Örnek Resim

Tutuklu Yazar ve Gazeteciler Bir an Önce Salıverilmelidir!

“Hakikati Aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olamaz.” Stefan Zweig
 Gazeteci ve yazarların şiddet içermeyen düşüncelerini açıkladıkları ve ifade özgürlüklerini kullandıkları için terörle ilişkilendirilerek gözaltına alınmaları, tutuklanmaları ve cezalandırılmaları Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere aykırıdır. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilmiş ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin nitelikli izlemesi altında olan pek çok ifade özgürlüğü davası bulunmaktadır. Bunlara yenilerini eklemek Türkiye’nin ve demokrasisinin yararına olmayacaktır.
Anayasa’nın 90. Maddesinin sağladığı güvenceleri tereddütsüz bir şekilde yerine getirme görevi devletin, hükümetin ve kamu organlarının omuzlarındadır.
Özellikle bir aylık OHAL dönemi sürecinde, başta Lale Kemal Sarıibrahimoğlu, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türk’öne ve son olarak da Aslı Erdoğan gibi yazarlar olmak üzere, 50 civarındaki gazeteci ve yazar tutuklanarak cezaevine konulmuşlardır.
Şiddet İçermeyen Yazıları Nedeniyle Köşe Yazarları, Edebiyatçılar ve Gazetecilerin Tutuklanması, BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 19. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesinin İhlalidir.
Bu nedenle verilen tutuklama kararları acilen kaldırılarak, sözü geçen yazar ve gazetecilerin bir an önce önce özgürlüklerine kavuşmaları sağlanmalıdır.
Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği

“Diplomasız” Yüksek Lisans Programı Başlıyor!

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2010 yılından beri yürütülen insan hakları yüksek lisans programına Ankara Üniversitesi Senatosu kararıyla 2016 güz dönemi için kontenjan verilmedi. Her sene açtığı kontenjanın en az 10 katı başvuru alan bir yüksek lisans programının gördüğü ilgiyi karşılıksız bırakamazdık. Diplomasız bir yüksek lisans programı başlatıyoruz.

 Ankara Üniversitesi İnsan Hakları Yüksek Lisans Programı; bünyesinde siyaset bilimi, iletişim, hukuk, uluslararası ilişkiler gibi farklı disiplinlerden, alanında kendisini ispatlamış çok değerli akademisyenleri bir araya getiren Türkiye’deki çok az sayıda insan hakları yüksek lisans programından biridir. Programımız, 2010 yılından beri her sene, programın disiplinlerarası yapısına uygun olarak farklı alanlardan mezun olmuş toplam 15 öğrenci almaktadır. İnsan hakları yüksek lisans programı, kimisi kamuda kimisi özel sektörde kimisi ise sivil toplumda insan hakları alanında çalışan bu öğrencileri bir araya getirerek akademi ile aktivizm işbirliği yoluyla her iki alanı da beslemeyi amaçlamaktadır. SBF İnsan Hakları Merkezi’nin sivil toplumla işbirliği halinde yürüttüğü yaz okullarıyla ve düzenlediği akademik konferans ve toplantılarla bu amaç desteklenmektedir.

2016 yılı için de benzer bir hazırlığa sahip olan yüksek lisans programımıza, talebimize ve Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün olumlu kararına rağmen Ankara Üniversitesi Senatosu tarafından kontenjan verilmediğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu karar alınırken, resmi veya gayrı-resmi yoldan Anabilim Dalı ve hocaları bilgilendirilmiş değildir. Dahası Anabilim Dalı ve Enstitü tarafından uygun görülen kontenjanın kimin tarafından uygun görülmediği de belirsizdir, çünkü konu Senato’da da tartışılmış değildir. Bu kararın gerekçesini öğrenmek ve bu kararın geri alınmasını sağlamak için resmi düzeyde idari girişimler yapılmıştır.
Bu karardan dönülmesi, dönülmediği takdirde de bu kararın sadece bir döneme özgü kalması umudumuzdur.

