’siz çözmek mümkün gözükmemektedir. Bu gerçeklikten hareketle HDP’nin de serbest ve özgür bir ortamda hiçbir baskıya maruz kalmadan seçim propagandasını yürütmesi ve eşit koşullarda faaliyet yürütmesi gerekmektedir.

Raporumuzda belirtilen ihlallerin giderilebilmesi bakımından aşağıdaki önerilerimizin hayata geçirilmesini talep etmekteyiz.

1-         Seçim sürecinde siyasal iktidar sözcüleri tarafından kullanılan ötekileştirici ve suçlayıcı dilin terk edilerek yasalar nezdinde eşit durumda olan siyasal partilerin aynı muameleye tabi tutulması gerekmektedir.

2-         Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarafsızlık ilkesine bağlı olarak tarafsızlığını muhafaza etmesi ve seçim sürecinde gerçekleştirdiği mitinglere son vermesi gerekmektedir. Cumhurbaşkanının muhalefet partilerine yönelik söylemi sona ermeli ve partiler arası siyasal yarışa müdahale etmemelidir.

3-         Seçim sürecinde kullanılan nefret söyleminin terk edilerek bu söylemi kullananlar hakkında nefret suçundan etkili soruşturmalar açılmalı ve bunlar kovuşturmaya dönüşmelidir.

4-         Seçimlerin dürüstlük ilkesi uyarınca gerçekleşmesinden sorumlu olan YSK’nın seçime giren partilere yönelik ötekileştirici ve nefret içeren söylemlere karşı uyarıcı görevini yerine getirmesi gerekmektedir.

5-         Anayasa uyarınca seçim sürecinde atanan ve tarafsız olması gereken İçişleri ve Adalet bakanlarının yaşanan bu saldırılar karşısında tarafsızlıklarına uygun olarak etkili soruşturma yürütmeleri gerekmektedir. Bir partiye yönelik hemen hemen her gün gerçekleşen saldırıların önlenememiş olması İçişleri ve Adalet bakanları bakımından ağır hizmet kusuru oluşturmaktadır.

6-         Seçim sürecinde özellikle HDP’ye yönelik saldırılar barış ve çözüm sürecinin sona ermesini amaçlayan çeşitli çevreler tarafından provakasyon amaçlı olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla barış ve çözüm sürecinin çökmemesi bakımından bu tip provakasyonlara gelinmemesi konusunda kamuoyunun duyarlı olması sağlanmalıdır.

7-         Adana ve Mersin’de HDP’ye yönelik bombalı saldırılar devlet içerisindeki yasa dışı yapılanmaların hala etkisini ciddi olarak sürdürdüğünü göstermektedir. Bu durumda siyasal iktidarın siyasal sorumluluğu uyarınca devlet içerisindeki çete yapılanmaları konusunda etkili tedbirler alması gerekmektedir.

8-         Seçim sürecinde olası provakasyonların yaşanma ihtimali olduğundan demokratik kamuoyunun duyarlılığını sürdürmesi ve kamuoyu baskısı oluşturarak bu tip saldırıların hiçbir siyasal partiye fayda getirmeyeceğini ortaya koyması gerekmektedir.

9-         Yaşanan saldırılar nedeni ile ilgili Cumhuriyet savcılarının etkili soruşturma yürütmesi, saldırıya uğrayanları değil saldıranlar hakkında gözaltı ve tutuklama işlemi gerçekleştirmesi ve bu konuda siyasal iktidardan gelebilecek baskılara boyun eğmemeleri gerekmektedir.

Bilanço ve rapor için tıklayınız.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Mısır’da Ölüm Cezaları Uygulanmamalı, Muhammed Mursi ve Tüm Siyasi Mahpuslar Serbest Bırakılmalıdır!

(Mısır Devlet Başkanı General Sisi’ye Açık Mektup)

3 Temmuz 2013 günü General Sisi’nin liderliğinde Mısır ordusu tarafından Mısır’da askeri darbe gerçekleştirmek yolu ile siyasal iktidara el konmuş, devlet başkanı Sayın Mursi başta olmak üzere seçim yolu ile iktidarda bulunanlar hapsedilmiştir. Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbe bizlere 12 Eylül 1980 günü Türkiye’de gerçekleştirilen askeri darbeyi hatırlatmıştır. Aradan 33 yıl geçmesine rağmen Ortadoğu’da hala askeri darbeler yolu ile siyasal iktidarlara el konulması Ortadoğu’nun kaderi olmaktan çıkamamıştır. Ortadoğu’da yaşayan halklar da demokratik değerlere dayalı bir demokraside insan haklarına bağlı yönetimler tarafından yönetilebilmeli ve siyasal iktidar serbest seçimler dışında hiçbir şekilde el değiştirmeden devam edebilmelidir.

Mısır Devlet Başkanı Sayın Sisi

Bu mektubu kaleme almamdaki asıl sebep ülkenizde siyasal nedenlerle hapsedilmiş bulunan siyasi mahpuslardan yüzlercesinin ve son olarak seçilmiş devlet başkanı sayın Mursi’nin ölüm cezası ile cezalandırılmış olmasıdır. Siyasi mahpuslara ölüm cezasını veren mahkemenin olağanüstü yetkilerle donatılmış bir meci olduğunu ve doğrudan doğruya siyasal iktidarı kullanan sizler tarafından yönlendirildiğini düşünmekteyiz. Dolayısıyla verilecek kararın geri alınması yada ölüm cezalarının infaz edilmemesi tamamen sizlerin yetkisindedir.

