Örnek Resim

Demokrat Yargı Derneği Yöneticisi, Diyarbakır Adliyesi Hakimi ve İnsan Hakları Savunucusu Muzaffer Şakar Serbest Bırakılmalıdır!

11 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alınan Demokrat Yargı Derneği yöneticisi ve Diyarbakır Adliyesi hâkimlerinden Muzaffer Şakar, insan hakları alanı ile ilgilenen tüm kurum ve kuruluşların yakından tanıdığı, insan hakları, özellikle adil yargılanma ve yargı organının sorunları alanındaki eserleri ile saygı toplamış, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nda raportörlük görevinde bulunmuş, tüm toplumsal kesimlerin haklarını savunan bir insan hakları savunucusudur.
Şakar, darbe girişimini gerçekleştiren grubun yargı içindeki faaliyetlerini yıllardır gündeme getiren, meslek etiği ve ilkelerine bağlı bir hukukçudur. Bu faaliyetleri nedeniyle halen tutuklu bulunan iki adalet müfettişinin Muzaffer Şakar’ın sicilini haksız yere bozması üzerine, birinci sınıfa terfi etmesi dört yıl gecikmiştir. Müfettişlerin haksız sicil işlemlerine karşı yıllarca mücadele etmiştir. Başarılı bir hukukçu olmasına rağmen sürgün olarak görülen yerlere tayin edilmiş ve kendisine aktif görevler verilmemiştir. Yazdığı ve katkıda bulunduğu iki kitapla, yargı kurumu içindeki hukuk dışı uygulamaları ve cemaat örgütlenmesini 2010 yılından itibaren gündeme taşımıştır.
Hiç kimse yargı içindeki usulsüzlük ve hukuksuzluklardan bahsetmez iken Şakar bu konuları cesaretle ele almıştır. Kendisine teşekkür edilmesi gerekirken gözaltına alınması, insan hakları kuruluşlarında büyük bir endişeye neden olmuştur.
Şakar bir an önce serbest bırakılmalıdır. Haklarında soruşturma yapılan grup ya da gruplarla irtibatlı olduğunu ileri sürenler ortaya çıkarılmalıdır. Gerek Türkiye gerekse uluslararası alanda insan hakları kuruluşları, Şakar’ın gözaltı sürecini yakından izleyecek ve ortaya çıkabilecek insan hakları ihlallerini gündeme taşıyacaktır.

■ Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd)
■ İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD)
■ İnsan Hakları Derneği (İHD)
■ İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD)

Ortak Açıklama

Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği,
İnsan Hakları Gündemi Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye
Ortak Açıklama
26 Temmuz 2016
15 Temmuz 2016 tarihinde girişilen, başarısız kalmakla birlikte toplumda ağır yaralar açılmasına yol açan darbe girişimini kınadığımızı, demokrasinin inkarı ve temel hak ve özgürlüklerin yok sayılması anlamına gelen tüm darbe ve darbe girişimlerine amasız, fakatsız ve ancaksız karşı olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Hükümet, darbe girişimini tam olarak bertaraf etmek ve gerçek suçluların cezalandırılabilmesini sağlamak için bir dizi tedbir alabilir ve almalıdır da. Ancak bu tedbirler, temel insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukukun üstünlüğü prensiplerini esas alan bir temele dayalı olmalıdır.
Türkiye, temel insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve hayata geçirilmesi bakımından yalnızca Anayasa’sında yer alan hükümler açısından değil aynı zamanda BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin tarafı olarak, bu sözleşmelerde yer alan hükümler açısından da yükümlülük altındadır. Olağanüstü tedbirler almak durumunda olan bir devlet, bu yükümlülüklerinin bir kısmında  bir azaltmaya gidebilir ancak bu azaltma, yaşam hakkı, işkence yasağı, köle ve kul halinde tutma yasağı, din, vicdan düşünce ve kanaat açıklamaya zorlanmama yasağı, cezaların yasallığı ve suç ve cezaların geriye yürütülemezliği hükümlerinde uygulanmaz. Ayrıca, açıkça yazılamasa da, her iki sözleşmede düzenlenen “adil yargılanma güvenceleri” hiç bir durumda istisna tanımayan hakların korunmasını sınırlandıracak önlemlere tabi tutulamaz. Anayasada ve sözleşmelerde yer alan masumiyet karinesi dahil, adil yargılanma temel ilkelerinden sapma ise her durumda yasaklanmıştır.
Olağanüstü hal uygulaması çerçevesinde alınan tedbirlerin uygulanması sonucunda ortaya çıkabilecek sonuçların, hiç bir biçimde dokunulmayacak hakları ihlal etmiyor olması gerekir. Dolayısıyla gözaltına alınma durumunda bir avukata erişim, hekime erişim ve şikayet mekanizmasına erişim güvence altına alınmalıdır. İşkence yasağına uymayanlar için etkili soruşturma, kovuşturma ve cezalandırma usulleri uygulanmalıdır. Uluslararası insan hakları standartlarının öngördüğü gözaltı sürelerinden daha uzun gözaltılar olağanüstü hal uygulaması sırasında gerekçesiz olarak kullanılmamalı, bu gerekçelerin de amacına uygun ve ölçülü olması güvence altına alınmalıdır. Ölçülülük ve amaca uygunluk bütün alınan tedbirler bakımından genel bir kural olmalı, keyfi ve amacı aşan uygulamalara izin verilmemelidir.
Bu tehdidin bir kez daha yaşanmamasını sağlamak herkesin önünde  duran en önemli görev ve sorumluluktur. Temel hak ve özgürlüklere dayalı, hukukun üstünlüğü prensiplerine saygılı çoğulcu bir demokrasinin temellerini güçlendirerek her türlü demokrasi karşıtı hareketin önüne geçmek mümkündür. Olağanüstü hal ilanı, demokratik rejimlerde bir istisnadır. Bu istisnanın gerekçesi, sadece olağan yollarla bertaraf edilemeyecek tehlikeleri önleyecek acil önlemleri alabilmektir. Bunların ötesine geçecek ve uluslararası insan hakları hukuk ve Anayasada güvence altına alınan insan hakları ve temel özgürlükleri ortadan kaldıracak uygulamalara meydan verilmemelidir. Olağanüstü dönemlerde de hukukun üstünlüğü ilkesine sahip çıkmak gerekir.
Bir an önce ülke koşulları normalleştirilerek olağanüstü hal yönetimi sona erdirilmelidir!