Diplomasız Yüksek Lisans Programı

Ancak hevesle yürüttüğümüz ve çok ilgi gören bu yüksek lisans programının geleceği hakkındaki kararları programda ders veren akademisyenlerin belirlemesi gerektiğini düşüncesiyle bu girişimlerin olası olumsuz sonuçlarını da gözeterek aşağıda isimlerini görebileceğiniz öğretim elemanları olarak “diplomasız” bir yüksek lisans programı başlatmaya karar verdik. Şüphesiz bu programı, resmi makamlar aracılığıyla yürütmek mümkün değildir. Bu nedenle alınan karar bir anabilim dalı kararı değil, anabilim dalında ders veren ve bu programa katılmak isteyen hocaların kararıdır.
Bu yüksek lisans programı, insan hakları yüksek lisans programında ders veren akademisyenlerin gönüllü katılımıyla ve mesai saatleri haricinde yürütülecektir. Mekânımız ise Ankara’da faaliyette olan ve desteğiyle bizleri güçlendiren aşağıda isimleri sayılan çeşitli insan hakları kuruluşlarının sağlayacağı sınıflıklar olacaktır. Programdan mezun olmak için her biri üç kredilik yedi ders ve bir semineri başarıyla tamamlamak gerekmektedir Programda resmi yüksek lisans programı için öngörülen standartlardan hiçbir şekilde taviz verilmeyecektir. Bu nedenle, program devam zorunluluğu olan bir programdır. Başvuru koşullarımız da daha önceki yıllarda olduğu gibi 50 yabancı dil ve 55 ALES (Sözel) puanı ile en az 2.00 lisans ortalaması şeklindedir.
“Diplomasız” yüksek lisans programımıza başvurmak isteyen adaylar 25 Ağustos- 5 Eylül 2016 tarihleri arasında diplomasizyukseklisans@gmail.com adresine CV’leri ve koşulları sağladıklarını gösterir belgeler (ALES, diploma ve yabancı dil belgesi) ile birlikte başvurabilirler. Mülakat ise 8 Eylül Perşembe günü İnsan Hakları Ortak Platformu’nun ofisinde (İHOP) yapılacaktır.

Destekleyen Hoca Listesi

  1. Dr. Ayhan Yalçınkaya
  2. Doç. Dr. Ahmet Murat Aytaç
  3. Dr. Bedriye Poyraz
  4. Arş. Gör. Dr. Cavidan Soykan
  5. Doç. Dr. Elçin Aktoprak
  6. Arş. Gör. Dr. Ersin Embel
  7. Dr. Funda Keskin Ata
  8. Dr. Gökçen Alpkaya
  9. Doç. Dr. Kerem Altıparmak
  10. Doç. Dr. Murat Sevinç
  11. Arş. Gör. Nisan Kuyucu
  12. Doç. Dr. R. Barış Ünlü
  13. Dr. Sevilay Çelenk
  14. Dr. Ülkü Doğanay
  15. Arş. Gör. Dr. Zafer Yılmaz

Destekleyen Kurum Listesi

  • AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu
  • Gündem Çocuk Derneği
  • Helsinki Yurttaşlar Derneği
  • İnsan Hakları Derneği (İHD) ve İHD İnsan Hakları Akademisi
  • İnsan Hakları Ortak Platformu
  • Kadın Dayanışma Vakfı
  • Kaos GL Derneği
  • Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği
  • Türkiye İnsan Hakları Vakfı
  • Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

Demokrat Yargı Derneği Yöneticisi, Diyarbakır Adliyesi Hakimi ve İnsan Hakları Savunucusu Muzaffer Şakar Serbest Bırakılmalıdır!

