Hazırlayan: Kerem Altıparmak
Bir insan hakları hukukçusu ve aktivisti için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde bir davayı kazanmak, bir adaletsizliği sonlandırmak şüphesiz tarifi güç bir mutluluk. Ne var ki Türkiye gibi her yıl binlerce hak ihlalinin gerçekleştiği bir coğrafyada bu kazanım deniz yıldız– larını tek tek denize atmaktan daha fazla bir anlam taşımıyor. Çünkü her bir ihlal aslında aynı yasalardan, aynı sistematik bozukluklardan, aynı idari yargısal eğilimlerden kaynaklanan sorun– lar tekil örnekleri. Gerçek başarı o bozukluğu tamir etmekten, sistematik yanlışı düzeltmekten geçiyor.
AİHM, 800 milyonluk bir coğrafyada karar veren 47 hakimli bir mahkeme. Bu mahkemenin 800 milyonun ihtiyaç ve taleplerine tek tek cevap veremeyeceği de çoktan anlaşıldı. O nedenle, taraf devletlere sadece hakları ihlal eden süjeler değil ve fakat aynı zamanda Sözleşme değerlerini ve koruma sistemini içselleştiren aktörler gözüyle bakılmak isteniyor. Bu çalışmada birçok yerde bu beklentinin gerçekçiliğinin sorgulandığını göreceksiniz. Öte yandan, bunun yeni bir gerçeklik olduğunu yadsımak da mümkün değil.
Peki bir taraf devlet yanlışlarını düzeltmeye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) değerlerini benimsemeye nasıl zorlanabilir? Bu çalışma bir bütün olarak bunu tarif etmeye çalışacak. AİHM kararlarının uygulanmasının izlenmesi tam da bu nedenle çok kritik bir anlama sahip. Ne var ki bu alan çok az bilinen, yeni yeni yükselen bir alan. AİHM bir karar verdikten sonra bu karar infaz edilmek üzere Bakanlar Komitesine gönderiliyor. Bakanlar Komitesi, kararı uygularken sadece başvurucu açısından değerlendirme yapmıyor, aynı durumdaki herkesi ilgilendirecek genel önlemlerin yerine getirilip getirilmediğine de karar veriyor. Örneğin, terör propagandası nedeniyle mahkûm edilmiş bir kişinin kararında, Bakanlar Komitesi sadece o kişinin cezasının kaldırılıp kaldırılmadığı ile ilgili değil propaganda suçuna ilişkin gerekli yasal değişikliklerin yapı– lıp yapılmadığına, uygulamanın değişip değişmediği ilgili olarak da karar veriyor. İlk karar; iki taraf, başvurucu ve devlet, arasında çekişmeli bir şekilde devam ettikten sonra, bu karardan etkilenen yüzlerce, binlerce insanın katılımı olmaksızın devletin tek taraflı icraatları ve bildirim– leri ile devam ediyor.
Kararların infazı aşaması başvurucu ve onu temsil edenler açısından sınırlı olanaklar içeriyor. Eğer devlet tazminatları düzenli ödüyorsa ve çok istisnai durumlar dışında kararda doğrudan bireysel önlemler önerilmemişse, başvurucu ve hukuki temsilcilerinin kararın infazı için Bakanlar Komitesinin önünde mücadeleyi sürdürmesinin çok bir anlamı yok. Bu nedenle, istisnai örnek– ler dışında başvurucunun Bakanlar Komitesinin önündeki süreci takip ettiği örneklerle çok fazla karşılaşmıyoruz. Öte yandan, durum insan hakları örgütleri için çok farklı. Asli işi herkes için eşit bir şekilde insan haklarını savunmak olan sivil toplum örgütleri için bir tek kişi için verilmiş bir karar çok önemli imkanlar yaratma potansiyeli taşıyor. İnsan hakları örgütleri, AİHM kararlarının infazı sürecinde ellerinde çok güçlü bir dayanak olarak uluslararası standarları tarif eden bir AİHM kararına dayanarak savunuculuk faaliyeti yapma imkanına kavuşuyorlar.