ORHAN KEMAL CENGİZ DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR!

ORTAK AÇIKLAMA

23 Temmuz 2016, Ankara
 
İnsan Hakları Gündemi Derneği Eski Başkanı, İnsan Hakları Savunucusu, Arkadaşımız, Avukat,
 ORHAN KEMAL CENGİZ DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR.
21 Temmuz 2016 tarihinde İstanbul’da açıklanmayan bir nedenle  gözaltına alınan İnsan Hakları Savunucusu Orhan Kemal Cengiz’in  hangi gerekçeyle tutulduğunu bilmiyor ve durumundan endişe duyuyoruz.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde gecikmeye mahal vermeden derhal serbest bırakılmasını  talep ediyoruz.
Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

İHOP Çalışmaları

Yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok çalışma yürüten İHOP, insan haklarının uygulama alanının yerel düzey olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle yerel insan hakları örgütlerinin güçlerini ve içinde bulundukları topluluklarla ilişkilerini önemser. İHOP tarafından yürütülen kapasite güçlendirme programlarının çoğu da yerel insan hakları örgütlerinin güçlendirilmesine yöneliktir. Yerel insan hakları örgütlerinin yerel ağlarla birlikte çalışmasını teşvik etmek İHOP’un amaçlarından biridir. İnsan hakları standartlarıyla ilgili bilgilendirme çalışmalarının temel hedef gruplarından biri de yerel insan hakları örgütleridir. İHOP, ulusal düzeyde diğer insan hakları örgütleri ve üniversitelerle işbirliği yaparak merkezi hükümete yönelik çalışmalar da yürütmektedir. Bu kapsamda insan hakları bilgisi sağlayarak diyalogu ve savunuculuğu kolaylaştırmaktadır. Uluslararası düzeyde ise BM, Avrupa Konseyi, AGİT ve AB ortamında Türkiye’de insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve güçlenmesine amacıyla çalışmalar gerçekleştirmektedir.

Adalet İstatistiklerinin Dili: Gezi’de Yazılan Cezasızlık Destanı Kahramanlık Değil

2009 yılında kaleme aldığımız bir yazıda, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda yer alan iki suç tipinin ilişkisini incelemiştik.[1] Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde çok sayıda kolluk görevlisi ile yürüyüşe katılan kişi arasında karşılaşma gerçekleştiği için, zor kullanma yetkisinin aşılması suçu (TCK 256. madde) ile görev yaptırmamak için direnme suçu (TCK 265. madde) arasındaki ilişki ilgimizi çekmişti.
Yazı önemli yasal değişikliklerin henüz hayata geçirilmediği ve görece barışçıl bir dönem olan 2006 verilerini incelemişti. O tarihte TCK 265. maddeden verilen 10 bin 207 mahkumiyetine karşılık, sadece 116 TCK 256. madde mahkumiyeti dikkat çekiyor.
Her bir kolluk görevlisi için 100 kat vatandaşın cezalandırılması dikkat çekici bulunmuş ve aslında karşı dava tehdidinin nasıl yıldırıcı bir silaha dönüştüğünün altı çizilmişti.
2016’da bu kez 2009-2014 yıllarına ilişkin yaptığımız benzer bir inceleme durumun düzelmek bir yana korkunç bir seviyeye geldiğini gösteriyor.[2] Zor kullanma yetkisinin aşılmasını düzenleyen TCK 256. madde artık hemen hemen hiç bir mahkumiyetle sonuçlanmazken, TCK 265. maddeden verilen mahkumiyet kararlarının katlanarak arttığı gözleniyor.
Gezi olaylarının gerçekleştiği 2013 ve onu izleyen 2014’te ise TCK 256. madde mahkumiyetleri sıfıra yaklaşırken, TCK 265. madde mahkumiyetlerinin tarihi zirvelerini gördüğünü tespit edebiliyoruz.
Öyle ki 2006’da her bir kolluk görevlisine 100 vatandaşın mahkum olması şeklinde belirlediğimiz oran, 2013’te yaklaşık her bir kolluk görevlisine karşı 10 bin vatandaşa dönüşmüş durumda.
Bu rakamlar, bir yandan cezasızlığın nasıl kökleşmiş bir devlet sorununa yol açtığını gösterirken, diğer yandan tüm adalet teşkilatının ne kadar yanlı ve adaletsiz işlediğini göstermek açısından da son derece çarpıcı.
Hatırlanacaktır dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan Gezi Olaylarına ilişkin “Polisimiz kahramanlık destanı yazdı” demişti.[3] Evet yazılan bir destan var ama aşağıda rakamlarıyla görüleceği gibi bu bir “cezasızlık destanı”.
Aşağıda bu durumu ayrıntıları ile incelemeye çalışacağız.