11 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alınan Demokrat Yargı Derneği yöneticisi ve Diyarbakır Adliyesi hâkimlerinden Muzaffer Şakar, insan hakları alanı ile ilgilenen tüm kurum ve kuruluşların yakından tanıdığı, insan hakları, özellikle adil yargılanma ve yargı organının sorunları alanındaki eserleri ile saygı toplamış, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nda raportörlük görevinde bulunmuş, tüm toplumsal kesimlerin haklarını savunan bir insan hakları savunucusudur.
Şakar, darbe girişimini gerçekleştiren grubun yargı içindeki faaliyetlerini yıllardır gündeme getiren, meslek etiği ve ilkelerine bağlı bir hukukçudur. Bu faaliyetleri nedeniyle halen tutuklu bulunan iki adalet müfettişinin Muzaffer Şakar’ın sicilini haksız yere bozması üzerine, birinci sınıfa terfi etmesi dört yıl gecikmiştir. Müfettişlerin haksız sicil işlemlerine karşı yıllarca mücadele etmiştir. Başarılı bir hukukçu olmasına rağmen sürgün olarak görülen yerlere tayin edilmiş ve kendisine aktif görevler verilmemiştir. Yazdığı ve katkıda bulunduğu iki kitapla, yargı kurumu içindeki hukuk dışı uygulamaları ve cemaat örgütlenmesini 2010 yılından itibaren gündeme taşımıştır.
Hiç kimse yargı içindeki usulsüzlük ve hukuksuzluklardan bahsetmez iken Şakar bu konuları cesaretle ele almıştır. Kendisine teşekkür edilmesi gerekirken gözaltına alınması, insan hakları kuruluşlarında büyük bir endişeye neden olmuştur.
Şakar bir an önce serbest bırakılmalıdır. Haklarında soruşturma yapılan grup ya da gruplarla irtibatlı olduğunu ileri sürenler ortaya çıkarılmalıdır. Gerek Türkiye gerekse uluslararası alanda insan hakları kuruluşları, Şakar’ın gözaltı sürecini yakından izleyecek ve ortaya çıkabilecek insan hakları ihlallerini gündeme taşıyacaktır.

■ Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd)
■ İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD)
■ İnsan Hakları Derneği (İHD)
■ İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD)