Türkiye’de 12 Eylül 1980’de askeri darbeyi gerçekleştiren generallerden hayatta olan Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya ağırlaştırılmış müebbet hapis istemi ile Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/137 E sayılı dava dosyasında yargılanmış ve müeppet hapis cezası ile cezalandırılmışlardır. 9 Mayıs 2015 günü ölen Ahmet Kenan Evren’in cenazesine hiçbir siyasi parti katılmamış olup, Türkiye’deki kamuoyu baskısı galip gelmiştir. Darbeyi yapan generaller ile ilgili ayrıca verdikleri ölüm cezası kararları ve bu kararların infaz edilmesi ve sistematik işkence nedeni ile yaşamını yitirenler hakkında da insanlığa karşı suç işlemekten dolayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda devam eden ayrı bir soruşturma bulunmaktadır.

Türkiye örneğini vermemdeki maksat aradan 30 yıl geçtikten sonra bile darbe yapan kişiler hakkında dava açılabileceğini ve yargılama yapılabileceğinin mümkün olduğunu göstermek içindir. Bu durumu özellikle sizleri Mısır’da olası insan hakları ihlallerini önlemeniz bakımından caydırıcılık olması için belirtiyorum.

Bildiğim kadarı ile Mısır, BM Kişisel ve Siyasal Uluslar arası Sözleşmesi ile BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Uluslar arası Sözleşmesi’ni onaylamış ve yürürlüğe koymuştur. BM Kişisel ve Siyasal Uluslar arası Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında her insanın doğumla kazandığı yaşam hakkına sahip olduğu, bu hakkın yasa ile korunacağı, hiç kimsenin yaşamından keyfi olarak yoksun bırakılmayacağı belirtilmiş, 6. maddenin 2. fıkrasında ölüm cezasının kaldırılmamış bulunduğu ülkelerde ölüm cezası hükmünün ancak suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan yasaya uygun olarak ve çok ağır ciddi suçlar için verilebileceği, bu cezanın ancak yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş kesin bir hüküm üzerine infaz edilebileceği düzenlenmiştir. 6. maddenin 4. fıkrasında ölüm cezasına mahkum edilen herhangi bir kişinin bu cezanın affını yahut başka bir cezaya çevrilmesini isteme hakkına sahip olacağı, ölüm cezası hükmü için af yada başka cezaya çevirme kararının her durumda verilebileceği belirtilmiş, maddenin 5. fıkrasında 18 yaşından küçüklere ölüm cezası verilemeyeceği ve hamile kadınların ölüm cezasının infaz edilemeyeceği belirtilmiş, 6. maddenin 6. fıkrasında bu madde hükmünün ölüm cezasının kaldırılmasını geciktirmek yada engellemek amacı ile ileri sürülemeyeceği açık bir şekilde ifade edilmiştir.

Ülkenizin onaylayarak sorumluluk altına girdiği BM Sözleşmesi hükmü gayet açıktır. Siyasi mahpusların siyasi fiilleri nedeni ile olağanüstü yetkilerle donatılmış merciler tarafından hiçbir şekilde ve hiçbir koşulda ölüm cezası verilemez. Böyle bir ceza kesinlikle infaz edilemez. Bu cezanın kaldırılmaması yada infaz edilmesi doğrudan doğruya sizlerin hukuki ve cezai sorumluluğunu doğuran ağır bir fiil olacaktır. Bu nedenlerden ötürü verilmiş olan ölüm cezalarının kaldırılmasını ve hiçbir şekilde infaz edilmemesini talep etmekteyiz.

Biz insan hakları savunucuları tüm dünyada ölüm cezasının kaldırılması için mücadele etmekteyiz. Devletler ölüm cezası uygulayarak intikam alamazlar. Çağdaş ceza hukukunda ölüm cezasına yer yoktur. Dünyadaki örnekler göstermiştir ki ölüm cezası ile elde edilmek istenen hiçbir amaç gerçekleşmemiştir.

Bu mektubumla sizlere Türkiye’den seslenerek, Türkiye’de yaşanan gelişmeleri aktarmak ve Türkiye’deki insan hakları savunucularının Mısır’da sayın Mursi ve yüzlerce siyasi kişiye verilen ölüm cezası hakkındaki derin endişelerini ve üzüntülerini bildirmek istiyorum. Mısır’ın BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslar arası Sözleşmesi’ne ek 6 nolu protokolünü onaylayarak ölüm cezasını mevzuatından çıkartmaya davet ediyorum. Bizler, ölüm cezasını uygulamanın ağır bir suç olduğunu düşünmekteyiz. Sizler bu suçu gerçekleştirmeyin.

İnsan hakları savunucuları dünyanın neresinde olursa olsun her zaman gerçekleri ifade ederler. Bu nedenle bu mektubum sizlere ağır gelmiş olabilir, ancak bu gerçekleri değiştirmemektedir. Sizleri insanlık vicdanında düşünmeye ve geri adım atmaya davet ediyorum.

Öztürk TÜRKDOĞAN
İHD Genel Başkanı