Hemen hemen hiç mahkumiyet alınmayan bir suç: TCK 256

Eski Ceza Kanunu’nda işkence düzeyine gelmeyen eylemler 765 sayılı TCK’nin 245. maddesine göre cezalandırılıyordu. Yeni Ceza Kanunu’nda böyle bir ayrım olmamakla birlikte, kolluk görevlilerinin resmi gözaltı yerleri dışında gerçekleştirdiği her türlü şiddet eyleminin 256. madde ışığında değerlendirildiğini söyleyebiliriz.
Bu nedenle, ilgili madde hem toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kullanılan güç, hem de gözaltı gibi kolluk tedbirlerinin uygulanmasında sınırın aşılması hallerinde uygulanan geniş kapsamlı bir kuraldır:
“Madde 256- (1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
Çok az sayıda vakanın işkence olarak nitelendirildiği düşünülecek olursa, Türkiye’de kolluk şiddetinin ve cezasızlığın asıl ölçütünün bu madde olduğu rahatlıkla söylenebilir.
2006 istatistiklerinde 116 kişinin mahkumiyetiyle sonuçlandığı belirtmiştik. Aynı yıl 338 kişinin de beraat ettiği görülüyor. Ancak ilerleyen yıllarda, bu sayılar hızla düşüyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, TCK 256. madde açısından Adalet Bakanlığı soruşturma ve kovuşturma istatistikleri arasında ciddi bir uyumsuzluk var. Soruşturma sonucunda açılan kamu davası sayısıyla, karara bağlanan kovuşturma sayıları arasında uçurum görülüyor.
Örneğin, 2009’da 4 bin 281 soruşturma sonuçlandırılıp, bunların 2 bin 415’inde kamu davası açılmışsa da aynı yıl kovuşturma aşamasında 479 karar verildiği görülüyor.
Diğer yıllarda da bu beşte bir oranı mevcut. Diğer suç tiplerinde görmediğimiz bu sapmanın nedeni tam olarak saptanamıyor. Yılda ortalama 2 bin 500 dava açılırken, nasıl olup da ortalama 500 karar verilmektedir? Bunun açıklanması güçtür.
Bununla birlikte, soruşturulan vaka sayısı esas alındığında ortaya çıkan şikayet / mahkumiyet oranı 4 binde 13 gibi anlaşılması mümkün olan bir düzeydedir. Bir başka deyişle, soruşturulması istenen 4 bin vakada sadece 13 kolluk görevlisi ceza almakta, bunların da 2012-2014 yıllar arasında sadece dördü şeklinde gerçekleşmektedir. Bu yıllar içerisinde soruşturma başlatılan olay 12 bin 295 iken hapis cezası verilen toplam kişi sayısı dörttür.
Bu koşullarda, şikayet edilen her 3000 polisten sadece birinin hapis cezası aldığı sonucu çıkarılabilir. Bu hapis cezalarının fiilen uygulanıp uygulanmadığı da bilinemiyor.

Soruşturma aşaması

Yukarıda açıklandığı gibi soruşturma aşamasında kamu davası açılan birçok davada sonraki aşamanın ne şekilde rakamlaştırıldığı anlaşılmamakla birlikte, direnme suçuyla kıyaslama açısından kaç vakada ve ne oranda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğinin belirlenmesinde fayda vardır.

Kovuşturma evresi

Bir şekilde haklarında orantısız güç kullanma gerekçesi ile dava açılan kamu görevlilerinin hemen hepsi kovuşturma aşamasında beraat etmektedir. Yıllara göre döküm bu eğilimin artık mutlak bir cezasızlığa dönüştüğünü göstermektedir.
Bu rakamların ortaya koyduğu gibi TCK 256’dan verilen mahkumiyet oranları çarpıcı derecede düşüktür ve muhtemelen hiçbir suç tipinde eşi benzeri görülmedik düzeydedir.
Alınan mahkumiyet kararlarının da büyük çoğunluğu anlamlı bir sonuç  doğurmuyor. Yaptırımlar genelde hapis dışı niteliktedir:

Gezi olaylarına tekabül eden 2013 ve 2014 yıllarında toplam hapis cezası alan kamu görevlisi sayısı ikidir. Bu hesaba göre savcılığın önünde hakkında soruşturma olan bir kamu görevlisinin TCK 256. maddeden hapis cezası alma ihtimali yüzde 0,05’tir.
Birçok olayın savcılığa hiç intikal de etmediği düşünülecek olursa, bu ihtimalin sıfıra yakın olduğu sonucu çıkarılabilir. Bir başka deyişle, herhangi bir toplantıda kolluk gösteriye katılanlara dilediği gibi şiddet uygulayabilir, sonuçları ne olursa olsun cezalandırılmayacağı garantidir.

TCK 256. maddenin tam zıttı TCK 265. madde: Herkes direniyor!

TCK’nın 265. maddesi görev yaptırmamak için direnme suçunu düzenlemektedir:
“Madde 265- (1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bu hüküm, her türlü kamu görevlisini kapsadığı için salt kolluğun göreviyle sınırlı olmadığı şüphesizdir. Bununla birlikte, bu hükme dayanarak açılan davaların büyük bir ekseriyeti kolluğun görevinin engellenmesi gerekçesi ile açılmaktadır.
Özellikle toplumsal olaylarda, başka bir gerekçe bulunamazsa polisle karşı karşıya gelen kişiler hakkında bu hükmün çok sık uygulandığı biliniyor. Bu maddenin uygulanması, TCK 256. maddeden farklı olarak 2006’dan beri hızla arttı, hem yargılananların hem de mahkum olanların sayıları keskin bir yükseliş gösteriyor.

Soruşturma evresi

Görüldüğü gibi, bu suçta kovuşturma yüzdeleri TCK 256’yla kıyaslanmayacak derecede yüksektir:


Orantısız güç kullanmada yüzde 40’ları bulan takipsizlik oranları, direnme suçunda yüzde 10’lara geriliyor. Dahası kovuşturma evresinde hem mahkumiyet sayısının hem de mahkumiyetler içerisinde hapis cezasının katlanarak arttığı görülüyor.

Kovuşturma evresi

TCK 256. madde hükümlerinde yüzde 2’ye düşen mahkumiyet oranları hem de çok sayıda dava varken TCK 265. madde hükümlerinde yüzde 50’ye kadar yükseliyor. Dahası, hapis cezalarının toplam mahkumiyetler içerisindeki payı da 256’nın aksine azımsanmayacak düzeydedir.