Ortak Açıklama

Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği,
İnsan Hakları Gündemi Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye
Ortak Açıklama
26 Temmuz 2016
15 Temmuz 2016 tarihinde girişilen, başarısız kalmakla birlikte toplumda ağır yaralar açılmasına yol açan darbe girişimini kınadığımızı, demokrasinin inkarı ve temel hak ve özgürlüklerin yok sayılması anlamına gelen tüm darbe ve darbe girişimlerine amasız, fakatsız ve ancaksız karşı olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Hükümet, darbe girişimini tam olarak bertaraf etmek ve gerçek suçluların cezalandırılabilmesini sağlamak için bir dizi tedbir alabilir ve almalıdır da. Ancak bu tedbirler, temel insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukukun üstünlüğü prensiplerini esas alan bir temele dayalı olmalıdır.
Türkiye, temel insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve hayata geçirilmesi bakımından yalnızca Anayasa’sında yer alan hükümler açısından değil aynı zamanda BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin tarafı olarak, bu sözleşmelerde yer alan hükümler açısından da yükümlülük altındadır. Olağanüstü tedbirler almak durumunda olan bir devlet, bu yükümlülüklerinin bir kısmında  bir azaltmaya gidebilir ancak bu azaltma, yaşam hakkı, işkence yasağı, köle ve kul halinde tutma yasağı, din, vicdan düşünce ve kanaat açıklamaya zorlanmama yasağı, cezaların yasallığı ve suç ve cezaların geriye yürütülemezliği hükümlerinde uygulanmaz. Ayrıca, açıkça yazılamasa da, her iki sözleşmede düzenlenen “adil yargılanma güvenceleri” hiç bir durumda istisna tanımayan hakların korunmasını sınırlandıracak önlemlere tabi tutulamaz. Anayasada ve sözleşmelerde yer alan masumiyet karinesi dahil, adil yargılanma temel ilkelerinden sapma ise her durumda yasaklanmıştır.
Olağanüstü hal uygulaması çerçevesinde alınan tedbirlerin uygulanması sonucunda ortaya çıkabilecek sonuçların, hiç bir biçimde dokunulmayacak hakları ihlal etmiyor olması gerekir. Dolayısıyla gözaltına alınma durumunda bir avukata erişim, hekime erişim ve şikayet mekanizmasına erişim güvence altına alınmalıdır. İşkence yasağına uymayanlar için etkili soruşturma, kovuşturma ve cezalandırma usulleri uygulanmalıdır. Uluslararası insan hakları standartlarının öngördüğü gözaltı sürelerinden daha uzun gözaltılar olağanüstü hal uygulaması sırasında gerekçesiz olarak kullanılmamalı, bu gerekçelerin de amacına uygun ve ölçülü olması güvence altına alınmalıdır. Ölçülülük ve amaca uygunluk bütün alınan tedbirler bakımından genel bir kural olmalı, keyfi ve amacı aşan uygulamalara izin verilmemelidir.
Bu tehdidin bir kez daha yaşanmamasını sağlamak herkesin önünde  duran en önemli görev ve sorumluluktur. Temel hak ve özgürlüklere dayalı, hukukun üstünlüğü prensiplerine saygılı çoğulcu bir demokrasinin temellerini güçlendirerek her türlü demokrasi karşıtı hareketin önüne geçmek mümkündür. Olağanüstü hal ilanı, demokratik rejimlerde bir istisnadır. Bu istisnanın gerekçesi, sadece olağan yollarla bertaraf edilemeyecek tehlikeleri önleyecek acil önlemleri alabilmektir. Bunların ötesine geçecek ve uluslararası insan hakları hukuk ve Anayasada güvence altına alınan insan hakları ve temel özgürlükleri ortadan kaldıracak uygulamalara meydan verilmemelidir. Olağanüstü dönemlerde de hukukun üstünlüğü ilkesine sahip çıkmak gerekir.
Bir an önce ülke koşulları normalleştirilerek olağanüstü hal yönetimi sona erdirilmelidir!

ORHAN KEMAL CENGİZ DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR!

ORTAK AÇIKLAMA

23 Temmuz 2016, Ankara
 
İnsan Hakları Gündemi Derneği Eski Başkanı, İnsan Hakları Savunucusu, Arkadaşımız, Avukat,
 ORHAN KEMAL CENGİZ DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR.
21 Temmuz 2016 tarihinde İstanbul’da açıklanmayan bir nedenle  gözaltına alınan İnsan Hakları Savunucusu Orhan Kemal Cengiz’in  hangi gerekçeyle tutulduğunu bilmiyor ve durumundan endişe duyuyoruz.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde gecikmeye mahal vermeden derhal serbest bırakılmasını  talep ediyoruz.
Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

İHOP Çalışmaları

Yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok çalışma yürüten İHOP, insan haklarının uygulama alanının yerel düzey olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle yerel insan hakları örgütlerinin güçlerini ve içinde bulundukları topluluklarla ilişkilerini önemser. İHOP tarafından yürütülen kapasite güçlendirme programlarının çoğu da yerel insan hakları örgütlerinin güçlendirilmesine yöneliktir. Yerel insan hakları örgütlerinin yerel ağlarla birlikte çalışmasını teşvik etmek İHOP’un amaçlarından biridir. İnsan hakları standartlarıyla ilgili bilgilendirme çalışmalarının temel hedef gruplarından biri de yerel insan hakları örgütleridir. İHOP, ulusal düzeyde diğer insan hakları örgütleri ve üniversitelerle işbirliği yaparak merkezi hükümete yönelik çalışmalar da yürütmektedir. Bu kapsamda insan hakları bilgisi sağlayarak diyalogu ve savunuculuğu kolaylaştırmaktadır. Uluslararası düzeyde ise BM, Avrupa Konseyi, AGİT ve AB ortamında Türkiye’de insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve güçlenmesine amacıyla çalışmalar gerçekleştirmektedir.