Bu nedenle, bu çalışmada ayrıntıları ile anlatılacak sivil toplum örgütlerinin bu sürece katılım imkanları çok önemli bir insan hakları aktivizminin kapılarını aralıyor. Bu olanağın nasıl kullanı– lacağı bu açıdan çok kritik. AİHM kararlarının uygulanmasının izlenmesi sivil toplum için yeni ve fakat hızla yükselen bir trend. Bununla birlikte, bu trendi geçici bir moda gibi görmemek, kalıcı ve belki de insan hakları mücadelesinin en önemli araçlarından biri olarak görmek ve değerlen– dirmek gerekiyor.
Bu arka plan akılda tutulduğunda, konuya salt bir eğitim materyali hazırlama gözüyle bakmak, çalışmanın özüne ve amacına aykırı gözüküyor. 1990’ların hemen başında hukuk eğitimine
başlayan ve uzmanlığını insan hakları alanında yapan biri için AİHS serüvenini takip etmek hem ulusal hem de uluslararası alanda insan haklarının gelişimini izlemek açısından heyecan verici ve çok gerçekçi bir deneyim. AİHM kararlarının uygulanmasına ilişkin bir rehber yazmam isten– diğinde bu ilginç serüveni anlatmadan teknik bir metin yazmanın suya yazı yazmak gibi olacağını düşündüm. Bu noktaya nasıl geldik, buradan nereye gideceğiz, kararların uygulanması neden bu kadar önemli gibi soruları açıklamadan, sivil toplum örgütlerine Bakanlar Komitesine şu şekilde sunum yapabilirsiniz demek bu rehberi boş ve eksik bırakacaktı. Bu nedenle, bu kitap aslında başlığından çok daha fazlasını içeriyor. Konunun esasına gelmek için uzunca bir şekilde o konunun temellerini tarif etmeye çalışıyor.
Çalışmanın ilk bölümü, kısa bir AİHS tarihçesine yer veriyor. Bu bölümde çok istisnai olarak başvuruları inceleyen bir mahkemenin on binlerce başvuru ile boğuşan bir yargı merciine dönüşmesini ve bu yükü kaldırabilmesi için tekrar ve yeniden ulusal mekanizmalara dönüşün zorunluluğu anlatılmaya çalışılıyor. Bu bölümde görüleceği üzere, süresiz bir şekilde devam eden reform sürecinin en önemli duraklarından birini yerindenlik ilkesi ve kararların infazı ve izlenmesi oluşturuyor.
Çalışmanın ikinci bölümü bir AİHM kararı ne demektir, kararda bulunan ihlal nasıl giderilebilir sorusunu soruyor. Bu bölümde esastan ihlal bulunan bir kararın tipolojisini tarif etme yanında, bir kararın infaz edilebilmesi için hüküm fıkrası dışında da okunması gereken bölümler tarif– lenmeye çalışılıyor. Gerçekten de, sıklıkla yapıldığı üzere kararın salt hüküm fıkrasına bakmak, gerekçeden çıkarılabilecek savunuculuk imkanlarını görmemek kararın uygulanmasının vaat ettiği imkanları zayıflatma potansiyeli taşıyor. Yine bu bölümde, bir ihlalin giderilmesi için bireysel ve genel anlamda alınması gereken önlemlerin neler olabileceği, davalı devletin takdir marjının sınırlarının neler olabileceği tartışılıyor. Bu bölümde olabildiğince çok sayıda bireysel önlem önerisi verilmeye çalışılacak. Bu yöntemin amacı, bu kararların bir özetini çıkarmaktan ziyade aslında AİHM kararlarının nasıl geniş bir yelpazede sonuçlar doğurabileceğini göstermek. Şüphesiz, AİHM’in bireysel önlemi tarif etmediği çoğu davada sivil toplum örgütleri bu talepleri kararının bütününden kendileri de çıkarabilirler.
Nihayet çalışmanın son bölümünde, AİHM kararlarının nasıl infaz edildiğini, sivil toplumun bu sürece ne aşamada, hangi aktörlerle etkileşime girerek ve hangi araçlarla katılabileceğini tarif etmeye çalışacağız. Bu bölümde görüleceği gibi bu süreç Bakanlar Komitesi dışında başka Avrupa Konseyi organları ve ulusal insan hakları mekanizmaları ile de iletişimi zorunlu kılan geniş bir alan ve her yönüyle bilinmesi ve kullanılması çok önemli.
Çalışmanın bu çok gelişen alanda farklı alanlarda çalışan insan hakları savunucularına yol gösterici olmasını umuyoruz.