Tüm bu figürleri şöyle basitleştirebiliriz. 2014 verilerine bakarak şöyle bir çıkarımda bulunmak mümkündür. 2013’te Gezi olaylarında 31 bin 008 gösterici 3 bin 909 kamu görevlisi ile karşılaşmıştır. Bu 31 bin 008 kişinin 5 bin 641’i hapis cezası almış, 3 bin 909 polis memurundan sadece ikisi mahkum olmuştur. Bir başka deyişle, 2006’ta saptadığımız 1/100 oranı 2013’te 1/2500e dönüşmüştür.
Herhangi bir adil hukuk sisteminde bunun makul bir açıklaması olamaz. Bu koşullar altında işkence ve kötü muameleye değil, olsa olsa demokratik hakların kullanımına “sıfır tolerans”tan bahsedilebilir.
2015 sonrası verilerin daha da vahim olacağı şüphesizdir. Sanıyoruz şimdi askere getirilmek istenen ekstra dokunulmazlık güvencelerini de “fiili durumun yasal hale gelmesi” şeklinde okumak mümkündür. (KA/FS/EKN)
Kerem Altıparmak – Feray Salman
İstanbul – BİA Haber Merkezi
09 Haziran 2016


[1] Kerem Altıparmak (2009), “Türkiye’de Orantısız Güç Kullanma Sorunu”, 115 Toplum ve Bilim 138
[2] İncelemede kullanılan veriler Adli Sicil İstatistiklerinden elde edilmiştir. Bu yıl aralıklarının seçilmesinin nedeni, özellikle 2007 ve 2008 yıllarına ilişkin ana eğilimden sapan ve açıklanması kolay olmayan verilerin mevcut olması hem de PVSK ve Terörle Mücadele Yasalarındaki değişikliklerin etkilerini 2009dan sonra daha net görebilmemizdir. Burada sunulan istatistiki verilerin tamamına http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/adaletistya.htmladresinden ulaşılabilir.

BM İşkenceye Karşı Komite'nin Türkiye'ye İlişkin Sonuç Gözlemleri ve Tavsiyeleri Yayınlandı

11 Mayıs 2016 tarihinde BM İşkenceye Karşı Komite tarafından onaylanan ve Türkiye’nin sunmuş olduğu Dördüncü Periyodik Rapor temelinde değerlendirme ve tavsiyeler içeren Sonuç Gözlemleri, İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından Türkçeye çevrildi.
Sonuç Gözlemlerinde, İşkence ve kötü muamele fiillerinin cezasız kalması, terörle mücadele operasyonlarında alıkonulan kişilere karşı işkence ve kötü muamele iddiaları, göstericilere karşı aşırı güç kullanımı, mülteci ve sığınmacıların geri gönderilmeme ilkesi, tutukluluk koşulları, askerlik hizmeti sırasında yaşanan şüpheli ölümler, ulusal önleme mekanizması, bağımsız şikayet mekanizması gibi konulardaki Komite’nin endişeleri ve tavsiyeleri yer alıyor.
BMIskenceyeKarsiKomite_Sonuc_Gozlemleri_TUR_2016_070616s
 

İnsan Hakları Kuruluşları Soruyor: #HurşitKülterNerede?

Soruyoruz: #HurşitKülterNerede?
Aşağıda imzası olan kuruluşlar 27 Mayıs 2016 tarihinden beri kendisinden haber alınamayan Hurşit Külter’in akıbeti ile birlikte yeniden uygulamaya konulduğu yönünde kuvvetli emareler bulunan ‘zorla kaybetme politikası‘ konusunda Türkiye ve uluslararası kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyor.
Kürt sorununun çözümü konusunda müzakereci tutumun terkedilmesi ve geleneksel savaş konseptine geri dönülmesinin ardından arka arkaya ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar sırasında yaşanan ağır insan hakları ihlalleri ve artan kayıp haberleri endişe vericidir.
Son olarak DBP Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter 27 Mayıs 2016 tarihinden bu yana kayıptır.
Külter’in babası oğlunun bu tarihte kendisini arayarak “şuan evde olduğunu, evin etrafının askerlerce sarıldığını, kendisini almaya geldiklerini, akıbetini araştırmalarını ve haklarını helal etmelerini” söylemiş ve hemen sonra iletişimin kesildiğini, oğlundan bir daha haber alamadığını ifade etmiştir.
Bilindiği gibi bu operasyonlara katılan güvenlik görevlileri tarafından kullanıldığı düşünülen “BÖF@Tweet_Guneydogu” mahreçli twitter hesabında Hurşit Külter’in ‘gözaltında olduğu‘ yazılmıştır.
Şırnak Valiliği, Şırnak Cumhuriyet Savcılığı ve Şırnak İl Emniyet Müdürlüğü Hurşit Külter’ in gözaltında olduğunu reddetmekte ve akıbeti konusunda başka hiçbir bilgi verememektedir.
Hurşit Külter’in akıbetinin belirlenmesi, yaşamına yönelik bir tehlike varsa bertaraf edilmesi için gerekli önlemlerin alınması Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulusal ve uluslararası hukuk karşısında sorumluluğudur.
Bir kişinin güvenlik görevlileri tarafından gözaltına alındığı, kendisinden bir daha haber alınamadığı, daha sonra kaybedildiği bir durum söz konusu ise devlet bu durumun nasıl gerçekleştiği konusunda mantıklı bir açıklama yapmak durumundadır.
Hurşit Külter’in akıbeti derhal açıklanmalıdır!
Cezasızlıkla Mücadelede Güçbirliği bileşeni imzacılar:
Batman Barosu, Diyarbakır Barosu, Hakikat Adalet Hafıza Çalışmaları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Şırnak Barosu, Van Barosu

BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi'nin 35 No'lu Genel Tavsiye'si Türkçeye Çevrildi

Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi Genel Tavsiye No: 35, Türkçeye çevrilerek yayınlandı. İnsan Hakları Ortak Plaformu tarafından Türkçe’ye kazandırılan bu genel tavsiye, Taraf Devletlerin Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin ırkçı nefret söylemiyle ilgili yükümlülüklerini yerine getirmelerine ve raporlamalarına yardımcı olmayı amaçlamaktadır.
Tavsiye’nin tam metnine ulaşmak için tıklayınız

TİHEK Kanun Tasarısı Hakkındaki Görüşlerimiz

11 Ocak 2016 tarihinde gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası “Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun kurulması” hakkındaki kararın basınla paylaşılması sonrasında görüşlerimizi kamuoyuyla 18 Ocak 2016 tarihli notumuzla paylaştık[1]. Gelinen aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde olan ve İnsan Hakları Komisyonunda görüşülecek olan Tasarıya ilişkin görüşlerimizi bu ülkenin insan haklarının korunmasını mesele etmiş örgütleri olarak aşağıda paylaşıyoruz:
Zorunlu Hatırlatma:
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 3 Mart 1992 tarihli 1992/54 sayılı ve BM Genel Kurulu’nun 20 Aralık 1993 tarihli 48/134 sayılı kararlarıyla kabul edilmiş olan ve “Paris İlkeleri” olarak nitelendirilen “İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması İçin Kurulan Ulusal Kurumların Statüsüne İlişkin İlkeler” bu alanda en genel ve asgari standartları temsil etmektedir.
Bu asgari standartlar gereği 21 Haziran 2012 tarihli ve 6332 sayılı Kanunla kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumunun (TİHK), insan haklarının geliştirilmesi ve korunması amacıyla inşa edilen Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının sahip olması gereken nitelikleri, yetki ve görevleri göz önünde bulundurarak kaygılarımızı ayrıntılı olarak kamuoyu ile paylaşıldı[2]. Ancak kuruluş felsefesine aykırı olarak tüm sivil toplumun itirazına rağmen yürürlüğe girmişti.
AB Komisyonunun Türkiye İlerleme Raporlarında TİHK’in Paris Prensipleri gereği yapısal koşullarındaki eksiklikler kayıt altına alınmış[3], bağımsız olmaması eleştirilmiştir[4]. Yanı sıra, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’in 26 Kasım 2013 tarihli Türkiye Ziyaret Raporunda “bu kurumun Paris İlkeleriyle uyumunun sağlanabilmesi için kurumun yasal dayanağının daha kapsamlı bir biçimde gözden geçirilmesinin gerekli olduğu” ifade edilmiştir[5].
Hukuk Dışı, Keyfi ve Yargısız İnfazlar Özel Raportörü Christof Heyns 16 Mart 2013 tarihli Raporunda “bağımsızlık, üyelerinin seçim usulleri, sivil toplumun katkı sunmasının kısıtlanması” doğrultusundaki kaygıların “gelecekteki Kurumun bağımsızlığının sağlanmasına gölge düşürdüğünü” ifade etmiş ve “kurumun etkili bir biçimde işlemesinin ve soruşturma yetkilerini tam anlamıyla yerine getirebilmesinin sağlanması” için Yasanın gözden geçirilmesini tavsiye etmiştir[6]. Benzer şekilde 2015 tarihli raporunda da “halen yapısal ve finansal bağımsızlığını sağlamaya dönük yasal bir değişikliğin gerçekleştirilmediğinin” altını çizmiştir[7].
BM İnsan Hakları Komitesi 13 Kasım 2012 tarihli Sonuç Gözlemlerinde de “Devlet, ulusal insan hakları kurumunu kuran 2012 tarihli Yasayı, yapısal ve mali bağımsızlığı garanti altına alacak şekilde tam anlamıyla Paris Prensipleriyle uyumlu olarak değiştirmelidir” şeklinde tavsiyesi yer almıştır[8].
27-29 Ocak 2015 tarihlerinde Cenevre’de yapılan Türkiye’ye yönelik ikinci dönem BM Evrensel Periyodik İncelemesinde TİHK ile ilgili olarak, Kuruluş Kanununun Paris Prensiplerini karşılamaktan uzak olduğu ve Paris Prensipleriyle tam uyumlu olarak yapısal, mali bağımsızlığını garanti altına alacak kanun değişikliğinin yapılması gerektiği ifade edilmiştir[9]
11 Ocak 2016 tarihinde BM Her Türlü Irk Ayrımcılığı Komitesi’nin Türkiye raporunu incelemesinin ardından yayınladığı Sonuç Gözlemlerinin 16. Paragrafında Paris Prensipleriyle tam uyumlu olarak “bağımsızlığını” güvence altına almak üzere Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun mevzuatının  gözden geçirlimesine yönelik tavsiye yer almaktadır. Ayrıca, Komite 10. Paragrafta taslak halinde olan Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurumu Kanunun, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesinin hükümleri ile tam uyum içinde olmasını güvence altına alarak yasalaştırılmasını ve Kurulucak Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurumunun da görevlerini tam anlamıyla yerine getirmesi için bağımsızılığının ve yeterli kaynak teminin güvence altına alınmasını tavsiye etmiştir.[10]
TİHK tarafından 2014 yılında ilgili örgütlerle paylaşılan ‘Kurum Kanununda Değişiklik yapılmasına dair Kanun Tasarısı Taslağı’ yönünde değerlendirme yapılmış ve Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının yapısı, işleyişi, donatıldığı güvenceler açısından sahip olması gereken özellikler yönünden öngörülen değişikliklerin Paris İlkelerini ve Birleşmiş Milletler önerilerini karşılamaktan oldukça uzak olduğu TİHK’e ayrıntılı olarak bildirilmiştir. Daha sonra TİHK, 2015 yılı içinde yeniden bir Taslak hazırlamış ve örgütlerle 6 Mart 2015 tarihinde paylaşmıştır. Bu konuda ortak açıklama yapılarak benzer nitelikteki düzenlemeler eleştirilmiş ve sonuç olarak bu tasarı taslağında da, “merkez teşkilatında istihdam edilen, Kurul Başkanı tarafından belirlenecek bir uzmanın, en fazla 7 tane kurulması öngörülen ancak hiçbir kurumsal yapısı, personeli Kanunda yer almayan “Büro” ile eşgüdüm içinde başka bir ilde gerçekleştirilecek mevcut İl İnsan Hakları Kurulu ile yapısal olarak farkı olmayan ancak sadece bilgi ve görüş alışverişinde bulunmak için senede bir kez toplanması öngörülen İl İnsan Hakları İstişare Kuruluyla, nasıl raporlandırma yapacağı Kurum tarafından belirlenmiş olan, bilgi ve belge istemek konusunda Başkan ya da İkinci Başkan veya Daire Başkanı tarafından yetki verilmesi koşuluna bağlı hareket eden, mevcut Kurumca neye göre olduğu belli olmayan bir şekilde sertifikalandırılmış “İnsan Hakları Bağımsız Raportörü” ile işkencenin önlenebileceğine dair bir perspektif” bulunduğu ifade edilerek, öngörülen değişikliklerin Paris İlkelerini ve Birleşmiş Milletler önerilerini karşılamaktan uzak olduğu için gerçekçi bir yasa tasarısı için çağrı yapılmıştır[11].