Adalet İstatistiklerinin Dili: Gezi’de Yazılan Cezasızlık Destanı Kahramanlık Değil

2009 yılında kaleme aldığımız bir yazıda, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda yer alan iki suç tipinin ilişkisini incelemiştik.[1] Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde çok sayıda kolluk görevlisi ile yürüyüşe katılan kişi arasında karşılaşma gerçekleştiği için, zor kullanma yetkisinin aşılması suçu (TCK 256. madde) ile görev yaptırmamak için direnme suçu (TCK 265. madde) arasındaki ilişki ilgimizi çekmişti.
Yazı önemli yasal değişikliklerin henüz hayata geçirilmediği ve görece barışçıl bir dönem olan 2006 verilerini incelemişti. O tarihte TCK 265. maddeden verilen 10 bin 207 mahkumiyetine karşılık, sadece 116 TCK 256. madde mahkumiyeti dikkat çekiyor.
Her bir kolluk görevlisi için 100 kat vatandaşın cezalandırılması dikkat çekici bulunmuş ve aslında karşı dava tehdidinin nasıl yıldırıcı bir silaha dönüştüğünün altı çizilmişti.
2016’da bu kez 2009-2014 yıllarına ilişkin yaptığımız benzer bir inceleme durumun düzelmek bir yana korkunç bir seviyeye geldiğini gösteriyor.[2] Zor kullanma yetkisinin aşılmasını düzenleyen TCK 256. madde artık hemen hemen hiç bir mahkumiyetle sonuçlanmazken, TCK 265. maddeden verilen mahkumiyet kararlarının katlanarak arttığı gözleniyor.
Gezi olaylarının gerçekleştiği 2013 ve onu izleyen 2014’te ise TCK 256. madde mahkumiyetleri sıfıra yaklaşırken, TCK 265. madde mahkumiyetlerinin tarihi zirvelerini gördüğünü tespit edebiliyoruz.
Öyle ki 2006’da her bir kolluk görevlisine 100 vatandaşın mahkum olması şeklinde belirlediğimiz oran, 2013’te yaklaşık her bir kolluk görevlisine karşı 10 bin vatandaşa dönüşmüş durumda.
Bu rakamlar, bir yandan cezasızlığın nasıl kökleşmiş bir devlet sorununa yol açtığını gösterirken, diğer yandan tüm adalet teşkilatının ne kadar yanlı ve adaletsiz işlediğini göstermek açısından da son derece çarpıcı.
Hatırlanacaktır dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan Gezi Olaylarına ilişkin “Polisimiz kahramanlık destanı yazdı” demişti.[3] Evet yazılan bir destan var ama aşağıda rakamlarıyla görüleceği gibi bu bir “cezasızlık destanı”.
Aşağıda bu durumu ayrıntıları ile incelemeye çalışacağız.

Hemen hemen hiç mahkumiyet alınmayan bir suç: TCK 256

Eski Ceza Kanunu’nda işkence düzeyine gelmeyen eylemler 765 sayılı TCK’nin 245. maddesine göre cezalandırılıyordu. Yeni Ceza Kanunu’nda böyle bir ayrım olmamakla birlikte, kolluk görevlilerinin resmi gözaltı yerleri dışında gerçekleştirdiği her türlü şiddet eyleminin 256. madde ışığında değerlendirildiğini söyleyebiliriz.
Bu nedenle, ilgili madde hem toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kullanılan güç, hem de gözaltı gibi kolluk tedbirlerinin uygulanmasında sınırın aşılması hallerinde uygulanan geniş kapsamlı bir kuraldır:
“Madde 256- (1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
Çok az sayıda vakanın işkence olarak nitelendirildiği düşünülecek olursa, Türkiye’de kolluk şiddetinin ve cezasızlığın asıl ölçütünün bu madde olduğu rahatlıkla söylenebilir.
2006 istatistiklerinde 116 kişinin mahkumiyetiyle sonuçlandığı belirtmiştik. Aynı yıl 338 kişinin de beraat ettiği görülüyor. Ancak ilerleyen yıllarda, bu sayılar hızla düşüyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, TCK 256. madde açısından Adalet Bakanlığı soruşturma ve kovuşturma istatistikleri arasında ciddi bir uyumsuzluk var. Soruşturma sonucunda açılan kamu davası sayısıyla, karara bağlanan kovuşturma sayıları arasında uçurum görülüyor.
Örneğin, 2009’da 4 bin 281 soruşturma sonuçlandırılıp, bunların 2 bin 415’inde kamu davası açılmışsa da aynı yıl kovuşturma aşamasında 479 karar verildiği görülüyor.
Diğer yıllarda da bu beşte bir oranı mevcut. Diğer suç tiplerinde görmediğimiz bu sapmanın nedeni tam olarak saptanamıyor. Yılda ortalama 2 bin 500 dava açılırken, nasıl olup da ortalama 500 karar verilmektedir? Bunun açıklanması güçtür.
Bununla birlikte, soruşturulan vaka sayısı esas alındığında ortaya çıkan şikayet / mahkumiyet oranı 4 binde 13 gibi anlaşılması mümkün olan bir düzeydedir. Bir başka deyişle, soruşturulması istenen 4 bin vakada sadece 13 kolluk görevlisi ceza almakta, bunların da 2012-2014 yıllar arasında sadece dördü şeklinde gerçekleşmektedir. Bu yıllar içerisinde soruşturma başlatılan olay 12 bin 295 iken hapis cezası verilen toplam kişi sayısı dörttür.
Bu koşullarda, şikayet edilen her 3000 polisten sadece birinin hapis cezası aldığı sonucu çıkarılabilir. Bu hapis cezalarının fiilen uygulanıp uygulanmadığı da bilinemiyor.

Soruşturma aşaması

Yukarıda açıklandığı gibi soruşturma aşamasında kamu davası açılan birçok davada sonraki aşamanın ne şekilde rakamlaştırıldığı anlaşılmamakla birlikte, direnme suçuyla kıyaslama açısından kaç vakada ve ne oranda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğinin belirlenmesinde fayda vardır.

Kovuşturma evresi

Bir şekilde haklarında orantısız güç kullanma gerekçesi ile dava açılan kamu görevlilerinin hemen hepsi kovuşturma aşamasında beraat etmektedir. Yıllara göre döküm bu eğilimin artık mutlak bir cezasızlığa dönüştüğünü göstermektedir.
Bu rakamların ortaya koyduğu gibi TCK 256’dan verilen mahkumiyet oranları çarpıcı derecede düşüktür ve muhtemelen hiçbir suç tipinde eşi benzeri görülmedik düzeydedir.
Alınan mahkumiyet kararlarının da büyük çoğunluğu anlamlı bir sonuç  doğurmuyor. Yaptırımlar genelde hapis dışı niteliktedir:

Gezi olaylarına tekabül eden 2013 ve 2014 yıllarında toplam hapis cezası alan kamu görevlisi sayısı ikidir. Bu hesaba göre savcılığın önünde hakkında soruşturma olan bir kamu görevlisinin TCK 256. maddeden hapis cezası alma ihtimali yüzde 0,05’tir.
Birçok olayın savcılığa hiç intikal de etmediği düşünülecek olursa, bu ihtimalin sıfıra yakın olduğu sonucu çıkarılabilir. Bir başka deyişle, herhangi bir toplantıda kolluk gösteriye katılanlara dilediği gibi şiddet uygulayabilir, sonuçları ne olursa olsun cezalandırılmayacağı garantidir.

TCK 256. maddenin tam zıttı TCK 265. madde: Herkes direniyor!