Bu eleştirilerle birlikte 17 Mart 2015 tarihinde TİHK’in kamu ve sivil ortamdan temsilcilerle, Kanun Revizyonu Çalıştayı’na katılınmıştır[12]. Bu Çalıştayda Tasarı Taslağına yönelik eleştiriler gereği yeni bir taslağın hazırlanması çalışmalarını başlatmak için ortak görüş oluşturulmuştur.
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı
Gelinen aşamada, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanmış ve belli ki TİHK’in Tasarı Taslaklarına dair bir atıf da içermeyen Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı Meclise sunulmuştur[13].
Tasarı genel gerekçesinde “insan haklarının korunması, ayrımcılıkla mücadele, işkence ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizması görevleri yönünden tek bir kurumun kurulmasının amaçlandığı” ifade edilmektedir. TİHK’in kurumsal yapısına yönelik mevcut uluslararası itirazın ve tarafımızca dile getirilen eleştirilerin yine kapsam dışı kaldığı açık olan bu Tasarı, her biri bağımsızlığı garanti edilmeden mücadele edilmesi mümkün olmayan başlıklarda, bütün değerleri tek bir “torba” içine dolduran bir perspektifle oluşturulmuştur.
Kurul üyelik seçilme yöntemi yürütme tarafından gerçekleştirilmektedir. 11 kişilik kurulun 8 üyesi bakanlar kurulu, üç üyesi ise cumhurbaşkanı tarafından; kurulun başkan ve ikinci başkanı da bakanlar kurulu tarafından seçilmektedir. Ayrıca Kurum Başkanına yardımcı olmak üzere Başbakan ya da yetkilendireceği bir bakan üç “Başkan Yardımcısı” atamaktadır. Mevcut TİHK Kanununda çoğulculuğun sağlandığı iddiasında dayalı “sivil kurumlardan” üyelikler yönündeki düzenlemeyi dahi içermemektedir. Kurul başkanının tek hakim olduğu ve bu anlamda süresi bile belli olmayan nitelikte, çağrı ile toplanma usulü öngörülmektedir. Bunun gibi mevcut TİHK kanunundaki eksik niteliği her zaman ifade edilen üyelik teminatı bile kaldırılmaktadır.
Yapısının nasıl oluşturulacağı tariflenmeyen ve sayısı 10’u geçmeyeceği esas alınan hizmet birimlerine Başkan görevleri tanımlanırken yer verilmektedir. Mevcut TİHK yasasındaki geniş tanımlı ve etkin çalışmayan hizmet birimlerine bile yer verilmemektedir. Ayrıca yedi bölgede açılacağı belirtilen Büroların kurulması, kaldırılması kararlarının Başbakan ya da görevlendireceği Bakan tarafından verilmesi, öngörülen yapının tamamen hükümetin kontrolü altında bir yapı kurulmak istendiğinin önemli bir işaretini oluşturmaktadır.
Kendisine münhasır kadro ve uzmanlık gerektiren her üç çalışma alanına öngörülen personel sayısı 150 olarak tarif edilmekte, bu kadroların nasıl seçileceğine dair herhangi bir kritere yer verilmemektedir.
İleride çıkacak bir Yönetmeliğe atıfla nitelikleri ve nedenleri konusunda düzenleme getirilmeyecek şekilde bilirkişilik müessesesi düzenlenmektedir.
Kurum gelir de elde edilebilecek bir yapıda tasarlanmış, böylece finansal bağımsızlığı açısından düzenleme öngörülmüş gibi, yürütüme ile arasında hiçbir mesafe olmayan Kurumun malvarlığı da denetimsiz kılınmaktadır.
Mevcut TİHK Kanunundaki geçici madde ile Başbakanlık insan hakları başkanlığının TİHK’e devredilmesi düzenlemişken bu Tasarıda da henüz kurumsallaşamamış TİHK’in TİHEK’a devri düzenlenmektedir.
İşkencenin önlenmesine yönelik geliştirilen Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’nin Seçmeli Protokolü (OPCAT) gereği oluşturulması gereken Ulusal Önleme Mekanizması görevini de, OPCAT gereklerine hiçbir şekilde hürmet etmeden, yeni oluşturulacak bu kuruma verilme girişimi ise Ulusal Önleme Mekanizması’nın bütünüyle içi boşaltılması anlamına gelmektedir.
Altı yıl boyunca “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu Tasarı Taslağı” olarak İçişleri Bakanlığı’nın sayfasında yer alan tasarının danışma süreçleri işletilmeksizin ortadan kaldırılması, kapsamlı, bütünlükçü ve samimi bir ayrımcılıkla mücadele yasası oluşturmaktan kaçınılması insan haklarının korunması ve eşitlik ilkelerinden yana bir gündemin olmadığı eleştiri ve endişelerimizi güçlendirmektedir. Ayrıca, ayrımcılık temellerinin kapsayıcı ve açık bir biçimde belirtilmemiş olması, ayrımcılık türlerinin bütünüyle kapsanmaması, tanımların eksik bırakılması, bazı alanlarda geniş tanımlara yer verip bazı alanlarda bu tanımlamaların yapılmaması gayri ciddi bir yaklaşımla tasarının hazırlanmış olduğuna işaret etmektedir.
Daha önceki taslaklarda Kurumun organları arasında görünen istişare ve danışma mekanizmasının tümüyle kurumsal yapıdan çıkarılmış ve istişare Kurum yönetimin takdirine bırakılmıştır. Kurumun sivil toplumla kuracağı ilişkiyi güçlendirecek  ve kendisini daha güçlü ve kamuoyu nezdinde meşru kılabileceği bir yapının ortadan kaldırılması ya da takdire bırakılması yapının devlet bürokrasisine hapsedilmesini güçlendirmektedir.
III. Sonuç
Mevcut Kanunda var olan Paris Prensipleriyle uyumsuzluğu koruyan ve dahası bütünüyle insan haklarının korunması amacından uzaklaşan bu Tasarı hükümsüzdür. Bizler dahil hiçbir kesimle paylaşılmadan, kapalı kapılar ardında hazırlanan, tüm itiraz ve eleştirileri değersizleştiren üstüne üstlük ulusal önleme mekanizması işlevini de yasaya dayalı gerçekleştiriyormuş gibi davranarak ev ödevini yerine getirdiği yanılsamasını yaratan bu Tasarının geri çekilmesi gerekmektedir.