TCK’nın 265. maddesi görev yaptırmamak için direnme suçunu düzenlemektedir:
“Madde 265- (1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bu hüküm, her türlü kamu görevlisini kapsadığı için salt kolluğun göreviyle sınırlı olmadığı şüphesizdir. Bununla birlikte, bu hükme dayanarak açılan davaların büyük bir ekseriyeti kolluğun görevinin engellenmesi gerekçesi ile açılmaktadır.
Özellikle toplumsal olaylarda, başka bir gerekçe bulunamazsa polisle karşı karşıya gelen kişiler hakkında bu hükmün çok sık uygulandığı biliniyor. Bu maddenin uygulanması, TCK 256. maddeden farklı olarak 2006’dan beri hızla arttı, hem yargılananların hem de mahkum olanların sayıları keskin bir yükseliş gösteriyor.

Soruşturma evresi

Görüldüğü gibi, bu suçta kovuşturma yüzdeleri TCK 256’yla kıyaslanmayacak derecede yüksektir:


Orantısız güç kullanmada yüzde 40’ları bulan takipsizlik oranları, direnme suçunda yüzde 10’lara geriliyor. Dahası kovuşturma evresinde hem mahkumiyet sayısının hem de mahkumiyetler içerisinde hapis cezasının katlanarak arttığı görülüyor.

Kovuşturma evresi

TCK 256. madde hükümlerinde yüzde 2’ye düşen mahkumiyet oranları hem de çok sayıda dava varken TCK 265. madde hükümlerinde yüzde 50’ye kadar yükseliyor. Dahası, hapis cezalarının toplam mahkumiyetler içerisindeki payı da 256’nın aksine azımsanmayacak düzeydedir.


Tüm bu figürleri şöyle basitleştirebiliriz. 2014 verilerine bakarak şöyle bir çıkarımda bulunmak mümkündür. 2013’te Gezi olaylarında 31 bin 008 gösterici 3 bin 909 kamu görevlisi ile karşılaşmıştır. Bu 31 bin 008 kişinin 5 bin 641’i hapis cezası almış, 3 bin 909 polis memurundan sadece ikisi mahkum olmuştur. Bir başka deyişle, 2006’ta saptadığımız 1/100 oranı 2013’te 1/2500e dönüşmüştür.
Herhangi bir adil hukuk sisteminde bunun makul bir açıklaması olamaz. Bu koşullar altında işkence ve kötü muameleye değil, olsa olsa demokratik hakların kullanımına “sıfır tolerans”tan bahsedilebilir.
2015 sonrası verilerin daha da vahim olacağı şüphesizdir. Sanıyoruz şimdi askere getirilmek istenen ekstra dokunulmazlık güvencelerini de “fiili durumun yasal hale gelmesi” şeklinde okumak mümkündür. (KA/FS/EKN)
Kerem Altıparmak – Feray Salman
İstanbul – BİA Haber Merkezi
09 Haziran 2016


[1] Kerem Altıparmak (2009), “Türkiye’de Orantısız Güç Kullanma Sorunu”, 115 Toplum ve Bilim 138
[2] İncelemede kullanılan veriler Adli Sicil İstatistiklerinden elde edilmiştir. Bu yıl aralıklarının seçilmesinin nedeni, özellikle 2007 ve 2008 yıllarına ilişkin ana eğilimden sapan ve açıklanması kolay olmayan verilerin mevcut olması hem de PVSK ve Terörle Mücadele Yasalarındaki değişikliklerin etkilerini 2009dan sonra daha net görebilmemizdir. Burada sunulan istatistiki verilerin tamamına http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/adaletistya.htmladresinden ulaşılabilir.