17 Şubat 2016

Helsinki Yurttaşlar Derneği – İnsan Hakları Derneği

İnsan Hakları Gündemi Derneği – İnsan Hakları Araştırmaları Derneği

İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği

Türkiye İnsan Hakları Vakfı – Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

[1] Türkiye İnsan Hakları Vakfı , İnsan Hakları Derneği,İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği , İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ‘nin 18 Ocak 2016 tarihli açıklaması için bkz.
http://www.ihop.org.tr/2016/01/18/insanhaklarikurumsallasmasinatamamenaracsalbakiliyor/
[2] Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği
Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü-Türkiye Şubesi’nin 18 Mayıs 2009 tarihli ortak basın açıklaması:

“Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı” Derhal Geri Çekilmelidir!


[3] AB Komisyonunun 16 Ekim 2013 tarihli 2013 Türkiye İlerleme Raporu: http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2013_ilerleme_raporu_tr.pdf
[4] AB Komisyonunun 08 Ekim 2014 tarihli 2014 Türkiye İlerleme Raporu: http://www.ab.gov.tr/files/ilerlemeRaporlariTR/2014_ilerleme_raporu_tr.pdf
[5] Nils Muiznieks’in 26 Kasım 2013 tarihli raporu: https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?command=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2395762&SecMode=1&DocId=2079702&Usage=2
[6]  Christof Heyns’in 16 Mart 2013 tarihli raporu: http://ihop.org.tr/dosya/ceviri/ChristofHeyns_TurkiyeZiyaretiRaporu_Tr.pdf
[7] Christof Heyns’in 06 Mayıs 2015 tarihli raporu:  http://daccess-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G15/090/35/PDF/G1509035.pdf?OpenElement
[8] BM İnsan Hakları Komitesi 13 Kasım 2012 tarihli Sonuç Gözlemleri: http://tbinternet.ohchr.org/_layouts/treatybodyexternal/Download.aspx?symbolno=CCPR/C/TUR/CO/1&Lang=En
[9] Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Evrensel Periyodik İnceleme, 2. Dönem Türkiye Derlemesi (2015),  http://daccess-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G14/210/44/PDF/G1421044.pdf?OpenElement
[10] Birleşmiş Milletler Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, Türkiye’nin 4-6.ncı Dönemler Birleştirilmiş Raporu üzerine Sonuç Gözlemleri
http://daccess-ddsny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G16/003/50/PDF/G1600350.pdf?OpenElement
[11] Adli Tıp Uzmanları Derneği, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Gündem Çocuk Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Türk Tabipleri Birliği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin 17 Mart 2015 tarihili açıklaması: http://tihv.org.tr/turkiye-insan-haklari-kurumu-kanununda-degisiklik-yapilmasina-dair-kanun-tasarisi-taslagi-hakkinda-degerlendirme-notu/
[12] http://www.tihk.gov.tr/tr/duyuru-ve-haberler/haberler/kanun-revizyonu-calistayi-/92
[13] http://www2.tbmm.gov.tr/d26/1/1-0596.pdf

Hükümet, İnsan Hakları Kurumlarına Araçsal Bakıyor!

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, 11 Ocak 2016 tarihinde gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu toplantısında gündemlerinde olan“Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun kurulması” hakkındaki kararlarını basınla paylamıştır. Kurumun, bir “paket” içinde görüşüldüğünü ifade eden Hükümet Sözcüsü ,“vize muafiyeti koşulu” olarak tasarlanan bu kurumun “işkenceyi önlemek” amacıyla birlikte “kamu ve özel sektörün içerisinde karşılaşılabilecek ekonomik ve sosyal haklara erişimdeki ayrımcılığa dayalı olası hak ihlallerine karşı” kurulacağını; ve asla “yasama, yürütme ve yargıya müdahale etmeyecek” nitelikte olacağını belirtmiştir.. “Detaylı bir çalışmaya son şeklinin verildiği” ve “önümüzdeki günlerde TBMM’ne gönderileceği” belirtilen böyle bir çalışma bugüne kadar kamuoyu ile hiçbir şekilde paylaşılmadığı için tasarının içeriği tarafımızca bilinmemektedir. Bu nedenle Hükümet Sözcüsünün sadece “Türkiye için hayırlı uğurlu olması” temennisi ile son bulan bu açıklaması ile ilgili “hayırlı uğurlu” dileğinin, neden “hayırlı olamayacağına” dair görüşlerimizi bugün kamuoyu ile paylaşıyoruz:

  1. “İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması için Kurulan Ulusal Kurumların Statüsüne İlişkin İlkeler (Paris İlkeleri)”, bu kurumların hazırlık süreçlerine sivil toplumun katılımını zorunlu kılmaktadır. Böylece devletin kendi eylemlerinin denetim sorumluluğunu yine “Paris İlkeleri”nde açıkça ifade edildiği üzere “yapısal, işlevsel ve mali açıdan bağımsızlığı garanti altına alınmış” bir kuruma devretmesi öngörülmektedir. Bu nedenle sivil toplum, bu bağımsızlığın sağlanmasının garantörü olarak hazırlık sürecinin zorunlu unsuru olarak konumlandırılmaktadır. Dolayısıyla, sivil toplumu hazırlık sürecine hiçbir şekilde dahil etmemek daha en başından bu yeni kurumun geçersizliğini ilan etmek anlamına gelmektedir.
  2. İnsan Hakları Kurumunun felsefesinde, yasama, yürütme ve yargı erklerinin insan haklarına aykırı eylemlerinin önlenmesi için müdahaleci bir sıfatı olduğu gibi, ihlallerin giderilmesi açısından da koruyucu bir pozisyonu mevcuttur. Kurulacağı ilan edilen Kurumla ilgili Hükümet Sözcüsü’nün açıklamaları, zaten halen mevcut olan ve hiçbir şekilde insan haklarının korunmasında bir ağırlık teşkil etmeyen kurumlardan farklı bir işlev üstlenilmeyeceğinin kabulü anlamına gelmektedir. Ayrıca, insan haklarının korunmasında ve geliştirilmesinde daha da zarar verici bir yapının oluşturulacağı endişesini doğurmaktadır.
  3. İşkence, kamu otoriteleri ya da onlara eşlik eden özel kişi ya da profesyoneller tarafından, “alıkonulan kişiyi” küçük düşürmek, cezalandırmak, caydırmak, itiraf ya da bilgi almak amacıyla uygulanmaktadır. Öte yandan, “kamu otoritesini ve güvenini” kullanmayı ya da kötüye kullanmayı da içeren tekniklerin uygulandığı anı tarifler. Bu anlamda, alıkonulma mekanlarına habersiz ziyaret yetkisi tanınması suretiyle işkencenin önlenmesi amacını geliştiren uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’nin Seçmeli Protokolünü (OPCAT) oluşturmuştur. Türkiye de bu Sözleşmeyi ve Protokolü onaylamış ve yürürlüğe koymuştur. OPCAT uyarınca oluşturulması öngörülen Ulusal Önleme Mekanizması, kendi işlevini dahi yerine getiremeyen Türkiye İnsan Hakları Kurumu’na görev olarak verilmiştir. 2004 yılından beri, insan hakları örgütleri olarak, tamamen ayrı ve Sözleşmeye uygun olarak bağımsızlığını ve etkinliğini koruyacak bir ulusal önleme mekanizmasının oluşturulmasını savunageldik. Bakanlar Kurulu ilan ettiği bu yeni çalışmasıyla, zaten olmayan bir işlevi gerçekleşemeyecek başka fonksiyonlarla birleştirerek, özellikle yıllardır “insan hakları kurumları” adına bütünüyle içi boşaltılmış ve sonuçta insan hakları ortamına zarar verici yapılara dönüşmüş girişimlerine bir yenisini daha eklemesi endişelerine yol açmaktadır.
  4. Altı yıl boyunca “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu Tasarı Taslağı” olarak İçişleri Bakanlığı’nın sayfasında yer alan tasarının danışma süreçleri işletilmeksizin ortadan kaldırılması, kapsamlı, bütünlükçü ve samimi bir ayrımcılıkla mücadele yasası oluşturmaktan kaçınılması insan haklarının korunması ve eşitlik ilkelerinden yana bir gündemin olmadığı eleştiri ve endişelerimizi güçlendirmektedir. Aslında ayrımcılık ve bir seyahat hürriyeti kısıtlaması olan vize uygulamalarının kaldırılması ve vize muafiyeti sağlanması yönündeki müzakerelerin selameti adına, bir aracı olarak böylesi bir düzenlemeye gidilmektedir ki, bu da kurumun ne kadar “saygın” bir kurum olarak ele alındığına dair çok ciddi bir endişe verici durumdur .
  5. Hükümetin kapalı kapılar ardında hazırladığı, bir paket içerisinde ele aldığı, bir reform olarak sunmaya çalıştığı ve aslında böylesi bir kurumun saygınlığına hiç de önem vermeyip, sadece vize muafiyeti sağlanması mukabilinde tezahür eden bu tavırdır. İnsan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik bir zihniyet açıklamasıdır ve daha doğmadan saygınlığını kaybetmiş, önemsiz, alelade bir kurum olmaya mahkûmdur.

Türkiye için gerçekten “hayırlı olacak” olan insan haklarının çiğnenmesinden vazgeçilmesidir. Tüm kamuoyundan kaçırılarak hazırlandığı açık olan tasarı geri çekilmelidir. İnsan hakları kurumlarının işlevleri ile donatılmış olan diğer Kurumların da sessizliklerini bozmaları gerektiğini bu vesileyle hatırlatmakta fayda görüyoruz.
Yukarıda dile getirdiğimiz görüşlerimizi ilgili bütün uluslararası kuruluşlar ve Komiteler ile paylaşacağımızı da belirtmek isteriz.

İMZACI İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİ

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD)

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlum Der), Helsinki Yurttaşlar Derneği (HYD)

İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD), İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD)

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi (UAÖ Türkiye)