BM İşkenceye Karşı Komite'nin Türkiye'ye İlişkin Sonuç Gözlemleri ve Tavsiyeleri Yayınlandı

11 Mayıs 2016 tarihinde BM İşkenceye Karşı Komite tarafından onaylanan ve Türkiye’nin sunmuş olduğu Dördüncü Periyodik Rapor temelinde değerlendirme ve tavsiyeler içeren Sonuç Gözlemleri, İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından Türkçeye çevrildi.
Sonuç Gözlemlerinde, İşkence ve kötü muamele fiillerinin cezasız kalması, terörle mücadele operasyonlarında alıkonulan kişilere karşı işkence ve kötü muamele iddiaları, göstericilere karşı aşırı güç kullanımı, mülteci ve sığınmacıların geri gönderilmeme ilkesi, tutukluluk koşulları, askerlik hizmeti sırasında yaşanan şüpheli ölümler, ulusal önleme mekanizması, bağımsız şikayet mekanizması gibi konulardaki Komite’nin endişeleri ve tavsiyeleri yer alıyor.
BMIskenceyeKarsiKomite_Sonuc_Gozlemleri_TUR_2016_070616s
 

İnsan Hakları Kuruluşları Soruyor: #HurşitKülterNerede?

Soruyoruz: #HurşitKülterNerede?
Aşağıda imzası olan kuruluşlar 27 Mayıs 2016 tarihinden beri kendisinden haber alınamayan Hurşit Külter’in akıbeti ile birlikte yeniden uygulamaya konulduğu yönünde kuvvetli emareler bulunan ‘zorla kaybetme politikası‘ konusunda Türkiye ve uluslararası kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyor.
Kürt sorununun çözümü konusunda müzakereci tutumun terkedilmesi ve geleneksel savaş konseptine geri dönülmesinin ardından arka arkaya ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar sırasında yaşanan ağır insan hakları ihlalleri ve artan kayıp haberleri endişe vericidir.
Son olarak DBP Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter 27 Mayıs 2016 tarihinden bu yana kayıptır.
Külter’in babası oğlunun bu tarihte kendisini arayarak “şuan evde olduğunu, evin etrafının askerlerce sarıldığını, kendisini almaya geldiklerini, akıbetini araştırmalarını ve haklarını helal etmelerini” söylemiş ve hemen sonra iletişimin kesildiğini, oğlundan bir daha haber alamadığını ifade etmiştir.
Bilindiği gibi bu operasyonlara katılan güvenlik görevlileri tarafından kullanıldığı düşünülen “BÖF@Tweet_Guneydogu” mahreçli twitter hesabında Hurşit Külter’in ‘gözaltında olduğu‘ yazılmıştır.
Şırnak Valiliği, Şırnak Cumhuriyet Savcılığı ve Şırnak İl Emniyet Müdürlüğü Hurşit Külter’ in gözaltında olduğunu reddetmekte ve akıbeti konusunda başka hiçbir bilgi verememektedir.
Hurşit Külter’in akıbetinin belirlenmesi, yaşamına yönelik bir tehlike varsa bertaraf edilmesi için gerekli önlemlerin alınması Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulusal ve uluslararası hukuk karşısında sorumluluğudur.
Bir kişinin güvenlik görevlileri tarafından gözaltına alındığı, kendisinden bir daha haber alınamadığı, daha sonra kaybedildiği bir durum söz konusu ise devlet bu durumun nasıl gerçekleştiği konusunda mantıklı bir açıklama yapmak durumundadır.
Hurşit Külter’in akıbeti derhal açıklanmalıdır!
Cezasızlıkla Mücadelede Güçbirliği bileşeni imzacılar:
Batman Barosu, Diyarbakır Barosu, Hakikat Adalet Hafıza Çalışmaları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Şırnak Barosu, Van Barosu

BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi'nin 35 No'lu Genel Tavsiye'si Türkçeye Çevrildi

Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi Genel Tavsiye No: 35, Türkçeye çevrilerek yayınlandı. İnsan Hakları Ortak Plaformu tarafından Türkçe’ye kazandırılan bu genel tavsiye, Taraf Devletlerin Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin ırkçı nefret söylemiyle ilgili yükümlülüklerini yerine getirmelerine ve raporlamalarına yardımcı olmayı amaçlamaktadır.
Tavsiye’nin tam metnine ulaşmak için tıklayınız